19. yüzyıl boyunca Osmanlı’da Ermeni Patrikhanesi’ndeki krizler

Türkiye’deki patrikhane krizleri, Ermeni toplumu için yeni değil. 19. yüzyılda da birçok patrik istifaya zorlanmıştı. 19. yüzyılda yaşanan patrikhane krizlerini, bu konuyla yakından ilgilenen Güney Kaliforniya Üniversitesi Çağdaş Ermeni Araştırmaları Bölümü Öğretim Görevlisi Richard Edward Antaramian’la konuştuk.

Uzun bir süreden beri Türkiye Ermeni toplumunun gündemini meşgul eden en önemli konu, hiç şüphesiz Patriklik seçimi. Dokuz yıldır yapılamayan Patriklik seçimi ekseninde özellikle Başepiskopos Sahak Maşalyan’ın istifasının ardından hemen her gün yeni gelişmeler yaşanıyor. Son olarak Tüm Ermeniler Katolikosu II. Karekin; Patrik Genel Vekili Aram Ateşyan, Başepiskopos Sahak Maşalyan ve Almanya Ermeni Kilisesi Dini Lideri Karekin Bekciyan’ı Eçmiadzin’e çağırarak, bir toplantı düzenledi. Türkiye’deki patrikhane krizleri, Ermeni toplumu için yeni değil. 19. yüzyılda da birçok patrik istifaya zorlanmıştı. 19. yüzyılda yaşanan patrikhane krizlerini, bu konuyla yakından ilgilenen Güney Kaliforniya Üniversitesi Çağdaş Ermeni Araştırmaları Bölümü Öğretim Görevlisi Richard Edward Antaramian’la konuştuk.

19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu döneminde Ermeni Apostolik Kilisesi’yle Babıali arasındaki ilişkiler nasıldı? Patrikhanenin otorite sınırları nasıl tarif edilmekteydi?

Ermeni Kilisesi ile Babıali arasındaki ilişki, birkaç düzeyde yürüyordu. Öncelikle, Ermeni Kilisesi’nin Osmanlı idaresindeki rolünü anlamak önemli. Osmanlı siyasetinin mezhebe dayalı bir düzeni vardı ve Ermeni Kilisesi ile ruhban sınıfı, Osmanlı iktidarında pay sahibiydi; bu pay, cemaatlerinin ihtiyaçlarını karşılama ve devlete sadakatlerini garantileme yetilerine dayalıydı. Elbette cemaatin ihtiyaçları sadece manevi değildi ve bu sayede ruhban sınıfı sadece sermaye biriktirmekle kalmamış, aynı zamanda da Osmanlı toplumunda kendisine bir aracı rol edinmişti. Bu nedenle kilise, imparatorluk siyasetinin yerleşik bir unsuruydu. İstanbul Patrikhanesi’nin imtiyazlarının 19. yüzyılda nasıl genişlediğini işte bu bağlamda değerlendirmek gerekiyor; Patrikhane, devlet hizmetinde çalışan ve Patrikhane ile Babıali arasında bir köprü kuran Ermeni kuşakları tarafından yönetildi. 19. yüzyıldan önce, Patrikhane’nin başkent dışında çok az otoritesi vardı. Babıali’nin gücünün emperyal bürokratikleşme yoluyla genişlemesi bu durumu değiştirdi. Hem Babıali hem de Patrikhane’de çalışan bu Ermeniler sayesinde -mesela Hagop Grjigian, Serovpe Vichenian ve elbette Krikor Odian ve diğerleri- bu iki organın genişlemesi tamamen iç içe geçti.

19. yüzyılda Türkiye Ermenileri Patrikhanesi yalnızca bir dinî kurum muydu, yoksa sivil/toplumsal meselelerde bir yetkiye sahip miydi?

