Hıristiyanlar AK Parti’den tedirgin

Uluslararası Ortadoğu Barış Araştırmaları Merkezi Başkanı Doç. Veysel Ayhan’a göre hükümet, Ortadoğu Hıristiyanlarına yönelik kapsayıcı bir politika geliştiremedi. Türkiye’nin son zamanlardaki Suriye politikası ise Ortadoğu Hıristiyanlarının AK Parti’ye karşı güvensizliğini besliyor.

FUNDA TOSUN
fundatosun@agos.com.tr

Barzani’nin AK Parti kongresine katılmasının anlamını “AK Parti’nin kendisine yöneltilen milliyetçi ve ulusalcı eleştirileri Barzani üzerinden aşma stratejisi olarak” yorumlayan Abant İzzet Baysal Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi ve Uluslararası Ortadoğu Barış Araştırmaları Merkezi Başkanı Doç. Veysel Ayhan,  Başbakan’ın konuşma-  sında sözünü ettiği  1071 tarihinin asıl anlamına uygun davranılmadığını söylüyor. Ayhan “Bugün 1071 ruhu iyi analiz edilmiyor. Bu sadece imparatorluk hayalini süsleyen bir motif.  Oysa Kürt, Türk ve Doğu Hıristiyan ittifakına işaret eden 1071 ruhu, tüm farklı etnik ve dinsel grupların çıkarlarını ortaklaştırmayı ve güvence altına almayı gerektiriyor.  Bugün Türkiye hem içerde hem dışarıda bunun aksi yönünde bir politika izliyor” diyor.

•          Bir dönem “peşmerge lideri” olarak algılanan Mesut Barzani’ni AK Parti kongresine katılmasının ve “Türkiye seninle gurur duyuyor” tezahuratlarıyla karşılanmasının anlamı nedir?

Son dönemde AK Parti hem içeride hem de dışarıda Kürt siyasi hareketini hedef alan ve milliyetçi bir politika izlemekle eleştiriliyor.Tabii ki parti tabanında da Kürt politikasına yönelik ciddi bir tartışma yaşandığını görmek gerekir.  Şimdi, AK Parti kendisine yöneltilen milliyetçi ve ulusal içerikli eleştirileri Barzani üzerinden aşma stratejisi izliyor. Diğer yandan, “Türkiye seninle gurur duyuyor” sloganının Kongre’de dile getirilmesi, bence aynı zamanda toplumda ağır bir şekilde kendini hissettiren Türklerin ve Kürtlerin kader ortaklığı yaptığı, bir araya geldiği yönündeki hissiyatın kendiliğinden dışavurumu olabilir.

•          Kürt hareketi,  Barzani’nin AK Parti kongresine katılmasına tepki gösterdi. Demirtaş,  bu rahatsızlığını dile getirdiği konuşmasındagerçekleştirilecek BDP kongresine de Kürt güçlerinin desteğini beklediğini ifade etti. Barzani’nin BDP’ye yaklaşımı nasıl, AK Parti kongresine gösterdiği ilgiyi BDP kongresine gösterecek mi?

Barzani’nin Bölgesel Kürdistan Yönetimi’nin Başkanı olarak birincil önceliği, kendi bölgesinin güvenliğini ve gelişimini sağlamaktır. Dolayısıyla politikaları oluştururken hissi değil rasyonel davranmaktadır. Özellikle İran ve Maliki’nin baskıları ile karşı karşıyayken Türkiye’yi de karşısına alacak bir politika izlemesi, Kürt Bölgesinin kazanımlarını ve geleceğini büyük bir risk altına sokabilir. Hatırlanacağı üzere, Temmuz 2012’de Başbakan Erdoğan’ın Barzani’yi suçladığı günlerde Maliki de peşmergelerin denetiminde olan sınırlara yoğun bir asker sevkiyatı gerçekleştirmiş ve iki taraf sıcak bir çatışmanın eşiğine gelmişti. Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun Erbil ve Kerkük ziyaretinin ardından Maliki’de Kürtlerle anlaşmak zorunda kalmıştı. Diğer yandan, Barzani’nin birçok kez hem PKK hem de Türkiye’deki Kürt sorununu siyasi bir mesele olarak gördüğünü ve çözümünün de siyasal alanda olduğunu dile getirdiğini de görmek gerekir. Barzani’nin temel önceliği Kürt ve Türk toplumu arasında yeni bir diyalog kanalının açılması ve akan kanın bir an önce durdurulmasıdır. Çünkü, Barzani’ye göre Kürtlerin geleceği Araplar ve Farslarla değil Türklerle birlikte olmaktan geçmektedir.

