‘Böyle giderse yoğun bakımdaki balıkçılığımız ölecek’

Sürdürülebilir balıkçılık aktivisti ve eski balıkçı Kenan Kedikli ile yeni balık sezonunu, kendi kişisel bloğunda (dokuluk.blogspot.com) dile getirdiği idddiaları konuştuk. Kedikli, “Her türden sürdürülebilir balıkçılık girişimine karşı mücadele eden bazı odaklar”a dikkat çekiyor.

Nasıl bir balık sezonu bekliyorsun?

Balıkçı her yeni sezona umutla başlar. En küçüğünden en büyüğüne kadar her zaman böyle olmuştur. Ancak bu sezon durum biraz farklı. Genel olarak umudu korumaya çalışsalar da bu sene umutsuzluk giderek yayılıyor. Sezon öncesi palamut dışında bir beklenti neredeyse yoktu. Sezon başlayınca gördük ki beklendiği kadar büyük miktarlarda bir palamut avcılığı gerçekleşmeyecek. Doğu Karadeniz’de yüzleri güldüren palamut, Orta ve Batı Karadeniz’de çok düşük seviyelerde seyrediyor. İstavrit az, lüfer ise henüz ortada yok. Marmara hamsisi bu yıl çok küçük. Mezgit açısından da umut verici bir işaret yok.

Bazı bölgelerden gelen sarıkanat haberleri ile Kasım ayında başlaması muhtemel karadeniz hamsisi dışında ortada bir umut yok. Şimdiden söyleyebilirim ki Eylül, Ekim ve Kasım aylarında görülecek kısmi bir balık arzı dışında gerek avcı gerekse tüketici açısından kötü bir balıkçılık sezonu geçireceğiz gibi görünüyor. 

Sezon başlarken kendi kişisel blogunda bazı iddialar dile getirdin. Balıkçılık yönetiminde neler oluyor?

İyi şeyler olmuyor diyerek başlayayım… İyi şeyler olmuyor çünkü her türden sürdürülebilir balıkçılık girişimine ve müdahalesine karşı mücadele eden bazı odaklar bu sene ilk defa amaçları doğrultusunda adım atabilecekleri ciddi bir zemin yakaladılar. Bu zemin ülkenin değişen yönetim yapısı ve bu yönetim yapısının oluşturduğu boşluklar sayesinde oluştu. 
Bu odaklar merkezi balıkçılık yönetimini ‘bypass’ ederek Cumhurbaşkanı Erdoğan üzerinden taleplerini gerçekleştirmek için adımlar attılar. Bu atılan adımların kısmi etkisini kısa zamanda gördük. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sezon açılışı için Sarıyer’e gelmesini sağladılar. Son 7 yıldır alınan koruyucu kararların tartışılacağına dair taleplerini Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açılış konuşmasına taşıdılar. 
Şimdi bakanlığın ve genel müdürlüğün 2011’den bu yana aldığı tüm kararların tartışılacağı bir kurul oluşturuluyor. Üstelik Türkiye balıkçılık filosunun sayısal olarak yüzde 10’unu oluşturanlar bu kurulda yüzde 40’lık bir temsil gücüne sahip olacaklar. 

Blogunda yazdın ama Agos okuyucusu için tekrar sormak istiyorum. Bu grup, ne istiyor? 

Bu grubun esasen istediği 24 metre olan derinlik yasağının kaldırılması ve gırgırlara yasak alanların daraltılması. Lakin büyük avcı filosu içinde küçük bir azınlığa sahip olan bu grup, nisbi bir çoğunluk elde edebilmek için kelimenin tam anlamıyla filonun diğer kesimlerini kendi talepleri etrafında toplayabilmek amacıyla onları cezbedecek taleplerde bulunuyor. Mesela kıyıdan 3 mil açıkta avlanabilen trol avcılığına 1.5 mil talep ediyorlar. İstavrit balığının avlanma boyunun 10 santimetreye düşmesini talep ediyorlar. Daha düne kadar yok saydıkları küçük ölçekli geleneksel balıkçıları kendi yanlarına çekemeseler de sessizleştirebilmek için misina ağ yasağının kaldırılmasını talep ediyorlar.

Bu talepleri gerçekleşirse ne olur? Yani balıkçılık açısından oluşacak tehdit nedir?

Bu soruya çok kısa bir cevap vereyim. Bizler ticari balık avcılığını düzenleyen 4/2 sayılı tebliğ ile ölmekte olan hastanın durumunu stabilize edip, yoğun bakıma aldık. Son birkaç yıldır yoğun bakımın camından bakan hasta yakınları gibi “elini oynattı, ayağını oynattı” diye sevinir durur bir hale gelmiştik. Senin sorunun cevabı tam da bu duruma denk düşüyor. Bu kararların gerçekleşmesi durumunda biz yoğun bakımda bekleyen hastamızın tüm ilaçlarını kesmiş ve sistemi kapatmış olacağız. Yoğun bakımdaki balıkçılığımız ölecek. Bunun sorumluluğu da günümüze kadar iyileşmesini sağlayamasa da ölmesini engelleyen doktorların yani merkezi balıkçılık yönetiminin olacak.
Balıkçılık yönetimi neden içinde bulunduğu bu durumdan çıkamıyor? 
Kurumsal yönetimler açısından en zor alanlardan birisidir balıkçılık. Aynı kaynaklar üzerinde faaliyet gösteren ve çıkarları çatışan 10’dan fazla grup var. Bu grupların aşağıya doğru dağılan varyantları var. Bu nedenle tüm grupların karar süreçlerine katılması gerekiyor. Daha anlaşılır bir ifadeyle çok paydaşlı bir balıkçılık yönetimine ihtiyaç var. Bu çok paydaşlı yönetimin sağlanması için günün ihtiyaçlarına cevap veren yasal bir zemin, yeterli kadro ve yeterli bir bütçe oluşturmak gerekiyor. Ne yazık ki bizim su ürünleri kanunumuz 1973 tarihli. İki kez değiştirme girişimi başarısız oldu. 
Kadromuz az. Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü’nün kurulmuş olmasına ve taşra teşkilatları oluşturulmasına rağmen yeterli kadroya sahip değil. Bakanlığın İl Müdürlüğünde çalışan bir memur sadece balıkçılıkla uğraşmıyor. Yarış atı tartmaya da gidiyor, gıda satan işletmeleri de denetliyor. 
Yasadışı avcılıkla mücadele, avcılığın denetlenmesiyle ilgili olan ve işi sadece bu olan bir birim maalesef yok. Acılen bir birim kurulmalı. Yeter miktarda deniz aracı ile yaklaşık 1200-1500 civarında personel ataması yapılmalıdır.

