KARİN KARAKAŞLI

Karin Karakaşlı

ÜVERCİNKA

İkrah

İkrah böyle bir duygudur; dolup taşarsın. Eskilerin güzelim deyişiyle istiap haddi dolar. Daha fazla böyle devam edemezsin. İçindekini kusar, bir milat yaratırsın. Yılan hikâyesine dönen Türkiye Ermenileri Patriklik seçimine ilişkin son oyunlarla o taşıran damla noktasına ulaşan Ruhani Kurul Başkanı Episkopos Sahak Maşalyan’ın istifa mektubu, işte o ikrah denen duygunun ta kendisi.

Bu toprakların yerleşik iktidar anlayışı, iş sayıca daha az olan toplumlara geldiğinde maalesef farklılık göstermiyor. Devletle ilişkilenme, takınılan tutum, benimsenen üslup ve iç yönetim sistematikleri Türkiye ortalamasının kötü bir karbon kopyası olması bir yana, küçük, durgun suların daha çabuk kirlenmesi doğal gerçeğinden hareketle içler acısı. Oysa insan potansiyeli, toplumsal tarih birikimi Ermeni halkının çok farklı bir noktada durabilmesini gerektirirdi. Ama besbelli erk sevicilik, bulaşıcı bir hastalık.

Türkiye Ermeni Patrikliği dokuz yıldır Patrik makamının yokluğunda idare ediliyor. Hem de kilise teamülleri içerisinde yeri olmayan bir Patrik Vekili sıfatıyla. Frontal demans hastalığına yakalanan ve görevini ifa edemez hale gelerek emekliye ayrılan Patrik 2. Mesrob’un yerine patriklik kaymakamı (Değabağ) seçilerek aşlaması gereken seçim süreci, Patrik Vekili’nin türlü oyalama taktiklerine göz yuman ortak bir zeminle bugünlere geldi. Sahak Epsikopos’un infial dolu mektubu, bu ortak zeminin ifşası olarak da okunabilir.

Müteşebbis Heyet’ten zerre söz etmeyen Ateşyan, son süreci önce valilikten beklenen randevuya son olarak da Cumhurbaşkanı’nın referandum sözünü gerekçe göstererek devletten seçim izni istenmesine kilitledi. Durumun mealini, seçim sürecine acilen girilmesi yönündeki tüm önerileri reddedilen Sahap Episkopos, sonunda şöyle özetledi: “Özetle bu seçim Referandumdan sonra da olmayacak! Bu bayat pilav daha kaç kere ısıtılıp bu şaşkın halkın önüne koyulacak ve onlar da afiyetle yiyecekler. Kusura bakmayın, artık benim midem kaldırmıyor. Aram Sırpazan vekil kaldığı müddetçe bu seçimin yapılamayacağı açıkça görülmektedir… 1717 yıllık Ermeni Kilisesi tarihinde hiçbir patriklik ya da Katolikosluk makamı dokuz yıl boş bırakılmamıştır. Yetkilerini kullanarak dokuz yıldır yaptığı manipülasyonlar, makamını ve yetkilerini kendi çıkarları yönünde suiistimal etmesi bir suç niteliği taşımaktadır ve kilise hukukunca cezai müeyyide gerektirmektedir.”

Sahak Episkopos’un dinî teamüller içerisinde ceza gerektirdiğini söylediği bu ihmal, inat ve yetki suiistimali için gereği yerine getirilir mi, zaman gösterecek. Keza  Sahak Episkopos’un tabiriyle “pis kokuların ötesinde artık lağım kokuları yükselen Hovagim 1461 Vakfı”nın akçeli meseleleriyle ilgili bir hukuki gelişmenin yaşanıp yaşanmayacağını da göreceğiz hep birlikte.

Mektubun geri kalanı da bakmaya yüzü olanın karşılaşacağı kendi suretidir: “…Ödlekler ordusu böyle bir din adamı güruhuyla bırakın cezalandırılmayı, her skandalı mükafatlandırılan Aram Sırpazan’la aynı yolda yürümem artık söz konusu olamaz… Bir kişinin keyfine her türlü ehliyeti veren kendi küçük dünyasına hapsolmuş basiretsiz vakıf yöneticilerine, kilise ve cemaat sorunlarına duyarsız ve umursamaz bir halka artık hizmet etmek istemiyorum. Bu şehri terk ediyorum.”

Halka hizmet yemini etmiş, sıradan fanilere kıyasla tevekkül duygusundan ziyadesiyle nasiplenmiş ve halkla en sağlam bağları kurmuş az sayıdaki ruhaniden biri olan Sahak Episkopos’a bunları söyleten ikrah duygusunu iliğimde hissediyorum. Gemileri yakma noktasına gelmek çok birikmek demek. Çok sabretmek, kerelerce sil baştan umut etmek ve ihanet tadında yenilgilerden geçmek demek.

Sahak Episkopos mektubunun sonunda tam da o yenilgi hissine geliyor zaten: “Din adamları, yöneticiler ve halk, beni yalnız bıraktınız. Bu bir yenilgi çığlığıdır. Ama sadece ben değil, siz hepiniz yenildiniz. Yine bir kişi kazandı.”

Bir kişi kazanmasın, erk, keyfiyete teslim olmasın diye verilen bir mücadele var ülkede. İradene, sesine, sözüne, varlığına kastedilmemesi, eşit ve özgür bir hayatın mümkün olabilmesi için verilen bir mücadele. Zira, insanın kendinden ikrah getirecek noktaya savrulmasının çıkışı yok. O yüzden kimse onurunu çiğnetmiyor ya. Koşullar ne kadar kötü ya da umutsuz olursa olsun.

Aram Ateşyan istifa etmeli, Ermeni toplumu patriğini seçebilmelidir. Gerisi laf salatası, gerisi zaman kaybı. O mektup bunu diyenleri ve bu uğurda mücadele edebilenleri çoğaltmaya vesile olsun.