Bir yeni çağ romanı

BÜŞRA UYAR

Her insanın ikinci bir planı vardır: Kendi hayatına son vermek. Binlerce alternatifi olan bu planın belki de en estetik olanı, kişinin kendisini bir köprüden atmasıdır. Korkunun, rüzgârın, denizin ve çarpışın sağladığı bu uyumun aslında insanı çeken yanı, son buluştur. Kimse planının başarısız olacağı ihtimalini hesaba katarak bu alternatifte kendini bulmaz, ama nadir de olsa bazı istisnalar olur. Burhan Sönmez’in İletişim Yayınları’ndan çıkan son kitabı ‘Labirent’, bu istisnanın hikâyesi… 

Kendisine yabancı

Genç bir müzisyen olan Boratin gözünü hastanede açar. Kaburgası kırılmış ve hafızasını kaybetmiştir. Evine, arkadaşlarına, müziğine yabancıdır, en çok da kendisine. Her insan geçmişiyle ve yarınının beklentisiyle var olurken, Boratin kendi yarısından mahrum kalmıştır, intihar sebebinden bile. 

Bir intihar girişiminin hafıza kaybıyla sonlanması çoğu insan tarafından ‘şans’ olarak adlandırılabilir. Çünkü çok az insana geçmişinden kurtulma şansı verilir. Geçmişi ne olursa olsun herkes için bu fırsat, kıskanılan bir fırsattır. Ama gerçekten de, öyle midir? Boratin’in neye çözüm olarak kendini boğazın sularına bıraktığını bilmiyoruz, bunu o da bilmiyor. Karakterimiz sebebini bilmediğimiz eyleminden sağ kurtuluyor ama bu kurtuluşa ne ilahi bir anlam, ne de bir vazife yükleyebiliyoruz. Ve daha bizim için her şeyin başında, kelimenin tam anlamıyla herkese ve her şeye yabancı bir şekilde, öylece kalıyoruz. Boratin’le bir bütün olarak, biraz da ürkek, soruyoruz: Ya kurtulmak istediğimiz parça bu değilse?

Sağlıklı sağlıksız her insanın hayalini kurduğu intiharın, çıkış yolu olarak görülen kesin bir unutuşun kişiyi nasıl sarsabileceğini tahayyül etmek, biri yazmadığı sürece oldukça zor. Bu açıdan Burhan Sönmez, ‘Labirent’ ile okuyanlara bambaşka bir deneyim, bambaşka bir çaresizlik yaşatıyor. Bellek denen şeyin sadece anıları değil; toplumları, ara sokakları, sırrı dökülmüş aynaları, bozuk saatleri ve yağmur tanelerini de koruduğunu bize hatırlatıyor. Bu çok basit ama kendimize hiç hatırlatmadığımız gerçek, afallamamıza sebep oluyor. 

İnsanlar geçmişiyle var olur, geçmişiyle var olmayanlar ise geçmişini anlatma derdiyle. Yeni tanışılan insanlara kusar gibi geçmişimizi anlatmamız, sevdiğimiz insanı geçmişinde aramamız, çocuklara iyi bir geçmiş bırakmak için yarını çılgınca detaylarla kurmamız bundandır. Haliyle bir edebi metinde de karakteri tam anlamıyla tanıyabilmek için onu geçmişinin ipuçlarında ararız, ki ‘Labirent’ Boratin’e dair kocaman ipuçları veriyor bize. Hatta bu ipuçları onu oldukça karizmatik bir bütün halinde düşünebilmemizi de sağlıyor. Lakin bu karizmatik bütün, bizim için belki biraz da itici bulduğumuz, abartı bir anlatımın ötesine geçemez; çünkü geçmişsiz bir şekilde yine ‘o’ olması için teşvik edilen Boratin, ne onun içine sinebilir ne de bizim içimize. Arkadaşlarının ve aynaların söylediğiyle yetinirsek Boratin oldukça yakışıklı ve karizmatik, tam da hayatı roman olur diyebileceğimiz türden biri. Ekibinin doğal lideri, güzel sözlerin yazarı, kendini ifade edebilmek için müzik gibi güçlü bir sanatı da kullanabiliyor. Ancak ne yaparsak yapalım bu bulgularla Boratin’i var edemiyoruz. Tanımadığımız Boratin’in içinde, Boratin’i kaybediyoruz. Boratin’le beraber kafamızın içinde köşeye dönen her sokağın bir çıkış olabileceğini düşünüyoruz; ama çıkmamız gerekiyor mu, çıkarsak ne olacak, bunu bilemeden öylece başka bir sokağa giriyoruz. İşte bu noktada ‘Labirent’i çekici kılan bir başka unsur da bu; yazarın karakterini bizimle birlikte, böylesine savunmasız halde, gerçek bir ‘labirent’in içinde bırakması. 

 Boratin’le bütün olmak güç, ancak Burhan Sönmez’in sakin, akıcı dili bu zorluğu bizler için zevkli hale getiriyor. Sönmez’in sade cümleleriyle adeta “yan komşunun rüyasını” yaşıyoruz, defalarca yürüdüğümüz İstanbul sokaklarıyla tekrar tanışıyoruz ve Boratin’le bir ipucu, belki de bir sebep aranıp duruyoruz. Alışkanlıklarımızı gözden geçiriyor, bizi biz yaptığı iddia edilen şeylerin kusurlarını çok rahat görebiliyoruz. ‘Labirent’, bize aramayı ve empati kurmayı öğretiyor; bulamıyor olmamıza rağmen. Bu hareketli durgunluk, geçmişsiz bugün içinde kendimizi Boratin’in dupduru düşüncelerine bırakıyoruz: “Saatin çarklarında zaman hem ilerliyor hem de aynı yerde dönüp duruyor. Bunun nasıl mümkün olduğunu anlasam, hayatı da anlarım belki.”

‘Labirent’ bir yeni çağ romanı. Kusursuz karakterlere kusursuz hayatlar bahşeden ’yeni’ romanlar arasında çok rahat fark edebiliyoruz onu. Geçmişi kaybetmeye, geçmişi aramaya aksiyon dolu işlerden aşinayız, halbuki ‘Labirent’ ile geçmişi kaybetmenin bambaşka bir şekliyle tanışıyoruz; belki de işlenmesi en zor şekliyle. Bu çok güzel işlenmiş, naif anlatımdan sonra geçmişimizin kaybedilebilecek bir şey olduğunu fark ediyoruz. Ve onu aramak için çıkılabilecek net bir yol olmadığını, geleceğe uzanabilmek için de net bir yol olmayacağını… ‘Labirent’ içimize bizi koruyan bir korku salıyor, bu korku içimizdeki labirenti keşfe çıkmak için bizi teşvik ediyor ve kendimize ilk adımımızı atıyoruz. 

Labirent

Burhan Sönmez

İletişim Yayınları

123 sayfa.