OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Hangimiz Ulubatlı Hasan, hangimiz Konstantin?

Hiç lafı döndürüp dolaştırmaya gerek yok, bugün köleliği savunmak ile, ‘fetih’ diye bir kavramı savunmak, ona övgüler düzmek aynı şeydir.

İstanbul’un fethi ‘kutlamaları’ndan sonra, Türkiye siyasetinin değişmez temcit pilavlarından Ayasofya’nın cami olarak ibadete açılması tartışması bir kez daha gündeme geldi.

Tarih ve onun siyasetle ilgisini konuşurken sık sık söylediğim bir şeyi daha evvel de duymuşsunuzdur: Tarih, olmuş bitmiş ve geçmişte kalmış bir şey değildir; tarih bugündür. Fetih ve Ayasofya meseleleri etrafında dönen tartışmalar, hatta böyle bir tartışma olmasının kendisi, bunun en iyi örneklerindendir. Elimizde 567 sene evvel olmuş bir olay var. Aslında insan zihni için bu zamanın uzunluğunu kavramak ve göreceleştirmek bile zordur. Bir yıl önce olmuş olay ile bir ay önce olmuş olayı zihin kavrayıp birbirine göre konumlandırabilir ama 567 yıl evvel olmuş bir olay ile, diyelim ki 667 yıl evvel olmuş bir olay arasındaki zaman farkı, aradaki yüz yıla rağmen, bugün bizim zihinlerimiz açısından ayırt edilebilir, hissedilebilir değildir. Hal böyleyken, 567 yıl evvel olmuş bir olay bugün hâlâ gündemimizde, tercihlerimizde, nasıl bir toplum olmak istediğimizde yer tutuyor. Daha doğrusu, biz doğrudan veya dolaylı olarak, farkında olarak veya olmayarak, bu saydıklarımı 567 sene evvelki bir olay üzerinden tartışıyoruz, çünkü bugünü, daha doğrusu bugünkü iddialarınızı –muhayyel– bir dün üzerine bina edebilirseniz meşruiyeti ve kabul edilebilirliği yükseliyor. Bugünkü hal kafalarda dünkü hal üzerine kuruluyor ve onun ‘normal ve kaçınılmaz’ devamı gibi algılanıyor. Dolayısıyla, bugünün daha barışçıl toplumunu inşa etmeye geçmişten başlamak gerekir. 

Tam aksine, 567 yıl evvelki fetihçi zihniyeti bugün övmeye devam ederseniz, böyle barışçıl ve huzurlu toplumu içeride de, dışarıda da kuramazsınız. (Yok, niyetiniz zaten kavga, ölmek, öldürmek ise o başka). Tarihyazımcılığının kıraathanelere kadar inmiş bayat klişesi, “Her olayı/devri kendi şartları içinde değerlendirmek gerekir” lafına bir an için inansak bile, bir yerin 567 sene evvel ‘kılıç zoruyla’ alınmış olması başkadır, 567 yıl sonra o yönteme hâlâ övgüler düzüyor olmak başkadır. Bakın, Erdoğan fetih konuşmasında ne demiş: “Rabbimden bu millete nice fetihler nasip etmesini diliyorum.” Hem bunu söyleyip, hem de, başta komşularınız olmak üzere, diğer ülkeleri barışçıl niyetleriniz olduğuna nasıl ikna edeceksiniz? 

Fethin, “gönülleri açmak” olduğu iddiasının üzerinde durmaya bile değmez. Tarih okumaya başlayan ilkokul çocuğu bile güler buna. Evet, “Gönülleri açalım” derken kılıçlar az biraz kayınca insanların göğüs kafesleri açılmış. Hiç lafı döndürüp dolaştırmaya gerek yok, bugün köleliği savunmak ile, ‘fetih’ diye bir kavramı savunmak, ona övgüler düzmek aynı şeydir. Köle tacirlerinin heykelleri denize atılır, sömürgeci kralların heykelleri indirilirken (az bile yapmışlar) alkışlayıp bir yandan da fetih kutluyorsanız, bir daha düşünün. Bugünümüzü ve geleceğimizi inşa edeceğimiz değerler bunlar değil. Tabii, muradımız birbirimize zarar vermeden yaşamaksa...

İşin akıl dışı bir başka boyutu da, beş kuşak evvelsinden emin olamayacakların (ki bu ne bir eksiklik ne de ayıp) 567 yıllık evvelki iktidar sahipleriyle kendi arasında bağ kurup, onlardan ‘biz’ diye bahsetmesi. Bu bir illüzyon. Hani, bir mucize olsa da her birimiz 567 yıl evvelki o günlere gitsek, herkes dedesini (niye nenesini değil?) bulsa, bugün coşkuyla fetih kutlayanların bir kısmının dedelerinin, surların dışından saldıranlar değil, içinden savunanlar olduğunu görebiliriz. Gene bir an için mümkün kabul etsek ve her birimizin soyağacını 1453 yılına kadar geri giderek çıkarabilsek, her birimizin “atalarım” diyeceği kaç bin kişi olurdu? Bunların çoğu da, birbirinden habersiz, kim bilir nerede yaşıyor olurdu... O binlerce kişiden hangisini ‘benim atalarım’ olarak kabul edeceğiz? 

Dolayısıyla, bugün yaşayan bizlerin öyle 500-600 evvel yaşamışlarla, hele hele o zamanın iktidar sahipleriyle, galipleriyle bağ kurmasının hiçbir somut temeli yok; bu, tamamen hayal ürünü. Tarihte kazanan olarak görülen aktörlerin yanında konumlanma çabası, bugünün kazananı olma gayretinden ve hayalinden başka bir şey değil.  
Mavi Anadolu akımı mensuplarından Sabahattin Eyüboğlu’nun seneler evvel söylediği sözlerle bitirelim (‘Mavi ve Kara’ kitabından): “Fetheden de biziz artık, fethedilen de. Eriten biziz, eriyen de. (…) Halkımızın tarihi Anadolu’nun tarihidir. Paganmışız bir zaman, sonra Hıristiyan olmuşuz, sonra Müslüman. Toprakları kuran da bu halkmış, kiliseleri de, camileri de.”