OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

İfade özgürlüğü mü, hakaret mi?

Net biçimde ifade özgürlüğü sınırları dışında kalan iki durum var. Biri tehdit. İster bir kimseyi, ister bir grubu, zarar vermekle tehdit etmek, ifade özgürlüğü olarak kabul edilmemelidir. İkincisi, nefret söylemi ve ırkçılık ifade özgürlüğü olarak kabul edilemez.

Türkiye, demokrasi kültürünün temel değer ve normlarının ne uygulayıcı hukukçular ne de sıradan halk tarafından içselleştirildiği, benimsendiği bir ülkedir. Bu alanda temel parametrelerde sorunlar vardır. İfade özgürlüğü bunlardan biri. İfade özgürlüğü herkesin bir hakkı olarak herkes tarafından kabul edilmiş değil. Kiminin dinî, kiminin siyasi kutsalları var ve onlara karşı bir söz söylenmesine, eleştiri getirilmesine tahammülü yok. Hepsinin de kendi tutumlarını savunurken sıkça başvurdukları argüman, “Hakaret ifade özgürlüğü olamaz.” İlk anda kulağa makul ve mantıklı gelen bu sözün, işin esasına, neyin hakaret olup olmadığına, örneklere dalınca o kadar da sağlam bir dayanak olmadığı ortaya çıkıyor. Örneğin, yolsuzluk yaptığını düşündüğünüz bir yönetici, siyasetçi için, “düzenbaz”, “hilekâr”, “yalancı”, hatta “hırsız” gibi sıfatlar kullandığınızda bu hakaret olur mu? Ya da, yaşayan veya ölmüş bir siyasetçinin, devlet adamının toplumu veya en azından bir kesimini ezen biri olduğunu düşünüyorsanız onun için “despot”, “zalim”, “müstebit” gibi sıfatlar kullanırsanız bu hakaret olur mu? Sonuçta, ifade özgürlüğü esasen olumsuz ve birilerini rahatsız edecek kanaatlerin ifade edilebilmesi için var. Herkes, herkes hakkında hep güzel şeyler söyleyecek olsaydı ifade özgürlüğü diye bir sorunumuz olmazdı.
Peki, hakaret ifade özgürlüğü olsun mu? Bu soruya da çekincesiz “evet” demek zor belki ama, hele yöneticiler söz konusu olduğunda hakaret kriteri mümkün mertebe dar tutulmalı. Tabii, iş yoruma kalınca da, işin içine yargıç farklılıkları girecek, bu sefer de uygulamada tutarsızlıklar ortaya çıkacak. Öte yandan, bir gün demokrasi kültürünü geliştirebilirsek, insanlar kendi inandıkları, saygı gösterdikleri kişiler, fikirler, ideolojiler hakkında da olumsuz, sert, hatta kışkırtıcı ifadeler duymaya alışırlarsa, bu daha köklü bir iyileşme olur. Kendiniz için ne kadar çok dokunulmaz kutsallar yaratırsanız, başkalarıyla o kadar sık kavga edersiniz ve böyle bir toplum da kimse için huzurlu bir toplum olmaz.
Öte yandan, net biçimde ifade özgürlüğü sınırları dışında kalan iki durum var. Biri tehdit. İster bir kimseyi, ister bir grubu, zarar vermekle tehdit etmek, ifade özgürlüğü olarak kabul edilmemelidir. İkincisi, nefret söylemi ve ırkçılık ifade özgürlüğü olarak kabul edilemez. Nefret söylemi denince bazen yanlış anlaşıldığını gördüğüm bir nokta var. Belli bir kişiden, isterse herkesçe bilinen, klişe tabirle ‘kamuya mal olmuş’ olsun, nefret ettiğini söylemek ve bunu gösteren ifadeler kullanmak nefret söylemi değildir. Bir kişi başka bir kişiden nefret edebilir, kişisel nefret psikolojik veya ahlaki düzlemde tavsiye edilebilir olmasa da suç değildir. Nefret söylemi ve ırkçılık, herhangi bir toplumsal kimlik bazında belli bir grubu hedef alır, o grup hakkında kategorik, toptancı nefret ifadeleri kullanır ve onları hedef gösterir. O düşünce şekline göre, bir kimse sadece o gruba mensubiyetinden dolayı kötüdür. Belli bir dinî, etnik grup, toplumsal cinsiyet, mülteciler vs. nefret söyleminin hedefi olabilir. Sınırlanması, yaptırımlarla karşılanması gereken budur, zira tarih de göstermiştir ki katliamların, pogromların, soykırımların zihni altyapısını bu tip söylemler zaman içinde hazırlar. Nefret söylemi ve ırkçılıkla mücadele sadece kanun koyucu tarafından yürütülmemeli. Adli ve cezai yaptırımlar bir yana, nefret söylemi ve ırkçılıkla vatandaş ve sivil toplum düzeyinde de mücadele edilmeli. Bu tür fikir ve söylem sahiplerine, kamusal alanda tepki verilmeli, bu kişiler toplum içinde afişe edilmeli ve hatta küçük düşürülmeli. 
İfade özgürlüğü tartışmalarında yanlış çıkarımlardan biri de şu ki, bir kişinin yazılı veya sözlü olarak ifade ettiklerine diğer vatandaşların tepki göstermesi, karşı çıkması, hatta sert cevap vermesi, kendi başına o kişinin ifade özgürlüğünü kısıtlamak demek değildir. Başkaları da kendi ifade özgürlüklerini kullanabilirler. İfade özgürlüğünün kısıtlanması, bir kişinin söylediklerinden dolayı, kamu otoritesi veya başka birileri tarafından, kanuni veya gayrikanuni yollarla susturulması, ceza verilmesi veya bir daha konuşmaması için tehdit edilmesiyle olur. Burada da devlet, konumundan ve gücünden dolayı tek değil ama en büyük tehdit kaynağıdır. 
Sonuç olarak, ifade özgürlüğü mümkün olduğu kadar geniş tutulmalıdır. Aksi takdirde, herkesin herkesi farklı sebeplerle susturmaya çalıştığı, daima gergin bir toplum düzeni ortaya çıkar. Nitekim Türkiye’de olan da budur.