'Kızıl Afiş’in Sapancalı üyesi, ‘Son Mohikan’ Arsen Çakaryan

İkinci Dünya Savaşı’nda, Misak Manuşyan’ın öncülüğünde, Fransa’daki Nazi işgaline direnen mülteci ve işçilerden oluşan Gönüllü Partizan Savaşçılar (Franc-Tireur Partisan – FTP-MOI) grubunun yaşayan son üyesi Arsen Çakaryan, 4 Ağustos Cumartesi günü, Fransa'da hayata gözlerini yumdu. Masis Kürkçügil’in Çakaryan ve faaliyetleri hakkındaki yazısını ve Vilma Kuyumciyan’ın Çakaryan’la Paris’in banliyölerinden Vitry’deki evinde yaptığı, Agos’un 18 Mayıs 2007 tarihli sayısında yayımlanan söyleşiden bir bölümü sunuyoruz

21 Aralık 1916’da Sapanca’da doğan Arsen Çakaryan, 4 Ağustos 2018’de vefat etti. Misak Manuşyan ile anılan efsanevi Kızıl Afiş grubunun yaşayan son üyesiydi. İkinci Dünya Savaşı’nın bu direniş efsanesi, onunla birlikte artık sesini kaybetmiş bulunuyor.
Bulgaristan’a sığındıktan sonra, vatansızlara seyahat etme imkânı tanıyan Nansen pasaportunu 1928’de alan Arsen Çakaryan, 1930’da ailesiyle Marsilya’ya gider. Babası madenlerde çalışır. Çakaryan oradan Paris’e geçer; kursa gidip, ona ekmeğini kazandıracak olan terziliği öğrenir. Olaylar onu hızla militanlaştırır. 1934’te Meclis’e saldıran aşırı sağa karşı mücadeleye, iki yıl sonra 1936’da Halk Cephesi gösterilerine ve emekçilerin büyük grevlerine katılır. Komünist Partisi’nin yönetimindeki sendikaya (CGT) üye olur. Hep işçi sınıfının yanında yer alacak olan Arsen, “Patron 5 frank vereceğini söylemişti, onu bile vermedi” diye anacaktır o günleri. 
1937’de askere çağrılır ve ağır makineli tüfek alayında görev alır. 1939-40’ta savaşta yer alır; Fransız ordusunun yenilgisi üzerine 5 Ağustos 1940’ta terhis olur. Paris’e döndüğünde karşılaştığı manzarayı “her yerde Almanlar vardı, Eyfel Kulesi’ne Nazi bayrağı çekilmişti” diye tasvir edecektir. Kasım 1940’ta, savaştan önce tanıştığı Manuşyan’la birliktedir. “Ona Ermenistan için yardım toplama çalışmalarında rastlamıştım. 1933 veya 1934’te, açlık çeken Ermeni çocuklar için un ve şeker topluyordu.” 1942’de, onun getirdiği, Hitler’e karşı bildirileri dağıtırlar. O günlerde bir terzi için parça başı iş yapmaktadır. “[Manuşyan] 1942’de bir gün çalıştığım terzi atölyesine gelip ‘Bana bildirilerden bıkkınlık geldi, artık silahlı mücadele gerekiyor’ dedi” diye anlatacaktır direnişe katılışını. 

Manuşyan Grubu
Haziran 1941’e kadar Alman-Sovyet paktı devam ettiği için Nazi işgaline karşı ciddi bir direniş yokken riski yüksek ancak getirisi kıt olan bu eylemlerden sonra, Almanya’nın Rusya’ya saldırmasının ardından direniş hareketi ulusal düzeyde birleşir ve eylemlerinin dozunu giderek yükseltecek olan, İtalyan, Polonyalı Yahudi, Ermeni, Bulgar, Alman, Rumen, İtalyan gibi göçmenlerin ağırlıkta olduğu Manuşyan Grubu kurulur. De Gaulle’cülerden söz ederken “Bize silah vermekte tereddüt ediyorlardı. SSCB onları korkutuyordu. Onlara göre biz Bolşevik’tik” diyecektir. Komünist Partisi’nin yabancı işçiler örgütlenmesine (FTP-MOI) bağlı olan bu grup 1943’te askerlere saldırıdan sabotajlara kadar, bir dizi eylem yapar. Manuşyan, Haziran 1943’te Gizli Ordu’nun Paris geçici sorumlusu olur, Çakaryan da bir grubun başına geçer.
Manuşyan Grubu 28 Eylül 1943’te STO (Zorunlu Çalışma Hizmeti) sorumlusu SS generali Julius Ritter’e suikast düzenleyerek eylemlerinin zirvesine ulaşır. Yaklaşık olarak yüz kadın ve erkek, Haziran’dan Eylül’e kadar, 115 başarılı eylem yapmıştır.
‘Kızıl Afiş’, Nazilerin direnişçileri küçük düşürmek için kullandıkları bir tabirdi. Direnişçilerin “Fransız bile olmadıklarını” söyleyerek, onları bir cinayet şebekesi olarak gösteriyorlardı. Duvarla astıkları afişlerden “yabancı teröristler” olarak söz etmeyi de ihmal etmiyorlardı!
Kasım ortasında Manuşyan ve arkadaşları yakalandığında, Çakaryan direnişçi bir komiserin sayesinde saklanabilir. Daha sonra askerî eğitim de almış olduğu ve direniş tecrübesine sahip olduğundan güneyde faaliyet gösterir. Haziran 1944’te Paris’e çağrılır ve 20 dolayındaki direnişçinin komutanı olur. 

