OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Diyarbakırlı Zabel Şişmanyan - II

Dikkatli ve meraklı okuyucular, şimdiye kadar, “Zabel’in kız kardeşi Araksi’ye ne oluyor acaba?” diye sormuşlardır. Araksi olmuş Fevziye, Mardin’de kalmış, büyümüş ve evlenmiş. Zabel kız kardeşini ve yeğenlerini görmek için Türkiye’ye de geliyor ama Diyarbakır’a gitmeyi içi kaldırmıyor. İki kız kardeş 1971’de, yani ayrıldıktan nerdeyse 55 yıl sonra İstanbul’da buluşuyorlar.

Size Diyarbakırlı Zabel Şişmanyan’ın sıradışı hayat hikâyesini anlatmaya başlamıştım. Son olarak, çocuk Zabel’in binbir badireden sonra soykırımdan sağ kurtularak, Cevdet Paşa isminde birinin himayesinde İstanbul’a onun ‘kızı’ olarak getirildiğinden; savaştan sonra başa gelen hükümetin, yanında Ermeni yetim “bulunduranların” (bir insan için ne kadar soğuk bir kelime “bulundurmak”, bir eşya, bir çanta gibi…) bunları hükümete teslim etmesini emretmesinden sonra Cevdet Paşa’nın Zabel’i hükümet yerine Zabel’in annesinin kuzeninin çocuklarına verdiğinden ama bir süre sonra pişman olup tekrar almak istediğinden; Paşa izini bulamasın diye Zabel’i İstanbul’da yetimhaneler arasında dolaştırdıklarından bahsetmiştik.

Dönemin patriği Zaven Der Yeğyayan, daha evvel Diyarbakır murahhasası (araçnort) olarak görev yapmış ve Zabel’in anne tarafını iyi tanıyormuş. Zabel’in yetimhanede olduğunu duyunca onu kendisine getirmelerini söylüyor. Zabel’e annesinin New York’taki, Mihran Elvanyan isimli kuzeninin adresini veriyor ve Near East Relief (Yakın Doğu Amerikan Yardım Heyeti; NSR) yetkililerine de Zabel’in Amerika’da doğduğunu, doğum sertifikasını bulabileceklerini söylüyor ki bu da onun NSR tarafından Amerika’ya gönderilmesi demek olacaktır. Nedenine sonra dönmek üzere şimdilik şunu söyleyelim ki Zabel’in doğum sertifikasını bulamıyorlar. Zabel de Mihran Elvanyan’a yazıp onu mevcudiyetinden haberdar ediyor. Gelin görün ki, Mihran Zabel’in mektuplarını önemsemiyor, bir kenara atıyor. Zabel’in anneannesi ve dayıları da Amerika’nın Philadelphia eyaletinde yaşıyorlar ama Zabel sağ mı, ondan bile haberdar değiller. Zabel de onların adresini bilmiyor. Halıcılık yapan dayısı bir gün iş icabı New York’a gidiyor ve bir yemekhanede Mihran’a rastlıyor. Mihran, “Biliyor musunuz, geçenlerde Zabel’den mektup aldım” deyince Zabel’in dayısı şaşırıyor, hemen adresini alıyor. Bu meyanda Millîci ordu İstanbul’a giriyor ve Zabel’in anlattığına göre “Kemal İstanbul’da Ermeni yetim istemeyince” yetimleri NSR alıp bölgedeki çeşitli yetimhanelere dağıtıyor. Zabel’in payına da Atina düşüyor. Böylece, yaşadığı yerlere Yunanistan da ekleniyor.

Dayısının mektubu, Zabel’in eline Atina’daki yetimhanede ulaşmış. “Ben New York’a gider, doğum sertifikanı bulurum” demiş ama kayıtları soruşturunca o da bulamamış. Halbuki, olacak iş değil. Zabel Amerika’da ellerine doğmuş sonuçta. Aklına Zabel doğduğunda onların komşusu olan Alpunaryan ailesine sormak geliyor. Alpunaryanlar, Zabel’in isminin doğum sertifikasında büyükannelerin isimleriyle, yani Rose Lucy (Lusi) Sishmanian olarak kaydedildiğini söyleyince bir problem çözülmüş oluyor. Bu isimle aratınca doğum sertifikası bulunuyor, anne-baba ismi aynı olunca şüphe kalmıyor. Zabel de kendini hep Zabel olarak bilmiş; çocuk hâliyle, resmî sertifikada ne yazdığını bilmiyor. Dayı doğum sertifikasını Atina’ya gönderince Zabel’e Amerika yolu açılıyor. Üç ay içinde, 1923’te ya da 24’te (tam olarak hatırlamıyor), yani 3 yaşındayken ayrıldığı Amerika’ya ailesini ve hayatını altüst eden inanılmaz bir 13-14 sene yaşadıktan sonra, 16-17 yaşında geri geliyor. İngilizceyi unutmuş. Kısa bir süre okula devam ettikten sonra dikiş işini öğrenmeye başlıyor. Amerika’ya döndükten 20 ay sonra, kendisi gibi soykırımdan sağ kurtulan Kesaplı Peter Apelian’la evleniyor. Mülakatın yapıldığı 1977 yılına kadar kendisi terzilik, kocası metal işleri yaparak yaşıyorlar.

