Fransa’nın hikâyesi hepimizin hikâyesidir

DOĞAN GÜRPINAR

Eugen Weber’in klasik eseri ‘Köylülerden Fransızlara: Fransa Kırsalının Modernleşmesi, 1870-1914’ basımından neredeyse kırk yıl sonra Türkçede. Bu şekilde tarihsel sosyoloji diyebileceğimiz ve en velut örneklerini 1970’ler ve 1980’lerde veren tarzın bir başka temel eseri daha Heretik Yayınları sayesinde Türkçeye kazandırılmış oluyor.

Klasikleşmiş olmakla beraber bazı kitapların çevirisi bir noktadan sonra öncelikli bir ihtiyaç olmaktan çıkar. Zira bazı durumlarda artık bir dönem çok devrimci fikirler süreç içinde sıradanlaşır. Bununla beraber Weber’in kitabı için bunu söylemek güçtür. Zira Türkiye kamuoyu ve hatta entelektüel kamuoyunda modern devlet ve millet-inşası süreçlerinin mekanizmalarına ilişkin içselleşmiş ve oturmuş bir perspektif yoktur. Bu kitabın çizdiği hat bu bakımdan hala (hele Türkiyeli) okuyucu için yeni soluklar sunmaktadır zira.

Ajanlar

Kitap ‘devletin ve ulusun ajanları’nı tanımlar: askerler, papazlar ve özellikle de öğretmenler. Bu ajanlar 19. yüzyıl taşra Fransası’nı dönüştürmekte amil olacaklardır. Çoğu durumda karşılaştıkları ilk manzaradan hayal kırıklığına uğrarlar, hatta köylülerin milli bilinçsizliğinden ve cehaletinden şoke olurlar: “Cadılara inanmayın” diye uyarıyordu 1895 tarihli yaygın kullanılan bir ders kitabı. “(…)Bazı sözcükleri mırıldanarak birisini iyi edebileceklerini ya da birisine zarar verebileceklerini söyleyen, geleceği bilebileceğini iddia eden insanlar, ya delidir ya da hırsız. Hayaletlere, hortlaklara, ruhlara inanmayın. (…) İnsanın Saint John Yortusunda toplanan bitkiler … gibi muskalarla, tılsımlarla, tapıncaklarla (…) kaza ve beladan kurtulabileceğini düşünmeyin.” “Lavisse ders kitabında böyle uyarırken bir başka gözlemcinin gözlemleri de eşit derecede iç karartıcıdır: Köylü en ufak bir neden gördüğünde sığırına ya da tarlasına büyü yapıldığına inanır. Skapular, madalyon, büyülü yüzük, (…) celladın ipinden bir parça, (…) gibi tılsımlar satın alır ve boynuna asar, yolunda gitmeyen her şeyde şeytanın parmağını görür ve büyücüye koşardı.”

İşte 19. yüzyılda şehirli Fransızların karşı karşıya kaldıkları beşeri coğrafya bu şekildedir. Bu batıl inançlara gömülmüş eğitimsiz kitlelerden ne Fransızlar ne de medeni insanlar olabilirdi. O halde çözüm bellidir. Bu insanlar eğitildikçe sorumlu ve bilinçli vatandaşlar haline geleceklerdir. “Fransız uygarlığına entegre ve asimile” olacaklardır. “Yoksul, geri, cahil, vahşi, barbar, yabaniydiler, hayvanlarla birlikte tıpkı birer hayvanmış gibi yaşıyorlardı. Onlara adap, okuma yazma, Fransızcaya ve Fransa’ya dair bilgiler...öğretmek gerekiyordu.” Özellikle de 1870-1914, yani kuruluşunun ardından Üçüncü Cumhuriyet’in altın çağı bu değerler temelinde bir ulus inşası için kritik bir eşiktir. Bu dönemde zorunlu ücretsiz eğitim yasalaşmış, devletin manevi ve maddi genişliği taşraya çok daha etkin ulaşabilir hale gelmiştir.