•          Leyla Zana ile Erdoğan arasındaki görüşmeyi de Barzani’nin ayarladığı iddialarını düşündüğümüzde ve BDP’nin Zana’nın açıklamalarına olan tepkisini göz önüne aldığımızda Kürt hareketi içerisindeki ayrışmada Barzani nereye oturuyor?

Kürt siyasal hareketi temelde iki ana akım üzerine bölün- müştür. Bunlardan birincisi KDP geleneği iken, diğeri de PKK geleneğinin şekillendirdiği akım ve partilerdir. Elbette ortada bölgesel özelliklerin etkisiyle oluşan küçük ve sınırlı akımlar da bulunmakta. Temelde her iki akım da ulusalcı ve milliyetçi bir çizgiye sahip olmakla birlikte, farklılaşan politikalara da sahip. Türkiye ile ilişkiler konusuna gelecek olursak KDP geleneği içindeki Barzani de, Türkiye’deki Kürt sorununun çözülmesi durumunda Türkiye’nin bölgesel düzeyde Kürtlerin hamisi rolünü oynayabileceği projesine inanıyor ve bu konuda Başbakan Erdoğan’ın desteklenmesi gerektiğini düşünüyor. Diğer gelenek ise AK Parti’nin Kürt sorununun çözümü konusunda bir adım atmaktan uzaklaştığını düşünüyor. Bundan dolayı Suriye’deki, İran’daki ve Irak’taki KDP’ye yakın siyasal partiler AK Parti’den büyük bir beklenti duyarken, PKK’ya yakın siyasal oluşumlar ise AK Parti’yi sert bir şekilde eleştirmekte ve çözüm ümitlerini kaybetmekteler. Dolayısıyla, BDP içerisinde de her iki geleneğin AK Parti konusunda bazen çatıştığını düşünmekteyim. 

•          AK Parti kongresinde ifade edilen 2071 tarihi nasıl bir misyona işaret ediyor?

2071, Malazgirt Muharebesi’nin 1000. yılına işaret ederken, aynı zamanda Türklerin, Doğu Hıristiyanlarının ve Kürtlerin de kader birlikteliği yaptığı bir tarihe işaret ediyor. Çünkü, 1071 yılında Selçuklular, bölgesel düzeyde Kürtlerin ve Doğu Hıristiyanlarının ittifakı ile Bizans’a karşı büyük bir zafer elde ederek, Anadolu’nun kapısını aralamışlardır. Bence İstanbul’un fethine ve oradan da cihan imparatorluğuna gidişin başlangıç tarihi olan 1071’in ruhunun iyi analiz edilmesi gerekiyor.

•          Peki,  Başbakan’ın kongrede Ermenilere yönelik sarfettiği sözleri de düşündüğümüzde, 1071’i kendine referans alan bir hükümet “1071 ruhu”na uygun bir politika izliyor mu? 

Şu aşamada izlenen politikaların bu ruha uygun olduğunu söyleyemeyiz.  Bugün 1071 ruhu iyi analiz edilmiyor. Bu tarih sadece imparatorluk hayalini süsleyen bir motif.  Oysa Kürt, Türk ve Doğu Hıristiyan ittifakına işaret eden 1071 ruhu, tüm farklı etnik ve dinsel grupların çıkarlarını ortaklaştırmayı ve güvence altına almayı gerektiriyor. 

Suriyeli Hıristiyanlar, AK PARTİ’NİN politikasından tedirgin

•          Doğu Hıristiyanlığından devam edecek olursak, Suriye krizi bağlamında Hıristiyanların neler yaşadığına ve nerede durduğuna yönelik ciddi bir tartışma yaşanıyor. Suriyeli Hıristiyanların pozisyonu nasıl açıklanabilir?