Dikkatli ve meraklı okuyucular, şimdiye kadar, “Zabel’in kız kardeşi Araksi’ye ne oluyor acaba?” diye sormuşlardır. Araksi’yi, annesinin onu Zabel’le birlikte emanet ettiği subay Abdülkadir Bey’in Mardin’deki evinde bırakmıştık. Araksi olmuş Fevziye, Mardin’de kalmış, büyümüş ve evlenmiş. Bir gün bir vesileyle Diyarbakır’a geliyor. Orada kalabilenlerden eczacı Minasyan, Araksi-Fevziye’ye Amerika’da akrabaları olduğunu söylüyor. Amerika’da, doğu yakasında bulunan bir kiliseye Fevziye’nin ağzından Zabel’e mektup yazıyorlar. Yerine ulaşıyor ve kilisenin papazı her pazar ayinden sonra “Aranızda Zabel Şişmanyan veya onu tanıyan var mı? Diyarbakır’dan mektubu var” diye anons yapıyor. Kilise Zabel’lere uzak olduğundan hemen haberdar olmuyorlar ama papaz bıkmadan usanmadan her pazar aynı anonsu yapıyor ve nihayet bir gün Zabel’in bir akrabası anonsu duyup Zabel’e haber veriyor. Zabel büyük bir merakla gidiyor; bakıyor ki, mektup kız kardeşi olduğunu iddia eden Fevziye diye birinden. “Nasıl bilecektim gerçek kız kardeşim olduğunu?” diyor. Aklına kolundaki dövmeleri sormak geliyor.

Hatırlarsanız, Şişmanyanların, kız kardeşler küçükken Kudüs’e gidip hacı olduklarını ve orada kollarına âdet olduğu üzere dövme yapıldığını söylemiştik. Zabel’in kocası “eski Türkçeyle” bir mektup yazıyor ve Fevziye’ye kollarındaki işaretleri bildirmesini istiyor. Cevap doğru gelince anlıyorlar ki bu gerçekten de Zabel’in kız kardeşi olan Araksi’dir. (Maalesef Fevziye’nin ailesinin soyadını belirtmiyor.)

Zabel kız kardeşini ve üçü kız, üçü erkek altı yeğenini görmek için Türkiye’ye de geliyor ama Diyarbakır’a gitmeyi içi kaldırmıyor. İki kız kardeş 1971’de, ayrıldıktan nerdeyse 55 yıl sonra İstanbul’da buluşuyorlar. Burada biraz durun ve 8-10 yaşlarındayken ayrıldığınız, size soykırımda katledilmiş anne-babanızdan kalan, onları ve onlarla bağınızı hatırlatan tek kişi olan kardeşinizle yaşlı bir insan olarak tekrar karşılaşmanın ne demek olduğunu, insanı nasıl etkileyeceğini bir düşünün.

Mülakatın yapıldığı 1977 yılında Araksi-Fevziye Diyarbakır’da, çocukları ise Türkiye’nin farklı şehirlerde yaşıyorlarmış. Kızlarından biri, kendi gibi, annesi Ermeni olan biriyle evlenmiş. Zabel, İstanbul’daki kadın yeğeniyle sık sık yazıştığını da söylüyor. Yeğenleri için “İkisi hariç hepsini severim” diyor. Zabel ölmeden bir daha Türkiye’ye geldi mi bilmiyorum ama internetten edindiğim bilgi doğruysa, 1993’te, 86 yaşında “eceliyle”, arkasında hikâyesini emanet edeceği bir evlat bırakmadan ölüyor.

Öyleyse Zabel’lerin, Fevziye olmuş Araksi’lerin hikâyeleri hepimize emanet olsun, bu emaneti taşımak ve aktarmak da boynumuzun borcu olsun.

Ek anekdot: Aslında Zabel’in hikâyesi burada bitiyor ama anlattıklarında hikâye içinde hikâye var. Aşağıdaki anekdotu aktarmazsam eksik bir iş yapmış gibi hissedeceğim kendimi.

Zabel’le kocası bir gün, sanırım New Jersey’de, diasporada sık sık yapılan hemşeri gecelerinden birine, Diyarbakırlı Ermenilerin düzenlediği bir geceye katılıyorlar. Otururlarken yanlarına, Zabel’den 10-15 yaş büyük iki kadın gelip “Sen bizim kurtarıcımızsın” diyerek onun ellerine sarılıyor. Zabel, hâliyle şaşırıyor, “Ben sizin nasıl kurtarıcınız oluyorum?” diye soruyor. Onlar da anlatmaya başlıyor. Kardeş olan bu iki kadın, Zabel’lerin kafilesinde olup, geçen hafta aktardığım katliamda ‘kesilip’ çukura atılanlardanmış. Hatırlarsanız Zabel, durmak bilmeksizin ağlayıp annesini isteyince Abdülkadir Bey adamlarını gönderip Zabel’in annesi Mayram’ı çukurdan çıkarttırmıştı. Tabii, çukurda insan bedenleri üst üste yığıldığından, birini çıkarmak için önce onun üstündekileri çıkarmak gerekmiş. İşte bu iki kız kardeş de Mayram’a ulaşmak için çukurdan çıkarılan bedenler arasındaymış. Çıkaranlar bakmışlar ki, ikisi de nefes alıyor. “Mayram’ı Abdülkadir Bey’e götürelim de sonra gelip bunları alalım” demişler; dönüp almışlar ve evlerine götürmüşler. Artık iki kız kardeş ne kadar orada kaldılar bilinmez ama iyileştikten sonra bir yolunu bulup kaçmışlar, Ermenilerin yanına sığınmışlar. Onca zaman sonra da kurtarıcıları Zabel’le New Jersey’de buluşmuşlar. “Eğer sen o gün o kadar ağlamasaydın biz çoktan ölmüş olacaktık” diyorlar. Gene katman katman bir yeniden buluşma hikâyesi.