Modern Fransız

Teknik bilgi de devlet inşası için önceliklidir. Matematik bilmek, halihazırda dünyadaki son teknolojik gelişmeler hakkında haberdar olmak, yani modern dünyaya, onun duygusal ve fikri evrenine dahil olmak da bu süreçte elzem bir başka süreçtir. Amaç modern Fransız’ı yaratmaktır ki, Fransız Devrimi ve cumhuriyeti değerlerinden bina edilmeye çalışılan bu ideada modernlik ve Fransızlık birbirlerinden ayrıştırılabilir nitelikte değildir. Bu ajanlar kuşkusuz ancak 19. yüzyıl iyimserliğinde, modernleşmeye inancın tam olduğu dönemde yoğun bir idealizmle yoğrulmuşlardı. Onlar için Fransızlık milli bilincine edinmekle modern dünyanın özgürleştirici değerlerini yaygınlaştırmak birbirlerini tamlayan değerlerdi. İlkelliğinden dehşete kapıldığı taşra Fransa’sı ise işleyip dönüştürecekleri bir geçmiş zaman kalıntısıydı. Zaten kitap modern ulus-devlet-inşası devlet ve millet inşa süreçlerinin birbirleriyle ayrışamaz şekilde bütünleştiğini ortaya koyar. Nitekim 20. yüzyıl dönümüyle beraber primitif köylüler dönüşmüş; zaman ve hesap-mantık nosyonlarını edinmiş, hurafeyle karışık ayinler ve ritüeller tavsamıştı. Gündelik hayat köylerin anlamsız kendini tekrar eden devingenliğinden dönüşmüştü: “Yerlerini yeni jestler, yeni geleneler aldı: bisiklet sürmek, sigara sarmak, saat kurmak ya da saate bakmak. Ne sıklıkta olursa olsun giyinmek ve soyunmak çok yeni alışkanlıklardı. Bir aynaya bakmak da bunlardan biriydi. Yıkanmak, özellikle insanın saçlarını yıkaması da öyle.”

Türkiye’yle mukayese

Kuşkusuz Türkiyeli okuyucu bu kitabı Türkiye mukayesesiyle okuma eğiliminde olacaktır. Bu tutum akademik titizliği zedelemekte ve akademik bilgiyi, hele siyasal mülahazalarla da bu kaygıyı ayrıştırmak güç olacağından, araçsallaştırmaktadır pekala. Bununla beraber kuşkusuz Türkiye tarihini ve dinamiklerini anlamak açısından kaçınılmaz olduğu gibi ufuk açıcıdır da. Günümüzde aydınlanmacı Kemalizmin ya’dettiği Köy Enstitüleri, bugün tarihe karışmış aydınlanmacı köy öğretmeni modeli vs. bu perspektiften okunabildiği gibi benzer temada doktora tezleri Weber’in Fransa’ya dair kitabının yayınlanmasından kırk yıl sonra hala yapılmayı ve yayınlanmayı beklemektedir.

Toplum mühendisliği Türkiye’de uzun yıllarda modernleşme paradigmasının hakimiyetinin çözülüşünün arından bir tanım değil yafta olarak kullanıma girdi. Bu kitapta ise bir mühendisin tamamen kendi kontrolünde bir aygıt tasarlaması olarak değil ama modern eğitimin rahle-i tedrisinden ve tornasından geçmiş zihinlerin kendi imgelerinde bir toplum yaratma tahayyül ve şevklerini görebiliriz, hatta hissedebiliriz. Bu algının antropolojisi ve maddi dünyaya etkisi bir sorunsal olarak daha deşilmeyi beklemektedir. Hatta Türkiye özelinde radyo, gazeteler, taşrada Fenerbahçeli-Galatasaraylı olmanın uluslaşma sürecine etkisi gibi temalar üzerinde düşünülmeye ve çalışılmaya değer konulardır.

Sonuç olarak bu kitap Türkiyeli okuyucuya bir ufuk turu sunacaktır. Kuşkusuz okuyucu Weber’in görüşlerini aynen almamak durumundadır. Dönemin hakim paradigması olan modernleşme paradigması içinden yazan Weber bu sürecin git-gelini, biraz da tarihsel güzergahının insicamını bozmamak için, gözden kaçırmıştır. Aksine modernliğin ajanlarının taşraya girişinden önceki ‘saf durum’u, ‘dönüşüm süreci’ ve ‘sonrası’nı mekanik bulunabilecek şekilde üç ayrı safha olarak incelemektedir. Ulus-devlet kurma sürecinin çetrefilliği için daha güncel çalışmalara göz atmak gerekecektir. Önemli bir ihmal taşraya bir aktörlük/eylemlilik tanımamasından geçmektedir. Oysa ki yakın dönem tarihçilerinin vurgulamyı pek sevdiği üzere bu süreç tek-taraflı bir toplumsal mühendislik olarak işlememiş; karşılıklı etkileşimle şekillenmiş bir çıktı üretmiştir. ‘İlk modern ulus-devlet’ olan Fransa’nın hikâyesi kuşkusuz hepimizin hikâyesidir ve tamamlanmış bir süreç değildir.

Köylülerden Fransızlara: Fransa Kırsalının Modernleşmesi, 1870-1914
Eugen Weber
Çeviri: Çağdaş Sümer
Heretik Yayınları
776 sayfa.