Suriyeli Hıristiyanlar, aynı Müslümanlar gibi kendi içerisinde hem etnik hem de mezhepsel olarak birçok parçaya bölünmüş durumda. Rum Ortodoks, Katolik, Süryani, Maruni, Gregoryen gibi mezhepsel ayrışmaların yanı sıra, Ermeni, Arap gibi etnik bir ayrışma da yaşadıklarını belirtmek gerekir. Ayrıca nüfus yapıları da oldukça tartışmalı. Bazı kaynaklar Hıristiyan nüfusun, 2,5 milyon olduğunu söylerken kimi kaynaklarda yaşanan göçlerin ardından sayının 1,5 milyon civarına düştüğü ifade ediyor.

Suriye’nin demokratikleştirilmesi mücadelesinde Hıristiyan kesimlerin sürekli talepleri olmuştur. En son 2000 Şam Baharı ve sonrası Hıristiyan liderlerin demokratik bir Suriye yaratma konusunda yoğun politik faaliyetlerde bulunduğu bilinmektedir. Ancak, 2011 Arap Baharı ve ardından Suriye’de başlayan askeri direniş karşısında ağırlıklı olarak şehirlerde yaşayan ve silahsız olan Hıristiyanlar büyük bir endişeye kapıldı. Çünkü, Esad’a karşı olmalarına rağmen rejimin askeri yöntemlerle devrilmesine de karşıydılar. İktidarın kendi içinde ve kontrollü bir şekilde demokratikleştirilmesi Hıristiyanların Suriye’deki varlığının sürdürülmesinin teminatı olarak görüldü. Çünkü, 1970-1982 tecrübesi sonrası Sünni Araplar ile Aleviler arasında yaşanacak yeni bir çatışmanın kısa sürede Hıristiyanların Suriye’deki varlığını tehdit edecek bir yöne doğru evrilmesinden çekiniliyor.

Açık bir şekilde bakıldığında, Hıristiyanların Suriye’nin hiçbir bölgesinde çoğunluğu oluşturmadığı ve bundan dolayı kendilerine güvenli bir bölge kuramayacakları ortada. Oysa Kürtlerin, Dürzilerin, Alevilerin veya Sünni Arapların Suriye içerisinde çoğunluğu oluşturduğu bölgeleri bulunmakta ve aynı zamanda Hıristiyanlardan farklı olarak söz konusu grupların tümü de silahlı yapılara sahip. Üstüne üstlük Sünni Arapların İslami hassasiyetleri öne alan bir rejim kurması durumunda Suriye’de ikinci sınıf bir vatandaş konumuna düşme yönünde de kaygıları bulunuyor.

•          Hıristiyanların söz konusu kaygılardan dolayı mı Esad’ı destekliyor?

Daha önce de belirtiğim gibi, 2011 öncesi dönemde Esad’a karşı çıkan liderlerin önemli bir kısmı Hıristiyan kökenliydi. Dolayısıyla Hıristiyanların Esad rejimini kabul ettiğini veya desteklediğini söylemek pek gerçekçi değil. Ancak, 2011 sonrası ortaya çıkan muhalefet hareketinin de Hıristiyanlara yönelik kapsayıcı bir söylem ve plana sahip olmadığını görmek gerekir. Örneğin, 2012 Ekimine gelmemize rağmen Suriye Ulusal Konseyi’nin (SUK) Hıristiyanlara yönelik net bir açıklaması bulunmamakta. Arada bir Suriyeli Hıristiyanların haklarının korunacağı gibi şeyler ifade edilse de,  doğrudan SUK’u bağlayıcı bir söylem kullanmaktan çekindikleri doğal olarak Hıristiyanların dikkatini çekmiştir.

