OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Az olan değil, hak olan

Yönetmelik Nisan ayında çıksa da çıkmasa da “Yeni seçim yönetmeliği yapmak neden bu kadar uzun sürdü?” sorusu baki. Dile kolay, sekiz senedir bir yönetmelik hazırlanamıyor. Niye hazırlanamadığının cevabı, yönetim anlayışı açısından çok kritik.

Artık yılan hikâyesi tabirinin bile tarif etmekte zorlandığı vakıf seçimleri sorununda ‘yeni bir gelişme’ yaşandı. Bu sözü tırnak içinde kullanıyorum, çünkü bunun bir gelişme olup olmadığını henüz bilemiyoruz. Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, yeni yönetmeliğin Nisan ayı sonunda çıkacağını söyledi. Garo Paylan, Plan ve Bütçe Komisyonu toplantısında konuyla ilgili soru sormasa bu tarihe ulaşabilecek  miydik, orası şüpheli. Madem böyle bir çalışma var, toplum neden daha evvelden bilgilendirilmedi? Onu da geçtim, birçok vakıf yönetimi kendilerine ulaşmış resmî bir bilgi veya evrak olmadığını söylüyor. Doğrusu, bu da kafaları karıştırıyor. Yürütülen gizli bir çalışma mı ki kimse tam olarak ne olduğunu, bu çalışmanın kimlerle yürütüldüğünü bilmiyor? 

Yönetmelik Nisan ayında çıksa da çıkmasa da “Yeni seçim yönetmeliği yapmak neden bu kadar uzun sürdü?” sorusu baki. Dile kolay, sekiz senedir bir yönetmelik hazırlanamıyor. Niye hazırlanamadığının cevabı, yönetim anlayışı açısından çok kritik. “Canım, çıkıyor işte” denip bu soru bir kenara bırakılmamalı, çünkü cevabı bize bir şeyler gösterecek. Yetkililer topluma bu açıklamayı borçlular. Onlar buna mantıklı bir açıklama yapmadıkları sürece ister istemez tahminler, hatta spekülasyonlar olacaktır. Öyle ya, seçim yönetmeliği iptal edildikten sonra yenisini yapmak bu kadar uzun sürüyorsa birkaç ihtimalden bahsedilebilir. Birincisi, yenisini yapmaya zaten niyetleri yok(tu). Başka bir deyişle, vakıf yönetimlerinin oluşumunda seçimi yani toplumun söz hakkını ortadan kaldırmak istiyorlar(dı) ki bu, geçmişte ‘tek mütevelli sistemi’yle teşebbüs edilmiş, hatta hayata geçirilmiş bir uygulamadır. Böylece, mülklerin gelirlerini istedikleri kanallara aktarmak daha kolay olacak(tı). Öte yandan, Ermeni toplumu seçim talebinden ısrarla vazgeçmedi, sorunu gündemde tuttu. Bu durumda karar alıcılar, seçimleri ortadan kaldırma niyetinden belki vazgeçti, belki geçmedi, bilemiyoruz. Tekrar ediyorum, bu mutlaka böyledir, amaç seçimleri ortadan kaldırmaktı(r) diyemeyiz ama açıklamanın yapılmadığı yerde akla gelen ihtimallerden biri budur.

İkinci bir ihtimal, bu iş bu kadar uzun sürmüştür, çünkü neyi nasıl yapacaklarına bir türlü karar verememişlerdir. Denebilir ki, Ermeni, Rum, Yahudi, Süryani toplumlarından gelen farklı talepler süreci geciktirdi. Bu belli ölçüde kabul edilebilir bir gerekçedir ama sekiz seneyi haklı çıkaracak, makul kılacak kadar değil. Ayrıca, eğer böyle farklı talepler varsa, bir orta yol veya çözüm bulunmaya çalışıldı mı, çalışıldıysa ne yapıldı? Bu topluluklardan kişilerle bunun için istişarede bulunuldu mu? Bunları da hiç duymadık. Kaldı ki, adı geçen toplulukların farklı demografik ve sosyolojik durumlarından dolayı farklı toplumsal ihtiyaçları varsa, bu farklı ihtiyaçları karşılayacak farklı uygulamalara gitmekte bir beis olmadığı gibi, bu demokrasinin gereğidir de. Sonuçta amaç bu toplulukları yaşatmaksa, ki öyle olmalı, bunun gerekleri yapılmalıdır.

Birçok vakıf temsilcisinin söylediği gibi, süreç istişare hâlinde ve şeffaf şekilde yürütülmeli. ‘İstişare’den kastım, konunun geniş bir tabana yayılması; iki kişiyle konuşmakla olmaz. Hatta, geniş katılımlı çalışma toplantıları düzenlenmeli. Vakıflar ve kamuoyu, çıkacak yönetmeliği çıktığı gün öğrenmemeli. Çıkacak yönetmelik ihtiyaca cevap vermeli ve Ermeni toplumu açısından daha demokratik ve adil bir seçim sisteminin yolunu açmalı. 

Nisan ayında o seçim yönetmeliği çıkar mı bilemiyoruz. Birçok kişi haklı olarak tecrübelerine bakarak şüphe duyuyor. Kanımca buradaki tutumumuz seçim yönetmeliği çıkmayacakmış gibi talep etmeye devam etmek, yarın seçim olacakmış gibi hazırlıklı olmaktır. 

Aslında, bu ve başka sorunların çözümü, bir anlayış değişikliği gerektiriyor. Evet, bu toprakların devlet geleneğinde, bütün halka yapılan şeyler bir iyilik, bir lütuf gibi görülür ama ‘gayrimüslim azınlıklar’ olarak tabir edilen gruplar söz konusu olduğunda bu anlayış iyice hâkim hâle gelir. Devlet ve hükümet yetkilileri, sanki bu gruplar herkes gibi hak hukuk sahibi, vergisini veren, diğer yükümlülüklerini yerine getiren vatandaşlar değillermiş, onlar için hiçbir şey yapmak zorunda değilmişler de yaptıklarını yücegönüllülüklerinden yapıyorlarmış gibi davranırlar. Dolayısıyla, hak olanla değil azla yetinmeleri beklenir. Yönetmelik meselesinde de bu açıkça görülüyor. Yetkililer “Bu kişiler insan ve vatandaş, bunlara karşı bir sorumluluğumuz var” diye düşünmüyorlar, açıklama vermeyi zül addediyorlar.