YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Tek seçenek şehitlik mi?

10 Aralık Cumartesi gecesi yapılan bombalı saldırı, polis ve sivil, 44 kişinin hayatına mal oldu. Yüzlerce de yaralı var. Kürdistan Özgürlük Şahinleri (TAK) tarafından yapıldığı ilan edilen bu acımasız saldırıyı elbette kınamak gerek. Şehrin orta yerinde bu tip bir saldırının nasıl bir yıkıma yol açacağını tahmin etmek zor değil. Bu saldırı da, tıpkı bundan önceki, olabildiğince büyük hasar vermeye odaklanmış saldırdılar gibi, toplumda bir travma ve dehşet etkisi yarattı; bu etkinin ölenlerin yakınlarında, yaralılarda ve olaya tanık olanlarda uzun yıllar süreceği ortada. Tıpkı Suruç, Ankara Garı, Kumrular, Antep’teki düğün saldırısı, 7 Haziran seçimleri öncesi Diyarbakır mitingi bombalaması gibi... Ve sayamadığım, çoğu son bir yıla sığan diğer bombalı saldırılar ve yine son bir yılda Güneydoğu’da yapılan, hiçbir hukuka sığmayacak operasyonlar gibi... 

Burada üzerinde durmamız gereken bazı meseleler var. En önemlisi de şu: 7 Haziran öncesinden itibaren Türkiye neden böyle bir şiddet sarmalının içinde gitgide boğulmakta, nefessiz kalmakta? Hükümetin tepki seti, saldırı IŞİD tarafından yapılmış ve ölenler Kürt ya da sol muhalif kesimlerdense başka oluyor, hedef güvenlik güçleriyse başka. Ancak her durumda Türkiye’nin NEDEN bu halde olduğunu sormak, bir avuç gazeteci, siyasetçi ya da analiste kalıyor. Hükümet ve medyası ise, fail IŞİD’se “Terörün her türlüsüne karşıyız” istikametinden gidip konuyu kapatırken, eğer fail TAK ya da benzeri gruplarsa terörü kınama ve lanetleme dışında hiçbir söze ve soruya yer bırakmayan ve bu soruları soranları ‘terörist’ ilan eden bir istikamet izliyor. Bu baskı bazen öylesine yoğunlaşıyor ki, patlamanın yarattığı şiddet dalgasına, konuşanın başına ne geleceğini bilememenin yarattığı topyekûn dalga eşlik ediyor.

Bunun en ağırının şu son saldırı sonrasında yaşandığını söylemek gerekir. Hükümet kanadından gelen “İntikam alacağız” açıklamalarına bilhassa sosyal medyada insanları hapse attırmakla tehdit etme dalgası eklendi ve hayli etkili oldu. Oluyor. İktidarın bundan sonraki ilk işi yine HDP’lileri gözaltına almak, il ve ilçe merkezlerine baskınlar düzenlemek oldu. Bu baskınlarda emniyet güçleri duvarlara “Geldik, yoktunuz” gibi yazılar yazdı. İşaret fişeği her zamanki gibi iktidar tarafından atılınca, kimi HDP merkezleri de linç girişimlerinin hedefi oldu.

Dolayısıyla, burada “Biz neden böylesi bir dehşet kuşağında yaşamaya başladık?” sorusuna şunu da eklememiz gerekiyor: Kürt meselesinde sivil siyaset zemini yok edilerek ne elde edilmeye çalışılıyor ve bunun sorunun çözümüne faydası ne olacak?

İlk sorudan başlayalım, daha doğrusu soruları iç içe soralım. Bu dehşet dalgası içinde yaşamamızın ilk sebebi nedir? 7 Haziran öncesinde çözüm sürecinin rafa kaldırılması ve savaş politikasında ısrar edilmesinin şu yaşadığımız karanlıktaki payı nedir? Kürt siyaseti üzerindeki baskının kademe kademe artırılması ve en sonunda HDP eş başkanları da dahil olmak üzere onlarca siyasetçinin hapse atılmasında maksat nedir? İktidar bu hamleleri yaparak gerçekten de sorunu çözmek mi istiyor, yoksa 7 Haziran öncesinde güçlü ve meşru bir muhalefet odağı haline gelen HDP’den kurtulmak, alıştığı MHP ve CHP ile baş başa kalmak ve başkanlık referandumuna öyle mi gitmek istiyor? Öcalan niçin tecritte? Çözüm süreci boyunca devlet yetkilileri tarafından sürdürülen temaslar tekrar başlatılamaz, İmralı üzerindeki tecrit kaldırılamaz mı? Bunun bir tek cana bile faydası olacaksa, gündeme alınamaz mı? Kaç insanın ölmesi gerekiyor bunun için?

Madem başladık, devam edelim. Sürecin rafa kaldırılmasının Suriye’deki Kürt kazanımlarıyla bir ilgisi var mı? Bu soru elbette Kandil için de geçerli. İktidar için öncelik her ne pahasına olursa olsun Suriye’nin kuzeyindeki Kürt şeridini engellemek, bunu yaparken de Türkiye’deki Kürt hareketini, coğrafyasını –belki de bir koz olarak– ağır bir baskı altına almak mıdır? Keza PKK için de öncelik Suriye’deki kazanımları her ne pahasına olursa olsun korumak, bunun için Türkiye’deki bu şiddet dalgasını bunun bir sonucu olarak, göze alınabilir bir hamle olarak görmek midir?

Tekrar iktidara dönecek olursak, şu son denklemdeki hesap nedir mesela? Rusya ile neyin pazarlığı yapılmaktadır? “Halep sizin olsun, El Bab bizim. Kürt kuşağını engellemek bizim için daha önemli” mi denmektedir?

O kadar çok soru var ki... Mesela şunlar da var: Bu baskı politikası ne zaman sona erecek? Bu kadar gazeteci, aydın, yazar niçin tutuklandı, hapse atıldı? Hapse atılmayanlar üzerinde de bir korku dalgası yaratmakta, iktidara tam biat etmeyen herkesin bir gün hapse gireceği havasını oluşturmakta maksat nedir? Toplumu sessizliğe boğmakla, milliyetçi dalgayı körüklemekle, linç psikolojisini canlı tutmakla ne hedefleniyor? İnsanlara sürekli ‘şehit’ olmayı önermekle, idam konusunu sürekli gündemde tutmakla nasıl bir toplum inşa etmeyi arzuluyorsunuz? Öğretmenlerin küçücük çocuklara urgan yaptırıp resim çektirdiği bir toplum, bir kuşak mı var hayalinizde?

Niçin yaşamayı değil de ölümü, bir kadermiş gibi konuşuyoruz? Başka bir yolu yok mu? Olmalı herhalde.