Bürokraside, Ordu’nun üst yönetiminde ve kamunun birçok alanında Hıristiyanlar önemli bir yer tutmakta. Dolayısıyla önemli bir kısmı Baas üyesi. Şimdi eğer iç savaşı Sünni Araplar kazanırsa, Hıristiyanların durumunun ne olacağı konusunda hiç kimse bir öngörüde bulunamaz. Hele 2003 işgali sonrası ABD ve İngiltere’nin gözü önünde Iraklı Hıristiyanların yaşadıkları katliam ve sürgünler halen hafızalardaki tazeliğini korurken.

•          Sizce Suriyeli Hıristiyanların üçüncü bir yol izlemesi mümkün müdür?

Açıkçası bunun olma ihtimali oldukça düşük. Diğer bir deyişle, Suriye’yi ana vatanları olarak gören Suriyeli Hıristiyanların Kürtler gibi üçüncü bir strateji izlemesi güç görünmektedir. Birincisi, silahlı bir grup değiller; ikincisi, Kürtler veya Dürziler gibi belli bölgelerde yoğunlaşan coğrafi bir toprak parçasına sahip değiller; üçüncüsü, seküler Arap milliyetçiliğinin İslami bir Arap milliyetçiliğine kayması durumunda Araplıkları tartışmalı hale gelebilir ve sonuncusu da, Hıristiyanlar homojen bir topluluk olamadıkları gibi kendi aralarında uzlaşamadıkları birçok mezhepsel ve politik yaklaşıma sahip. Dolayısıyla Suriye içerisinde kendilerine gelenek ve görenek olarak yakın buldukları kesimlerle kader birlikteliğine yönelmeleri kuvvetle muhtemeldir. Bunlar da Arap Alevileri, Dürziler veya Kürtler olabilir. Diğer yandan, Sünni Araplarla da anlaşmakla birlikte iç savaşta Sünni muhalefetin dini bir içerik kazanması, söz konusu ittifakın oluşması önünde önemli bir engel oluşturduğunu tespit etmek gerekir.

•          Türkiye’nin Suriyeli Hıristiyanlara yönelik politikası nasıl tanımlanabilir?

1071’den I. Cihan Savaşı’na kadar geçen süre içerisinde Doğu Hıristiyanlarıyla ittifak boyutunda bir ilişki kuruldu. Elbette sınırlı düzeyde bazı çatışmalar da yaşanmıştır; ancak bu, İmparatorluk içindeki tüm gruplarla yaşandı. Bununla birlikte, Savaş sırasında yaşanan acı olaylar iki toplum arasındaki ilişkilerin de ciddi şekilde tahrip edilmesine yol açtı. Suriye özelinde bakıldığında, Hıristiyanların Osmanlı döneminde seküler Arap milliyetçiliğinin oluşmasında önemli bir entelektüel role sahip oldukları bilinmektedir. Ayrıca Asuri ve Ermenilerin yaşadıkları trajediler de Suriye’deki Hıristiyanların Türkiye algısını derinden etkilemiştir. Örneğin, Lübnan, Halep ve Kamışlı gibi bölgelerde yaşayan Ermenilerin önemli bir kısmı 1915 sonrası bölgeye göç ettirilen Ermenilerin 1. ve 2. kuşak yakınlarıdır ve olumsuz bir algıya sahiptirler.

2011 sonrası döneme gelecek olursak, AK Parti, Esad’ın devrilmesini gündeme getirmesine karşın Hıristiyanlara yönelik kapsayıcı bir politika geliştirmede başarısız oldu. Güven artıcısı adımlar, diyalog ve görüşmeler oldukça sınırlı düzeyde kaldı. Üst düzeyde gerçekleştirilen birkaç görüşme Suriyeli Hıristiyanların kaygılarını gidermek için yeterli olmadı.  Dolayısıyla Suriyeli Hıristiyanlara krizin başında güven verici adımlarla yaklaşılsaydı, onları kazanmak mümkündü. Ancak, bu yapılmadığı gibi sivil toplumun da önü açılmadı. Sonuç olarak gelinen noktada Suriyeli Hıristiyanların AK Parti’nin Suriye politikası karşısında bir güvensizlik hissi içinde olduğunu bilmeliyiz. 

Kategoriler

Güncel Dünya