“Eylül, Ekim ve Kasım aylarında görülecek kısmi bir balık arzı dışında gerek avcı gerekse tüketici açısından kötü bir balıkçılık sezonu geçireceğiz gibi görünüyor.”

Başka neler yapılmalı?

Sürdürülebilir balıkçılık için için her şeyden önce “sürdürülebilir bir balıkçılık yönetimi” inşa etmeliyiz. Son 10 yıldır ki hiç önemsizleştirmeden ve kıymetini düşürmeden söylüyorum, derinlik yasağı, boy yasakları ve benzer tartışmalar ne yazık ki ayrıntılarda boğulmaktan başka bir işe yaramadı. Tartıştığımız konular ve alınan kararlar sadece ölmekte olan balıkçılığımızın ölümünü ertelemiş oldu.  Bununla yetinemeyiz. Merkezi balıkçılık yönetimi de bununla yetinemez. Onların kanunla tanınmış görevi kaynakları korumak ve balıkçılığın sürdürülebilir devamını sağlamaktır. Bu nedenle bundan sonraki hedef, ölümü geciktirmek değil hastayı yoğun bakımdan çıkartmak olmalıdır. 

Bunun için yapılması gerekenler çok karmaşık görünmüyor. Ne dersin? 

Balıkçılık yönetiminin güçlendirilmesi ve sürdürülebilirliğinin sağlanması gerekiyor. Aldığı kararlar lobilerin baskısına direnemeyen siyasetçilerin talimatları ile değiştirilmeye zorlanan bir balıkçılık bürokrasisi ile balıkçılığı yönetemezsiniz. Bu nedenle belki de balıkçılık yönetimi özerk bir kurum haline getirilmelidir. Mesela futbol federasyonu gibi. Bunun tartışılması gerekiyor. 
Paydaşların hukuki, mali ve örgütsel olarak güçlendirilmesi doğrultusunda gerekli adımları atmak zorundasınız. Bu ikinci husus, alınacak kararların hayata geçirilmesi doğrultusunda sağlanacak paydaş desteği açısından zorunludur. 
Ülkemizde kesin hatlarla ayrılmamış olsa da balıkçı kitlesini temsil eden iki örgütsel yapı var. Bir tanesi büyük ölçekli balıkçıları bünyesinde toplayan ve üretici birliği olarak kurulmuş olan DEM-BİR (Deniz Ürünleri Avcıları Üreticileri Merkez Birliği). Diğeri ise ezici çoğunlukla küçük ve orta ölçekli balıkçıları bünyesinde toplayan balıkçı kooperatiflerinin merkezi birliği SURKOOP (Su Ürünleri Kooperatifleri Merkez Birliği).
Bu iki yapı da asli faaliyet alanlarını kaçınılmaz olarak boşaltmış olan, tamamen dernek gibi davranan yapılardır. Yine bu iki yapı, mali olarak devlet desteğine ihtiyaç duyan, daha açık söylemek gerekirse devlet desteği olmazsa varlıklarını devam ettiremeyecek olan yapılardır.
DEM-BİR asli işi olan pazara balık arzının düzenlenmesi konusunda neredeyse hiçbir şey yapamaz iken SURKOOP asli işi olan küçük balıkçılık ekonomisinin güçlendirilmesi ve sürdürülebilirliğinin sağlanması açısından hiçbir şey yapamaz durumdadır.
Hayat bu iki büyük örgütü birbiriyle mücadele eder duruma getirdi. Her iki kurum da içine düştükleri bu girdaptan çıkışı popülist faaliyetlerle tribüne oynamakta arıyorlar. Gerek Kooperatifler Kanunu gerekse Üretici Birlikler Kanunu, günün ihtiyaçlarına göre düzenlenmeli, hukuki ve mali olarak güçlenmeleri sağlanmalıdır. Bu iki kuruma yapılan mali destekler, siyasetçilerin ya da bürokratların insiyatifinden çıkarılmalı, kanunla güvence altına alınmalıdır.

Kategoriler

Genel Güncel


Yazar Hakkında

1967 İstanbul doğumlu. Agos yazı işleri müdürü ve kitap eki Kirk'in editörü; güncel politika, dini akımlar, tarihle ilgili güncel tartışmalar ve yeni çıkan kitaplar hakkında haberler yapıyor.