OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Ermeni kimliği ve okullar - III

Bugün Türkiye’de Ermenicenin durumuna bu açıdan baktığımızda, devletin eskiden beri süregelen baskıcı politikalarının sonucunda, Ermenilerin nüfusunun azalmasına paralel olarak, Ermeniceye zemin olacak bir sosyal hayatın kalmadığını görüyoruz.

Ermeni kimliği ve Ermeni okullarını ele aldığımız bu üçüncü yazıda dil ve dilin kimlikle ilişkisi üzerinde duralım. Dilin, etnik veya millî kimliğin önemli bir bileşeni olduğunu uzun uzun açıklamaya gerek yok. Özellikle ulus-devletin tarih sahnesine çıkmasıyla birlikte, dil, ulus-devletin istediği kimliği istediği şekilde yaratma amacı doğrultusunda kontrol etmeyi hedeflediği önemli alanlardan biri oldu. Ulus-devIetler dil ve kimlik politikalarını bilinçli şekilde oluşturup yukarıdan aşağı doğru toplumun tüm kesimlerine yaymaya çalışırlar. Bunun amacı, belli bir kimliği öne çıkarıp baskın hâle getirirken diğerlerini zayıf düşürmektir. Türkiye Cumhuriyeti de bir ulus-devlet olarak bunun istisnası değildir. Örneğin Cumhuriyet’in ilk yıllarında, ‘azınlık’ tabir edilen grupların kendi aralarında Türkçe konuşmamaları devleti ve Türkçü kesimleri rahatsız etmişti. 1928 yılından itibaren ‘Vatandaş Türkçe konuş’ kampanyaları, daha doğrusu sürek avları başlatılmıştı. İş, tramvayda, vapurda Türkçe konuşmayanları, malını Türkçe satmayan zerzevatçıları dövmeye kadar vardı. Bugün, Ermeni, Rum ve Yahudilere yönelik ‘Vatandaş Türkçe konuş’ kampanyası yok ama bunun sebebi, böyle kampanyaların ahlaken ve siyaseten yanlış bulunması değil, kampanyanın amacına ulaşmış olmasıdır. Bugün bu tür kampanyaların hedefi olacak kadar Ermeni, Rum ve Yahudi varlığı kalmadı, kalanlar da zaten aralarında büyük ölçüde Türkçe konuşur. Yani, Cumhuriyet bu insanlara Türkçe konuşturarak bir ‘ülkü’sünü daha başarmıştır. (Kürtlerin durumu, ayrı bir tartışma konusu.) 

Belli bir kimliği oluşturmak üzere hayata geçirilen devlet politikalarının bilinçli olduğunu söyledik; fakat, birey ve topluluk düzeyine ‘indiğimizde’ kimlik bilinç dışında oluşturulur ve her gün yeniden üretilir. Başka bir deyişle, kimse (kendine ve içinde yaşadığı toplumuna dışarıdan bakma konusunda formasyon almış sosyal bilimciler hariç diyebiliriz) günlük faaliyetleri esnasında “Şimdi şu kimliğimi oluşturuyorum/koruyorum” diye düşünmez. O kimlik, sosyal hayatın akışı içinde diğer insanlarla etkileşime girerek oluşur. Yaşarsın ve yaşarken de kimliğini oluşturur, revize eder, yeniden üretirsin. İşte, yaşarken başat olarak hangi dili kullandığın kimlik üzerindeki tek değil ama önemli bir etmendir. Sosyal hayatında kullandığın dili yaşatmak için fazladan bir çabaya gerek yoktur, çünkü süregelen canlı bir sosyal hayat o dilin en önemli kaynağıdır ve destekçisidir zaten. Sosyal tabanı kalmamış dil, köklerini salacağı yeterli toprak olmayan bir ağaca benzetilebilir ama saksıdaki bonzai ağacı gibidir, ölmese de büyüyemez. Velhasıl, bir dilin yaşaması için o dilde seveceksin, o dilde kavga edeceksin, o dilde ticaret ve siyaset yapacaksın vs. 

Bugün Türkiye’de Ermenicenin durumuna bu açıdan baktığımızda, devletin eskiden beri süregelen baskıcı politikalarının sonucunda, Ermenilerin nüfusunun azalmasına paralel olarak, Ermeniceye zemin olacak bir sosyal hayatın kalmadığını görüyoruz. Ermenilerin kahir ekseriyeti ne günlük hayatlarında, ne de evlerinde Ermenice kullanıyorlar (yargılama maksadım yok, bir tespit olarak söylüyorum bunu). Geriye, Ermenicenin konuşulduğu yerler olarak, okullar kalıyor. Ama orada da, okuldan okula değişmekle birlikte, Ermenice konuşulması büyük ölçüde Ermenice dersleriyle sınırlı. Okuldaki genel etkileşim-iletişim Türkçe, dışarıdaki hayat Türkçe ama haftada dört-beş saat Ermenice dersi var. Böyle bakınca, Ermeni okulları Ermeni kimliğinin serası hâline gelmiş durumda. Serada nasıl dışarıdaki şartlardan izole biçimde, yaratılmış şartlarda ürün yetiştirilmeye çalışılıyorsa, Ermeni okullarında da dışarının ‘boranından, fırtınasından’ korunaklı bir Ermeni kimliği yaşatılmaya çalışılıyor. (Burada da maksadım “Sera ürünü doğalı gibi olmaz” demek değildir. Geçen hafta da söylediğim gibi, ‘has Ermeni’ - ‘az Ermeni’ gibi kategorik bir ayrım doğru değil.) Bu yapı içinde o dört-beş saatlik Ermenice dersi de kafalarda adeta bir ‘Ermeni kimliğini koruma ve yaşatma saati’ hâlini almış. O derse girerken öğrencilerin ve belki de öğretmenlerin kafasında “Evet, şimdi Ermeni kimliğimizi koruyoruz” gibi bir düşünce veya motivasyon olduğunu tahmin edebiliriz. Başka bir deyişle, Ermeni kimliği ‘bilinçli’ korumaya muhtaç hâle gelmiş. Hâlbuki normal şartlarda kimliğin oluşturulması ve yaşatılması yukarıda da söylediğim gibi toplum düzeyinde, insan faaliyetleriyle ama bilinç dışında gerçekleşir. Ermeni dilini bilinçli müdahaleyle koruma çabası, sosyal olarak bir şeylerin aksadığının göstergesi. 

Tüm bu söylediklerim bir dilin gelişmesi için okulun veya formel eğitimin önemini inkâr etmek anlamına gelmez. Bir dilin, bilimsel, akademik ve edebî düzlemde gelişebilmesi için o dilde eğitim hayati öneme sahiptir. Sosyal hayat, dili yaşatır ama kapasitesini geliştirmesi tek başına zordur. Orada işte okul devreye girer. 
Bazılarının aklına şu soru da gelebilir: “Madem Ermeniceyi destekleyecek bir sosyal hayat kalmadı, o zaman okullardaki Ermenice dersleri de boşuna mı, yapılmasın mı?” Tabii ki hayır. Hatta tam tersine, saatlerinin artırılması gerekir. Birincisi, bu dersler Ermeniceyle gene de bir bağdır, gereklidir ve faydalıdır. İkincisi, okullar ve okullardaki Ermenice dersleri ve genel anlamıyla Ermenice öğrenmek yok olmaya karşı bir direniştir, bir misyondur ve direnmek de kimliğin bir parçasıdır, birleştirir, sizi siz yapar, gururlandırır, yaşatır.