Söylediğim gibi, Patrikhane ve Ermeni Apostolik Kilisesi’nin idari bir rolü vardı. Bu sayede din adamları ve kilise kurumları (mesela, insanların ruhban sınıfına dahil olmasının yolu olan manastırlar), yerel güç yapılarına dahil olmalarını sağlayacak ayrıcalıklı bir toplumsal konum edindiler. Osmanlı iltizam sistemi (Osmanlı devlet gelirlerinin bir bölümünün belli bir bedel karşılığında devlet tarafından kişilere devredilerek toplanması yöntemi); ruhban sınıfını vilayetlerin ileri gelenleri, imparatorluk yönetimi ve İstanbul’daki Ermeni bankerlere bağlayan karmaşık bir ilişkiler ağı yaratarak bu gücü daha da artırdı. Ermeni Anayasası’nın (1860 ve 1863) getirilmesini bu denli tartışmalı kılan da buydu. Anayasa, kontrolü manastırlardan alıp Patrikhane’nin gücünü vilayetlere dağıtan bir piskoposluk sistemi yarattı. Bu sistemin gerçekten hayata geçmesi, hem Müslümanlar hem de gayrimüslimler için vilayetlerdeki toplumsal ve siyasi gücü oluşturan ilişkilerin dağılması tehlikesini doğurdu. Tarihçiler devletin merkezileştirilmesini Tanzimat döneminin alametifarikası olarak görüyor. Burada görüyoruz ki Patrikhane bu politikanın ayrılmaz bir parçasıydı.  

Richard Edward Antaramian

Türkiye Ermeni toplumu, siyasi iradesini ifade etmek için geçmişte ne tür araçlara sahipti?

İmparatorluk reformu, insanların Osmanlı idaresine müdahil olmasını sağlayacak platformlar oluşturma amacı taşıyordu. Ermeni Anayasası sayesinde Ermeni toplumu, kendi piskoposlarını doğrudan seçme gücüne kavuştu. Bunun karşılığında da piskoposlar, halkı hem İstanbul Patrikhanesi hem de yerel yönetim veya meclis karşısında temsil etme hakkına sahip oldu. Teoride bu sistem, bir köylünün Ermeni Kilisesi’nin yapısı yoluyla başvekile doğrudan şikâyet veya önerilerde bulunabileceği bir mekanizma yaratıyordu. Elbette Ermeni Anayasası ulusal bir meclis de getirmişti; bu meclis sayesinde her biri Ermeni toplumundan seçilen temsilciler, halkın kaygılarını dile getirme fırsatına sahipti. Tabii uygulama her zaman bu şekilde olmadı ve Ermeniler çoğu zaman, özellikle de yerli din adamları hakkında şikâyette bulunmak istediklerinde, kaygılarını dile getirmek için başka yollar aramak zorunda kaldı. Osmanlı devleti Patrikhane’nin ve ulusal meclisin önerilerini gitgide daha çok görmezden gelmeye başlayınca, vilayetlerdeki Ermeniler onların adına kaygılarını yetkililere iletmeleri için Anadolu’daki Avrupalı konsolosların yardımına başvurmaya başladı.

Toplumsal meselelerde amiraların rolleri nelerdi? Patrikhaneye, Ermeni toplumuna ve Osmanlı İmparatorluğu’na ne gibi etkileri vardı?

