Ermenistanlı ressam Artsruni Türkiye’deki ilk kişisel sergisini açtı.
Türkiye’de daha önce çeşitli karma sergilerde eserlerini görme şansı bulduğumuz Ermenistanlı ressam Artsrun Apresyan, namıdiğer Artsruni, bu kez ilk kişisel sergisi için Türkiye’de. 15 eserin yer aldığı ‘Kedinin Rüyası’ başlıklı serginin açılışı 26 Ekim Perşembe günü İmoga Art Space’te yapıldı. Artsruni’yle, 19 Kasım’a kadar ziyaret edilebilecek olan sergisine dair sorular yönelttik. Sanatçıyı konuşturmak zordu; sadece kısa ve yalın cevaplar alabildik fakat bir sanatçıdan kendini ve eserlerini ille uzun uzadıya anlatmasını beklemek de, herhalde haksızlık olur. Ne de olsa iştir kişinin aynası, söze bakılmaz.
Birkaç yıl önce yine Türkiye’deydiniz. Bu süre içinde neler yaptınız?
Son sergimizden bu yana ilk çocuğum, oğlum dünyaya geldi. Onunla geçirdiğim süre dışında kalan boş zamanlarımın neredeyse tamamını bu sergi için çalışmakla geçirdim.
‘Kedinin Rüyası’ndaki eserlerinizin tamamı kedilerle mi ilgili?
Hayır. Fakat eserlerin ikonografilerinde kedi ve benzeri dost canlıların sembolik değerleri önemli bir yer tutuyor. ‘Kedinin Rüyası’, sergilenen eserlerimden birinin adı. Bu adı serginin başlığına taşımak, küratör ve galerinin sahibiyle birlikte aldığımız bir karardı.
Önceki eserlerinizde kadın figürleri ağırlıktaydı, bu sergide de öyle mi?
Evet, kadın figürlerin ön planda olduğu söylenebilir. Çünkü kadının toplum içindeki konumu, üzerine epey kafa yorduğum, ele almayı sevdiğim bir tema.
Serginin hazırlıkları ne kadar sürdü? Nasıl bir süreçti?
Bir yıllık bir süreçti. Bu süreçteki en önemli sahne oğlumun dünyaya gelmesi oldu. Baba olmak, sergiye hazırlanırken moral verici olduğu kadar, zamanımı da aldı.
Sergide yer alan eserler hakkında neler söylersiniz?
Sergi 15 çizimden oluşuyor. Eserlerimi kelimelerle anlatmayı pek sevmiyorum, anlatılacak şeyleri eserlerimde renkler ve çizgilerle anlatmayı ve onları sergiyi gezenlerin yorumlamasını tercih ediyorum.
Serginizin küratörü Baykar Demir, daha önce birçok Ermenistanlı ressamın Türkiye’de sergi düzenlemesini sağladı. Siz nasıl tanıştınız?
Onunla Ermenistan’da ortak bir arkadaşımız vesilesiyle tanışmıştık, sanırım dört yıl önceydi. Küratörlüğü sadece iş olarak görmeyen; sanata, sanat tarihine dair güçlü bir akademik birikimi olan; pazarı iyi tanıyan ve analiz eden biri.
Küratöryal metinde, eserlerinizin ‘Maniyerizm’ (üslupçuluk) etkisiyle şekillendiği belirtiliyor. Bu yaklaşımla ilgili ne söyleyebilirsiniz?
Maniyerist ressamları her zaman sevmişimdir. Bu üslubun sanatsal dışavurumumda etkileri de vardır elbette. Bazı eserlerimde bu etkiyi, yani figürlerin orantılarında değişiklikler yaptığımı doğrudan görebilirsiniz. Ancak çağdaş bir ressam olarak modernist akımları da dışarda bırakamam; 20. yüzyıldan bugüne uzanan tüm yaklaşımları takip ediyorum.
Üretim sürecinde eserleriniz önce gözünüzde mi canlanır?
Evet, hayalimde canlandırdığım karakterleri ve kahramanları, kurguladığım kompozisyon içinde anlatmaya çalışıyor ya da vermek istediğim mesaj doğrultusunda kullanıyorum. Bu noktada gerçeküstü bir yaklaşıma da başvurarak, anlatmak istediğim şeyleri daha güçlü, farklı katmanlarda okunabilir hale getiriyorum.
Bir başka önemli ressam olan Ashot Yan’ın eserleri ile sizin eserleriniz arasında, renk ve tonlamalarda benzerlikler görüyorum. Farklı tuvallere aynı tonlarla kendi dünyanızı çiziyor olabilir misiniz?
Ashot yakın arkadaşımdır. Birlikte sergiler de düzenledik. Eserlerimizde bazı ortak noktalar olabilir. Örneğin, ikimiz de eserlerimizde nükte kullanmayı ve sembollere yer vermeyi severiz. Sanatsal olarak, bunun dışında pek ortak noktamızın olduğunu söyleyemem.