Vatansız’ savaş kahramanı
‘Kurtuluş’tan sonra asteğmen olan Çakaryan, Temmuz 1948’de, 1939-40 savaşında savaşanlara verilen madalya ve Savunma Bakanlığı’nın gümüş madalyasıyla ödüllendirilir. 1950’den sonra tarih araştırmalarına odaklanır. 
Fransız vatandaşlığını kazanması yani ‘vatansızlık’tan kurtulması ancak 1958’de olur. 
2005’te Légion d’honneur’ün şövalye, 2012’da subay, 2017’de komutan nişanlarına layık görülür. 
Ömrünün sonuna kadar okullarda, kendisini ziyaret edenlere, radyo ve televizyonlarda, anma törenlerinde, her fırsatta hem kişisel anılarını aktarır; Manuşyan Grubu’nun ve Direniş’in belleklerde canlı kalmasına çalışır. 
1985’te Mosco Boucault imzalı belgesel ‘Des terroristes à la retraite’ [Emekli teröristler] yayınlandığında, Manuşyan’ın da idam edilmeden önce eşi Meline’ye gönderdiği mektupta sözünü ettiği ‘ihanet’e ve Komünist Partisi’nin Manuşyan grubunu kurban ettiği veya yalnız bıraktığı ithamlarına karşı çıktı.
Çakaryan’ın ‘Les Francs-Tireurs de l’Affiche rouge’ (Kızıl Afiş’teki Direnişçiler], ‘Les Fusillés du mont-Valérien’ [Mont-Valérien’da Kurşuna Dizilenler] ve ‘Les Commandos de l’Affiche rouge’ [Kızıl Afiş’in Komandoları, Hélène Kosséian ile] adlı kitapları, arşiv çalışmalarının yanı sıra edebiyat alanındaki faaliyetinin ürünleridir.

Son Mohikan
Kızıl Afiş’in şiirini Louis Aragon yazdı, şarkısını Leo Ferre, filmini ise Robert Guédiguian yaptı. Polisiye romanlar ve elbette Meline Manuşyan’ın kaleminden birinci elden bir portre de var elimizde. Çakaryan ise yoldaşlarının anısına sadık kalarak, şu köhne dünyada göçmen direnişçilerin barbarlığa karşı özgürlük türküsü unutulmasın diye son saniyesine kadar çabaladı. 

'Ortak idealimiz faşizme karşı direnmekti’ 
söyleşi: VİLMA KUYUMCİYAN (Agos, 18 Mayıs 2007)

