Duyduk duymadık demeyin: Darbeyi Bizans’ı diriltmek için Patrikhane yaptı

Türkiye’de İslamcısından ulusalcısına her renkten mebzul miktardaki komplo teorisyeninin en gözde temalarından bir tanesi, belki de açık arayla İstanbul Rum Ortodoks Patrikhanesi’dir.


Evet, sanırım artık gerçekten dağılabiliriz. 15 Temmuz’da gerçekleşen ve Gülen cemaatinin merkezi bir rol oynadığı bilinen kanlı darbe girişiminin arkasında Patrikhane (evet evet, bildiğiniz, hani şu Fener semtindeki İstanbul Rum Ortodoks Patrikhanesi) varmış. Geçenlerde Akşam gazetesi yazdı ya, okumadınız mı? Koskoca ABD’nin eski Yemen Büyükelçisi adeta itiraf etmiş. Facebook hesabındaki notuyla (evet yanlış okumadınız, ‘koskoca ABD’nin eski Yemen Büyükelçisi’ facebook hesabının ‘duvarına’ post ettiği notla) darbeyi CIA, Gülen ve Patrikhanenin müştereken planladığını dünya aleme ifşa etmiş. 

Muasır matbuat alemi

Neticede bizzat bahsi geçen Amerikalı diplomat, bu iddiaların hayal ürünü olduğunu, böyle bir ifadesinin olmadığını, yazdığı bir mektupla kamuoyuna iletti. Ancak açıkçası ‘haberin’ yok hükmünde olduğu, yani bas baya fos çıktığı kimin umurunda? Bu konularda kulağı biraz kesik olanlar, böyle ‘haberlerin’ öyle muasır matbuat alemine has sansasyonel haber arayışının masum bir tezahürü olmadığını, dahası esas olanın bunların yalanlanıp yalanlanmamasının değil, etrafa saçılmasının olduğunu bilir. Böyle ‘kör gözüne parmak’ bir haberin yapılması için bir yerlerden belli bir gayeyle belli kulaklara bir şeylerin fısıldanmış olması gerekir diye şüphelenmeden edememek her daim gereklidir. Neyse, memleket malum Norveç değil. Akşam gazetesinde çıkan ‘haber’ ve onun yalanlanması zaten kalabalık ve hayli karmaşık gündemden doğal olarak hızla düşüverdi. 

Sonra 6 Eylül günü bu kez Yeni Şafak’ta yer aldı benzer iddialar. İbrahim Karagül yazısının ‘CIA-Gülen-Fener Bağlantısı ve 15 Temmuz’un Gizli Ortakları’ şeklindeki başlığı, içeriğe dair yeterince ipucu veriyor olduğundan söz konusu yazıdan uzun uzun bahsetmeye lüzum yok. Karagül, bir kez daha Amerikalı diplomatın olduğu söylenen o ifadelere başvuruyor. Patrikhanenin darbe girişiminin arkasında olduğuna dair o sözlerin, sahibi olduğu iddia edilen kişi tarafından yalanlanmış olduğuna da değinmiyor. Sadece yazının sonunda, sonradan konulduğu belli bir notta, “Fener bölümüyle ilgili iddiaların dayanağı metnin güvenilirliği” konusunda şüpheler olduğu, bunun için bunların sadece ‘iddia’ olarak kabul edilmesi gerektiğini belirtiyor. ‘Sadece iddia’, buna da şükür…

İsabetli bir seçim

Yazının yayımlandığı tarihi asla es geçmeyelim. Karagül Patrikhane’yi darbeciler arasına katmak için bula bula 6/7 Eylül ‘olaylarının’ 51. yıldönümünü bulmuş. Aslında isabetli bir seçim de olmuş. Malum, 6/7 Eylül pogromu öncesinde muhalifiyle ‘yandaşıyla’ basın, Rumlar aleyhine bir kampanya açmış ve Kıbrıs meselesi dolayısıyla Rum azınlığı hedefe koymuştu. Patrikhane bu kampanyanın başköşesinde yer almaktaydı. Patrikhanenin EOKA için para topladığı, Makarios’un Fener’den talimat aldığı şeklinde türlü tezvirat (pardon ‘iddia’) gazete sayfalarında büyük bir iştah ve pervasızlıkla günlerce, haftalarca yer almıştı. Pogrom, işte bu basın kampanyasının üzerine bina edilecektir. Karagül yazısının tarihini seçerken matbuat tarihimizin bu şanlı sayfalarına, bir geleneğe selam çakmış adeta. 