Öncelikle amira derken neyi kastettiğimizi netleştirmemiz lazım. Bu terim İstanbullu toplumsal aktörlere işaret eden özel bir kategori olsa da, bu insanlar imparatorluk içindeki geniş çaplı bağlantıları sayesinde Patrikhane ve hükümet karşısında nüfuz sahibi olmuşlardı. Hagop Barsoumian’in yakın zamanda kitap olarak basılan tezinde tarif ettiği gibi, amiralar iki gruptan oluşuyordu: sarraflar ve teknokratlar. Bu gruplar, özellikle de sarraflar, kendilerini imparatorluk çapında ağlara yerleştirmeyi başardılar; bu sayede Ermeni kurumları üzerinde ve bu kurumlar aracılığıyla da imparatorluk idaresinde büyük bir kontrole sahip oldular. Stratejik bir şekilde dağıttıkları borçlardan büyük kâr elde ederek ve vergi toplama uygulaması ile biriktirdikleri sermayeyi devletin ve toplumun her seviyesinde bağlantılar kurmak için kullanarak, iltizam sisteminden büyük fayda sağladılar. Bu ağları harekete geçirmek, patriğin üzerinde çok büyük bir baskı oluşturabilirdi. Patrik ve daha da önemlisi diğer kilise kurumları üzerinde kontrole sahip olmak, bu gruplara başkent dışındaki Ermenilerin cemaat yaşamının büyük bir kısmını kontrol edebilecekleri araçlar sağladı. Bu teknikler sayesinde, köylülerin, zanaatkârların ve merkezi devletin aleyhine olacak şekilde kalburüstü vilayet aktörlerini (tefecileri, tüccarları ve din adamlarını) öne çıkarma fırsatına sahip oldular. Ancak zamanla, Protestanlık, reform, iltizam sisteminin kaldırılması gibi bir dizi farklı ama muhtemelen birbirine bağlı engel amiraların kendilerine biçtikleri ayrıcalıkları zora soktu.

Vilayetteki bazı din adamları din değiştirme tehdidinde bulunmuştu

Geçmişte Ermeni Patrikhanesi ne gibi krizler yaşamıştır? Tarihte, istifa etmiş, istifaya zorlanmış veya desteklediği adayın katolikos seçilmemesi durumunda İslam dinine geçmekle tehdit etmiş patriklerin varlığını biliyoruz. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?

Patrikhane, var olduğu süre boyunca çok sayıda çekişmeyle sarsıldı. 19. yüzyıl üzerine yaptığım araştırmaya göre, din değiştirme tehdidi (Katoliklik, Protestanlık veya İslam’ı seçme) İstanbul patriğinden ziyade vilayetteki din adamları tarafından kullanılıyordu. Patrikler de halef krizleri veya siyasi entrikalarla meşguldü. Mesela Abdülhamit,  Nerses Varjabedyan’ın istifa etmesini birçok kez engelledi; anayasa fikrinden nefret eden Kevork Keresteciyan, anayasanın askıya alınması için entrikalar çevirerek bunu 1862’de başardı; Keresteciyan, Eçmiadzin Katolikosu olduktan sonra,  Mkrtich Khrimian’ın patrikliğinin meşruiyetinin altını oymak için kiliseye dair bir dizi sorun çıkardı;  Ignatios Kakmaciyan tahta çıkamadan öldü; amiralar, Matteos Çuhacıyan’ı istifaya zorlamak için bir skandal düzenledi ve Matteos İzmirliyan herkesin önünde Abdülhamit’e saygısızlık etti.

Ne var ki daha büyük ve önemli krizler herhangi bir patriğin şahsıyla sınırlı değildi. Bu krizler daha ziyade kiliseyle dair çekişmeler etrafında dönüyordu. Mesela 19. yüzyıl boyunca hem Kilikya hem de Akhtamar, Patrikhane’nin otoritesini küçümsedi.  Mkrtich Kefsizyan’ın Katolikos olduğu dönemde Kilikya, Babıali’yi ikinci bir Ermeni milleti yaratabilmek üzere kendilerine bir berat vermeye bir anlığına da olsa ikna etmişti. Akhtamar Katolikosu Haçadur Shiroian’ın, halefi  Bedros Bülbül’ün öldürülmesinde parmağı olduğu şüphesi, Patrikhane yönetiminin ve imparatorluk idaresinin yeterliliğine dair soru işaretleri doğurdu. Benzer şekilde Kudüs de İstanbul’un geçici başpiskoposluk iddiasını reddetti. Bu türden krizlerin, millete anlam veren temel yapıları yıkarak Patrikhane’yi dağıtma ihtimali çok daha büyüktü.



Yazar Hakkında