‘Sarı yelekliler’in meşruluğundan ‘insan hakları’na

Sorun çok daha derinde; mesele sadece sınıf çatışması değil aynı zamanda farklı etnik gruplarn ‘entegrasyonu’ ve aynı vatandaşlık haklarından faydalanmak istemeleri… Nitekim, sessizliğini bozan Macron, bu ‘göç sorunu’na dair ciddi adımlar atacağını söyleyerek, halkı anladığını ve anlamak istediğini vurguladı.

NAZLI TEMİR-PARİS (temirnazli@gmail.com)


Her toplumun bağlı olduğu değerler, sahip çıktığı fikirler vardır. Bunları değiştirmek, yerlerinden oynatabilmek çok kolay değildir. Bugün Fransa toplumuna baktığımızda pek çok Fransız’ın kendi kimliğini, temelde iki prensip etrafında ifade ettiğini  söylemek yanlış olmaz. Biri, ‘laiklik’ ikincisi de ‘insan haklari’. Fransa’da son haftalarda yaşanan toplumsal hareketlilik, bizi yeniden bu kavramlar üzerine düşünmeye itti. 
10 Aralık’ta pek çok günlük gazete 10 Aralık 1948’de Birleşmiş Milletler tarafından yayınlanan İnsan Hakları Evrensel Beyannemesi’ne  manşetten yer verdiler. Daha ilkokulda maddeleri ezberletilen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, pek çok Fransız’ın yıkılmaz ilkeleri arasında yer alıyor. Peki, ya bu bildirinin günlük hayattaki tezahürü nedir? Gerçekten de ileri bir demokrasi ve insan haklarından bahsetmek mümkün müdür? Yoksa  bahsedilen ‘insan hakları’ndan ziyade ‘vatandaşlık hakları’ daha doğrusu ‘Fransız hakları’mıdır ? Yine ‘Sarı Yelekliler’in son günlerdeki eylemleri, harekete bir de bu yönden bakmamıza neden oldu.

Çıkış noktası 

Yeniden hareketin çıkış noktasını unutmamak için küçük bir hatırlatma yapalım. Halkın büyük çoğunluğunun oyunu alan ve sağcı-aşırı milliyetçi parti sözcüsü Le Pen’le mücadele ederek iktidara gelen Macron, bildiğimiz gibi akaryakıta zam yaptığı için, özellikle orta sınıfların ayaklanmasına neden oldu.
Geçen hafta Agos’ta yayımlanan yazımda bunların daha çok ‘beyaz Fransızlar' olduklarından söz etmiştim. ‘Sarı Yelekli taşralı beyaz Fransızlar’. Öte yandan gün geçtikçe hareket büyüdü ve içine pek çok farklı grubu aldı ; mesele akaryakıt meselesinden çıktı ve bunun çok daha ötesine gitti. Bugün farklı sınıflardan, farklı kuşaklardan gruplar kendi sorunlarını dile getirmek için ‘Sarı yelekliler’e katıldılar. Mesele artık ‘herkes’in meselesi haline gelirken, bugün hâlâ ikna olmamış ve ‘Sari Yelekliler’e mesafeli duran kesimleri de görmezden gelemeyiz. 

Öğrenci eylemleri 

Örneğin bu gruplardan biri de lise ögrencileri oldu. Ögrencilerin akaryakıt zammıyla ilgili olarak sokağa çıkmadıkları aşikâr. Bu onları hiç ilgilendirmiyor; hatta Parislileri ya da büyük şehirlerdekileri de ilgilendirmiyor çünkü toplu taşımanın çok sık kullanıldığı yerlerde değil taşrada, araba kullanımının bir lüks değil, zorunluluk olduğu yerlerde  eylemler başlamıştı. Öte yandan Macron’un geçtiğimiz günlerde akaryakıt zammıyla ilgili geri adım attığını unutmayalım. Çevrecilerin de bunu desteklemesi, aslında bize acilen Fransa’da bir ekoloji siyaseti gerektiğini de gösterdi. Fakat buna rağmen ‘Sarı Yelekliler’ bunun yetmeyeceğini, taleplerinin hepsinin birlikte değerlendirilmesi gerektigini söyleyerek, eylemlerin süreceğini açıkladılar. Dolayısıyla, ‘Sarı Yelekliler’, herkesin kendi yarasını kaşıdı ve herkesin kendi sorunlarını dile getirebilmesi için bir fırsat oldu. Sonunda da öğrencilerin ayaklanmasına vesile oldu.

Öğrencilerin istedikleri, temelde sınav sistemine dair degişikliklerle ilgili. Yani kendi haklarına ve alanlarına sahip çıkmak istiyorlar. Bu anlamda, ‘Sarı Yelekliler’den de biraz ayrılıyorlar çünkü onlar kendi alanlarına değil, bir başka sınıfa ait olan alanda bir tahakküm kurmak istiyorlar. Bunun en güzel örneği,  eylemlerin taşradan çıkmasına rağmen, artık Paris’in en lüks semtlerinde yapılıyor olması. Bu sembolik olarak bize ‘Sarı Yelekliler’in neye karşı öfkeli olduklarını da gösteriyor. Mesele sınıf meselesi ama herşeyden önce meşruiyet meselesi. Eğer talep varsa bunun nedeni sınıfsal, siyasi, etnik veya ne olursa olsun meşru olmasıdır. Özellikle demokratik ülkelerde bu böyledir çünkü halkın sesi merkezdedir ; önemlidir ve meşrudur. Bu meşruiyet ise, kurallara, haklara uyduğu için değil tamamen insan haklarının temelinde olduğu için esastır ya da böyle olmalıdır. Dolayısıyla, insan hakları çerçevesinde değerlendirdiğimizde, ‘Sarı Yelekliler’in de öğrencilerin de öfkesi ve talepleri meşrudur, meşru kabul edilmelidir. Ve bu meşru hareketin nedenlerini, eksiklerini ve nereye doğru evrildiğini sorgulamamız da biz bireylerin en meşru hakkıdır.