Gelenek demişken: Türkiye’de İslamcısından ulusalcısına her renkten mebzul miktardaki komplo teorisyeninin en gözde temalarından bir tanesi, belki de açık arayla İstanbul Rum Ortodoks Patrikhanesi’dir. Buna göre ‘fitne ve fesat odağı’ olarak Patrikhane, bir ‘ihanet yuvasıdır’; yeni bir Vatikan kurmak, Bizans’ı ihya etmek, memleketi ‘emperyalistlere’ peşkeş çekmek, dolayısıyla bölmek-parçalamak gibi birbirinden melun gailelerin peşindedir daima. Konuyu uzatmaktansa bu konuda çıkmış sayısız kitaptan bazılarının başlıklarını anmak yeterli fikir verecektir: ‘Fener Patrikhanesi'nin İç Yüzü’, ‘Ayasofya ve Patrikhane Üzerinden Oynanan Gizli Oyunlar’, ‘Ekümenik Ortodoks Patrikhanesi Ve Bizans Projesi’, ‘Keşiş Güç -Emperyalizmin Ortodoks Kartı’, ‘Laik Türkiye Cumhuriyeti'ni Patrikhane'ye mi Yıktıracaklar’, ‘Patrikhane köstebekleri. Türklüğü imha planı ve yerli Rumların rolü’, ‘Patrikhane ve 551 Yıllık Hesap İstanbul'da Yeni Roma İmparatorluğu’, ‘Yunanistan Patrikhane ve Ortodoks Kıskacı’, ‘İçimizdeki Hançer Fener Rum Patrikhanesi’. Neredeyse elli yıldır çıkıyor benzer başlıklı kitaplar. Dergilerde, gazetelerde, televizyonlarda Patrikhane gündemi bazen geriliyor, bazense bütün encamıyla yeniden beliriyor.  Patrikhanenin bu alanda ‘diyakronik’ bir kıymeti olduğu söylenebilir. Yani Patrikhane konulu konspirasyon anlatıları, zamana karşı pek bir direngen. Onları komplo teorilerinin bir nevi ‘long seller’ı saymak mümkün. Sabetaycılık ya da ‘Yahudi-Kürt devleti’ gibi bir parlayıp bir sönen benzerlerine kıyasla bu anlatıların her devirde muhakkak az ya da çok alıcısı var. Bilhassa siyasal ve toplumsal çelişkilerin kızıştığı zamanlarda muhakkak Patrikhaneye dair ifşaat ve iddialar gündeme gelir, getirilir. Bunda Patrikhanenin, 20. yüzyılın ilk çeyreğindeki,  yani Türk milli kimliğinin inşası dönemindeki ‘arketipik’ denebilecek bir ‘ihanet’ anlatısının merkezindeki bir tür ‘kök-öteki’ olmasının payı büyük elbet.

‘Koz’ yeniden…

Ancak mesele bununla sınırlı değil. Patrikhanenin uluslararası (ekümenik de diyebiliriz) konumu itibariyle Türk dış politikası açısından zaman zaman devreye sokulabilecek elverişli bir ‘koz’ oluşu da onun neredeyse her siyasal dönemeçte belli bir güncellik kazanmasının garantisi adeta. Özellikle Kıbrıs krizi sırasında Türkiye bu kozu tepe tepe kullanmış, Yunanistan’ı sıkıştırmak, taviz vermeye zorlamak gerektiğinde Patrikhaneye dönük tehdit ve tacizlerde patlama yaşanmıştı. Bu durumun tersine işlediği zamanlar da olmuştur elbet. Yani mesela Soğuk Savaş’ın hemen başında ABD’ye, 2000’li yıllarda ise AB’ye yaranmak istenildiğinde Patrikhaneye dönük tavırda keskin dönüşlerin yaşandığı da görülebilmiştir. Neticede kolu kanadı kırılsa da Patrikhane, kritik dönemeçlerde şu ya da bu biçimde devreye sokulabilecek (paylanacak ya da taltif edilecek) ve böylece uluslararası alanda belli bir etki yaratabilecek bir koz olarak tutulmuştur, tutulmaktadır. Şimdi de insanın aklına bu ‘haberlerin’ ve onların yaratacağı atmosferin, Gülen’i iade etmesi için ABD’ye dönük yapılacak dolaylı bir basıncın ifadesi olup olmadığı sorusu geliyor ister istemez. Biz fanilerin bilebileceği şeyler değil elbet. 

Biz bilebileceğimiz şeylere bakalım: Siyasal iktidara yakın kesimlerin “FETÖ”yü kendileri dışında herkese ihale ederek işin içindeki sorumluluklarını azaltmak gibi bir arayışta olduğu açık. Bu arayış sürdükçe benzer “iddialar” ile sıkça karşılaşmamız muhtemeldir. “Milliliğin” baş tacı edildiği, milliyetçi-muhafazakârlığın en bayat, en pespaye argümanlarına, Türk sağının mostralık seferberlik söylemlerine yol verildiği bir dönemde Türk milliyetçiliğinin kadim gayrimüslim karşıtı temalarının hortlamasına şaşırmalı mıyız?



Yazar Hakkında