Taner Akçam: Hakikat mızrağı artık çuvala girmiyor

TANER AKÇAM

Hrant’tan sonraki on yılın anlamı üzerine düşünürken iki şeyin etkisi altındayım. Bu iki şey aslında Hrant’ı, katledilmesini ve bugünkü anlamını, her şeyi ama her şeyi çok iyi özetliyor. Başka bir söze gerek yok.

Agos bana Hrant’la ilgili soruyu gönderdiğinde, Rahip Krikor Gergeryan arşivinde yer alan, Ermeni entelektüel Yervant Odyan’a ait, daha önce başka bir yerde yayımlanmamış bazı yazıları okuyordum. Odyan, 1919-1921 İstanbul Divan-ı Harb-i Örfî yargılamalarında görülen tuhaflıklara dikkat çekiyor ve çok çarpıcı bazı bilgiler aktarıyordu.

Birkaç tanesini sizlerle paylaşayım:

Vaktiyle Harput Kumandanlığı’nda bulunmuş ve orada tehcir ve cinayetleri organize etmiş olan Süleyman Faik Paşa, Bursa’da tehcir yargılamalarını yapacak Divan-ı Harb-i Örfî’ye aza olarak seçilmiş ve oraya gönderilmiş! Odyan, bu olay karşısında hayretlerini gizleyemiyor, “kendisi taktil canisi olan böyle maznûn (zan altında olan) divan-ı harb-i örfîde hâkim sandalyesinde [değil] belki maznûn sandalyesinde oturması lazım gelir. Fakat onlar maznûn Süleyman Faik’i hâkim sandalyesine layık gördüler.”

Odyan’ın verdiği ikinci bir bilgi, Trabzon Merkez Kumandanı Avni Paşa’yla ilgili. Vaktiyle Trabzon bölgesinde tehcir ve öldürme işlerinde görev yapan Avni Paşa, Ferit Paşa kabinesine iki defa üst üste Harbiye Nazırı yani bakan olarak görev yapar. İlk bakanlığı sırasında Divan-ı Harb-i Örfî’ye ifade vermek için çağrılır. Ama Damat Ferit, onu ikinci defa kabineye almakta tereddüt etmez. Odyan gene hayretler içindedir, “Birinci defa için bilmediğini farz etsek bile ikinci defasına ne demeli?” diye sorar. Odyan’a göre, Damat Ferit, “herifin cani olduğunu bile bile kabineye kabul etmiştir.”

Son bir örnek daha vereyim. Görülmekte olan bir Musul davası vardır. Ama dava birden hasıraltı edilir ve ortadan kaldırılır. Çünkü soruşturmaların ucu, Ankara’ya kaçmış olan Enver Paşa’nın amcası Halil Paşa’ya ulaşmıştır ve bir diğer suçlu da, İstanbul’da Genelkurmay Başkanı olarak görev yapmış olan Cevat Paşa’nın damadıdır. Bunların kurtarılması için dava dosyaları yok edilir.

Hapisten kaçmalara göz yummak, katillerin ellerini kollarını sallayarak İstanbul sokaklarında dolaşmaları, Odyan’ın verdiği onlarca diğer örnek arasındadır.

Bu örnekler, Hrant Dink davasının niye on yıldır sürdüğünü ve hâlâ bir sonuç alınmadığını ve alınamayacağını anlatmıyor mu bize? Demek ki 100 yıllık tarihimizde değişen bir şey yok.

Agos’a ne cevap vereyim diye düşünürken, sözünü ettiğim ikinci bir olay oldu. Garo Paylan ‘Ermeni Soykırımı’ ifadesini kullandığı için Meclis’ten atıldı.

Tam güler misin, ağlar mısın diyeceğimiz bir durum. Aslında bu olay, “Hrant’ın öldürülmesinden sonra ne oldu?” sorusuna verilebilecek en özlü cevaptır.

Onun ölümü bir meşale olmuş, bir kıvılcım yaratmıştır ve artık TBMM kürsülerinden, 1915’in soykırım olduğu büyük bir cesaretle söylenebilmektedir. Ama öbür taraftan, bu gerçeklikten öcü gibi korkan ve bu hakikati söyleyenleri boğmak isteyen büyük bir kalabalık vardır. Bir nevi, hakikat ve adalet arayışları karşısında oluşturulmuş bir ulusal cephe söz konusudur.

Aklımdan geçmedi değil, o Meclis kürsüsünde biri, benim ‘Naim Efendi’nin Hatıratı ve Talat Paşa Telgrafları’ kitabını alıp, “Tutunduğunuz son yalan masalı da bitti, Talat Paşa’nın imha emirlerinin gerçek olduğu anlaşıldı” diye sallasa...

Durum şudur ki, hakikat mızrağının, yalanlarla ördükleri bu çuvala artık girmeyeceğini biliyorlar. Saldırganlıklarının asıl nedeni bu.

Hrant bu yalan çuvalını ilk yırtanlardandı. O, sadece Ermeniler ve Ermeni Soykırımı konusunda değil, her konuda ve herkesin hakikat ve adalet arayışının sembolüdür. Hrant Türkiye insanının Martin Luther King’idir. Ve öyle kalmaya devam edecektir.