Öte yandan öğrenciler kendilerini ille de ‘Sarı Yelekliler’ olarak görmediklerini de söylüyorlar çünkü daha önce de vurguladığım gibi artık mesele ‘akaryakıt zammı’ndan ‘kişi hak ve özgürlükleri’ meselesine geldi. Peki, ayaklanan öğrencilerin aynı zamanda yabancı öğrencilerin okul harçlarına yapılan zamlardan haberleri yok mu? Ya da bu onları ilgilendirmiyor mu ? Geçen haftalarda yapılan zamlar arasında yüksek lisans ve doktora yapmak isteyen ‘Avrupalı olmayan’ öğrencilerden artık yıllık 3770 Euro harç ücreti, lisans yapmak isteyenlerden ise 2770 Euro alınacağı duyurusu yapılmıştı. Oysa ‘Fransızlar’ için bu sadece 170 ile 380 Euro arasında bir yere tekâbül ediyor. Bu bize, Macron siyasetine dair ipuçları verirken  hem de toplumsal olarak da birtakım derin sorunların olduğuna işaret ediyor. ‘Sarı Yelekliler’in ve öğrencilerin neden bu konuda diyeceği çok az şey var? Ya da medyada bu Avrupalı olmayan öğrenciler neden görünür değiller ?

Göçmen sorunu 

Bir diğer önemli nokta, göçmen sorunu. ‘Sarı Yelekliler’in çıkış noktasıyla ilgisi olmayan bir konunun tekrardan ortaya çıkması düşündürücü. Hemen her TV kanalında, tartışma konusu ‘Sarı Yelekliler’in talepleriyken, sonunda ‘göç’ ve ‘göçmen’ sorunsalına değiniyor. O halde sorun çok daha derinde; mesele sadece sınıf çatışması değil aynı zamanda farklı etnik gruplarn ‘entegrasyonu’ ve aynı vatandaşlık haklarından faydalanmak istemeleri… Nitekim, sessizliğini bozan Macron, geçen Salı günü halka yaptığı son konuşmasında, bu ‘göç’ sorununa dair ciddi adımlar atacağını söyleyerek, halkı anladığını ve anlamak istediğini vurguladı. 
Öyleyse bugün siyaseten de kamusal alanda da ‘insan hakları’ ilkesinden değil, ‘vatandaşlık hakları’ndan yola çıkılarak hareket ediliyor diyebiliriz. Bu, Fransız Devrimi’nin 200. yılının kutlandığı, insan haklarının evrenselliğinin coşkuyla anıldığı 1989 yılının başında Fransa’nın yaşadıklarını hatırlatıyor. Özellikle farklı ülkelerden gelen göçmenlerin çogalmasıyla birlikte, işsizliğin ve ‘yabancı düşmanlığı’nın arttığı dönemde, Fransızların yabancılardan öncelikli olduğu bir işe alım sürecinin öngörüldüğü, birtakım göçmenlerin ülkelerine geri gönderilmesi gerektiği  gibi çözüm önerileriyle dolu siyasi ortamı hatırlatıyor bize. Baba Jean Marie Le Pen’in ise o zaman dediklerini hatırlayalım: Hukuk önünde sadece vatandaşlar eşittir, tüm insanlar değil.

‘Birey’ ve hakları

Gözlemlerim bana bu hareketin oldukça heterojen, çok parçalı olmasına rağmen çoğunluğunun ‘aşırı sağ’ yani ‘Le Penciler’ tarafından domine edildiğini gösteriyor. Bir diğer grubun da ‘Sol Melanchoncular’ tarafından kontrol altında olduğunu söyleyebiliriz. Heterojen grubun hâlâ azınlık olduğunu söylemek yanlış değil. Bu, Fransızların bir kısmını korkuturken, bir kısmı için de hâlâ geleceğe dair umut işığı teşkil ediyor çünkü Fransa toplumunun sokağa çıkma, prostesto etme, talep etme refleklersinin de çok güçlü olduğunu biliyoruz. Ancak bu kez, en azından heterojen grup için, siyasi ya da tarihsel birtakım sembollere referanstan çok, ‘birey’in kendi hak ve özgürlüklerinin talep etmesi gerçeği var. Yani artık bir ‘birey’ olarak hak talepleri var. Fakat ‘birey’den kasıt Fransız vatandaşlar mı yoksa Fransa’da yaşayan tüm bireyler mi ? Göçmenleri, azınlıkları, her sosyo-ekonomik sınıftan grubu içine alan bir ‘insan hakları’ sorununun vücut bulması mı yoksa ‘ayrıcalıklılar’ grubunun kamusal alandaki tezahürü mü? Bunu şimdilik cevaplamak zor ama ilerleyen günlerde neye evrildiğini göreceğiz. Fakat eğer, tüm bireylerin, hak ve özgürlüklerinin merkez alındığı bir talepten bahsedebilirsek o zaman bu hareket, ‘vatandaşlık hakki’ ilkesinden ‘insan hakları’ temeline geçtiğimizin habercisi olabilir. 

Kategoriler

Güncel