Alman işgaline karşı FTP direniş gücüne neden girdiniz?
Çünkü Fransa, Ermenileri kabul etmişti. Bizler bu yüzden Fransa’ya müteşekkirdik. Özellikle de Manuşyan gibi yetim olursanız, bulunduğunuz ülkeyle özdeşleşmek istersiniz ve böylece Fransa’yı kurtarmak sizin için bir görev oluverir. 
Bu söyledikleriniz Ermeniler için geçerli, ya diğerleri?
Gönüllü direnişçiler arasında İtalyan, İspanyol, Polonyalı Yahudi, Ermeni, Macar, Rumen vs. asıllı yabancılar yer alıyor. Onların hepsi de farklı zamanlarda akın akın Fransa’ya sığınmaya gelmişler, Fransa da onlara kucak açmış, onları karşılamış. (Karşılamasına karşılamış da, bu mültecileri bir türlü Fransız vatandaşlığına kabul etmemiş!) Ortak yanları ise faşist, antisemit, Frankist hükümetlerden kaçış. Bizler askerlik hizmetimizi yapmamıza rağmen, hâlâ Nansen pasaportluyduk, yani Fransız vatandaşlığına geçmemiştik.
İspanyollar Franko rejiminden, İtalyanlar Mussolini’den, Polonyalılar Nazilerden, Macar, Rumen ve Çekler yine Nazilerden, Ermeniler ise İttihat ve Terakki dehşetinden kaçmışlardı. 
(...)
Peki, nasıl örgütlendiniz?
Bizler ikişer, üçer kişi birlikte kalıyorduk. Aileyle tüm bağlarımızı kesiyorduk. Ben mesela anneme transatlantikle Amerika’ya gideceğimi söylemiştim; oysa Paris’te birkaç mahalle ötedeydim. Takma ad ve sicil numaralarımızla birbirimizi tanıyorduk. Talimatlar ve silahlar Londra’dan geliyordu. Çok iyi örgütlenmiştik. Üç günde ortalama iki saldırı düzenliyorduk. Altı ayda toplam 120 suikast düzenlemiş ve 13 treni rayından çıkarmıştık.
Kimlere karşı düzenliyordunuz bu saldırıları? 
Suikastlar Nazi subaylarına yönelikti. Paris’in işgali Almanlar için bir gurur kaynağıydı ve Paris sokaklarında üniformalarıyla SS subayları caka satarlardı. Ancak bizim Direniş’e geçmemizden sonra artık sivil elbiselerle dolaşmaya başlamışlardı. O güne kadar Almanlara karşı ciddi bir direniş olmamıştı, gizli örgütlenme de olmamıştı. 
Neden, yabancı olduğunuz halde, Fransa’yı işgal güçlerinden kurtarmaya çalıştınız? 
Çünkü bu insanlar kendi ülkelerinde daha önce tattıkları faşist rejimlerin Fransa’da da tekrarlanmasını istemiyorlardı. Durduk yerde direnişe geçmezsiniz. Faşizmin ne denli tehlikeli olduğunu bildiğimiz için, faşizmi Fransa’ya sokmamakta kararlıydık. Farklı ülkelerden gelmelerine rağmen aynı yaraya sahiptiler ve bizi direnişe geçiren ideal aynıydı. Özgürlüğün ne kadar değerli olduğunu bildiğimiz için faşizme karşı direnmekti ortak idealimiz.
Tüm bu yabancı mülteci direnişçiler arasında, bazılarının milliyeti diğerlerine göre daha baskın çıkıyor muydu? 
Hayır. Direnişi başlattığımızda birbirimizin uyruğunu, ismini dahi bilmiyorduk. Hepimiz de Fransızcayı farklı bir şiveyle konuşuyorduk; ancak şivemizden anlaşılabilirdi İtalyan, İspanyol... Ermeni olduğumuz. Hepimizin takma adı ve birer de sicil numarası vardı. Birlikte, faşizme karşı olan enerjimiz daha bir güçleniyordu. Birbirimizin kim olduğunu belki bilmiyorduk ama arkadaşımızın önüne geçip hayatını kurtarmak için kendimizi de esirgemiyorduk. İşte böyle bir dayanışmaydı bizimkisi.
Ermenilerin FTP’deki rolü neydi?
Toplam yedi Ermeni’ydik. Manuşyan örgütün yöneticisiydi. 1 Haziran 1943’te başkanlığa seçilerek, ‘Askerî Komiser’ olarak adlandırıldı. İki kadın bulunuyordu: Misak’ın eşi Meline Manuşyan ve Luisa Aslanyan (yazar ve şair). Onların görevi SS’lere karşı gizlice duvarlara afiş yapıştırmak ve haber götürüp getirmekti.
Neden Almanya’yı hedef almıştınız?
Bizler, 1915 olaylarında Almanların rolü olduğunu, Almanya istemese soykırım olmayacağını düşünüyorduk. Üstelik 1941’de Türkiye’nin Almanya, İtalya ve Japonya’nın yanında gerektiğinde savaşa gireceğine dair gizli bir doküman imzaladığını biliyorduk. Zaten Almanya Kafkaslara kadar yol almıştı. Türkiye sınırına 200 km, Ermenistan sınırına ise 150 km. uzaklıktaydı. 26 bölük bulunuyordu bu sınırda. Amaçlarımızdan biri de Ermenistan’a saldırmalarını engellemekti.
(...)
Türk toplumuna ne tür bir mesaj iletmek istersiniz?
Ben Türk halkına acıyorum! Paris’te yayın yapan Türk radyosu beni birkaç kez davet etti. Oradan da ilettiğim gibi ben çok üzülüyorum Türk halkının ülkesini bırakıp yabancı ülkelere gitmesine. Bakın, biz Oryantal bir ruh yapısına sahibizdir ve alışkınızdır Doğu’da yaşamaya. Türkiye’nin saygın bir ülke olmaya hakkı var. Ancak ne yazık ki devlet hiç değişmedi ve halkını aynı şekilde yönetmeye devam etmekte. Devlet, kendi öz halkını sevmiyor mu acaba? Bakın, bir haksızlık yapıldı. Haksızlıklar yapan başka devletler de var. Türkiye kendi halkını sürdü. Manuşyan Grubu’nda faaliyet gösteren Ermenilerin çoğunluğu Türkiyeliydi. Bugün Fransız devleti onları anıyor ve onlarla gurur duyuyor. Düşünün bir, Türkiye de Manuşyan’la gurur duyabilirdi!


FTP-MOI içinde Paris ve çevresinde Nazilere karşı savaşan Ermeniler
Misak Manuşyan (1906 Adıyaman)
Arpen Manukyan (1898 Şuşi)
Arsen Çakaryan (1916 Sapanca)
Henri Karayan (1921 İstanbul)
Hayg Tıbiryan (1910 Adapazarı)
Diran Vosgeriçyan (1914 Diyarbakır)
Alexandre Konstantinyan (1904 Adana) 
Dikran Lorenyan (1908 İstanbul)


Kategoriler

Genel Dünya


Yazar Hakkında