Bu şehrin yorulmak bilmeyen gözü

NİKOS ECONOMOPOULOS 

Onunla 1985 baharında tanışmıştık. Beni ilk kez Çiçek Pasajı’na yemeğe götürdüğünde karşımda oturuşu hâlâ gözümün önünde. O kalabalığın ve uğultunun içinde, elinde küçük akordeonuyla gördüğüm Ermeni kadını ve karşımda oturan adamın tatlı, hayat dolu bakışlarını hatırlıyorum. Telefon numarasını bana Jozef Koudelka vermiş, onunla buluşmayı ihmal etmememi tembih ederek, “İstanbul’u sana onun gibi gösterebilecek biri daha yoktur” demişti. O zamandan beri, İstanbul’a her gidişimde onunla buluştum. Birlikte seyahatlere çıktık, Kapadokya’ya kadar gittik. Ama en çok İstanbul’un, onun şehrinin mahallelerinde ve sokaklarında ‘seyahat ettik’. Gezintilerimiz, meze atıştırmak için oturduğumuz Agop’ta, yemeğe gittiğimiz Boğaz’da ya da –babaevinde, kitapların ve eşyaların arasında uzun uzun vakit geçirdikten sonra– sohbet etmek için gittiğimiz, kendi adını taşıyan kafede son bulurdu, ama nereye gidersek gidelim, seyahatimiz devam ederdi. Sohbet, Pera’da geçen çocukluk yıllarına ait karelerden, ülkenin bir ucundan diğer ucuna, Afrodisyas’tan Ararat Dağı’na kadar, her yerde yaptığı keşif gezilerine uzanırdı; anlattıklarıyla, yakın tarihten sahneler adeta canlanırdı gözümün önünde. Her vedalaşmamızda, son zamanlarda belirginleşen beli bükülmüş görünümü daha da silikleşiyor, onun yerini, İstanbul’un aynı dar sokaklarında oynayarak büyüyen çocuk ve keskin bakışlarıyla, şehrin soluk kesen hikâyesinden enstantaneler yakalamanın çeşitli yollarını bulup çıkaran gencecik fotoğrafçı alıyordu. Ara Güler İstanbul’la özdeşleşti, bu şehrin yorulmak bilmeyen gözü oldu, çünkü onu, yaşanmışlığa dayanan bu özdeşlikle, sanki kendi eviymiş gibi fotoğraflıyordu. Ve herkese, bu yaşanmışlıktan küçük birer parça hediye ederek, şehri biraz da onlara ait kıldı.