Değişim 'oyunları'

Ali Bayramoğlu Yeni Şafak'taki köşesinde bugün yazdı; 'Değişim bir yönüyle somut sorunlara, somut sorunların çözüm yollarına endekslidir. Ancak bu mantığı gerektiğinden fazla zorlar, somut sorunları değişimin ivmesini, hızını, çapını belirleyen araç haline getirirseniz, sapacağınız yol doğal olmaktan çıkar.'

 

İçe kapalı, ideallerden kopuk; ilke, değer ve kuraldan yoksun, insani ve toplumsal referansı olmayan bir yolda ilerler. Böylece sorunların içinden konuşur, sorunların çözümünü sorunlara kilitler, çözümleri değil görece adımları, ara yolları yüceltirsiniz...

Bu, 'yüzeysel' bir değişim hattıdır ya da değişim hattındaki baskın yöndür.

Gazete sayfalarında, bu sayfalardaki güç dengelerine dayalı tutumlarda, analizlerde, bu tutum ve analizlerin ardındaki fiili ve sanal güçlerde gizlidir bu baskın yön...

Bu durum, yaşanan ve yaşanması muhtemel bir değişimin niteliğine ve sınırlarına ilişkin ipuçları da sunar.

Değişimi sıcak güç ilişkileri çerçevesinde algılama alışkanlığını bir yana iterseniz, daha doğrusu, bu meseleleri 'zihniyet haritamız' içinden okumaya çalışırsanız, değişim denilen 'şey'in sınırlarını da görürsünüz...

Bu haritanın sağcısından solcusuna, kentlisinden köylüsüne, Türk'ünden Kürt'üne, herkese işlemiş iki özelliği vardır.

İlki, rantçı ve ataerkil, yani merkeziyetçi-cemaatçi bir siyaset kültürünün egemenliğidir. Milliyetçilik, İslamcılık, vs. üzerinden gözleri sadece kendi cemaatinin, yani ait olduğu, beslendiği grubun yaşam alanına ve bu grubun devletle ilişkisine dikmeyi ifade eder, bu özellik.

Diğeri, Batı merkezlidir.

Kimimizin öykündüğü, kimimizin yerdiği Batı karşısında her türlü rasyonaliteden uzak bir duruşa işaret eder. Sonuçta, farklı yollar ve tutumlar aynı kapıya, olmazsa olmaz bir 'nevi şahsına münhasır bir batılılaşma'ya, 'Şarklı Batılılaşma' modeline çıkar.

Model aslında devletten bireye değişmez bir şekilde 'tehlike ve tehlikeyi bertaraf etme' mantığı üzerine kuruludur.

Batı'ya benzemek yapısal bir benzemeyi ifade etmez bu modelde; sadece siyasi bağ, siyasi garanti ve ilişki temeline oturur.

Batı hep fonksiyoneldir, çıkara, konuma ve duruma göre değerlendirilir, kullanılır. Mesafeli tutulur, öyle olsun, öyle kalsın istenir. Her zora düşen Batı'ya başvurur, Batı'ya gönderme yapar. Ancak Batı talepte bulunursa hep birlikte, bir ağızdan Batı'ya çatılır. Bu aslında ilkelerin değil, çıkarların genişletilmesini ifade eden, özünde otoriter bir zihniyetten başka bir şey değildir.

Daha doğrusu, böyle bir desteğe ve meşruiyete sahip olmasa, İslami hareketler ve Kürt kimliği başta olmak üzere, en önemli toplumsal sorunlarını birer asayiş, ayaklanma, işgal meselesi haline getiren bir sistem nasıl ayakta durabilir?

Ya da tersten bakılacak olursa, İslami kesim, Kürt hareketi demokrasi kavramını salt kendi yaşam alanını genişletmek, bu alanın değerlerini tartışmasız ve mutlak değerler ilan etmek için nasıl işlevselleştirebilir ya da nasıl cemaat faydacılığının aracı haline getirebilir?

Bu yazının daha önce kaleme aldığım bir versiyonuna 'Türk siyasetinde sınırlar başlığı'nı atmıştım..

Evet, sınırlar...

Değişim haritası zihniyet haritasından bağımsız değildir...

Neden ve nasıl olsun ki!

 

Kategoriler

Güncel Basın