YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Telefonda azar gerekli miydi?

Vakıf Başkanı’nın sözlerini sorunlu bulabiliriz, ancak burada Rum toplumu içinden kavgalı olduğu kişileri kastettiğini anlamak zor değil. Rum toplumu içinde de vakıf yönetimleri konusu, aynı bizim toplumda olduğu gibi sorunlu. Gelin görün ki, burada İmamoğlu’nun kastedilmediği çok açık. Öyleyse niye İstanbul Belediye Başkanı böyle bir azarlayıcı tona ve bu görüşmeyi basına servis etmeye karar verdi?

Balıklı Rum Hastanesi’nin ihtiyarhane bölümünde 4 Ağustos’ta çıkan yangın hepimizin içini acıttı. Yangın binada büyük hasara yol açsa da, neyse ki herhangi bir can kaybı ya da yaralanma yaşanmadı. O gün bir vesileyle oradaydım ve hastane personelinin cansiperane bir şekilde binada kalan yaşlıları tahliye ettiklerine tanık oldum. Çok önemli bir iş yaptılar. Geniş bir alanda faaliyet gösteren hastane, önemli bir aksama olmadan hizmet vermeye devam ediyor. Hastane yönetimi ve çalışanları bu açıdan da bir tebriği hak ediyor.

Yangından sonra, ilginç bir şekilde, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile Balıklı Rum Hastanesi Vakfı Başkanı Konstantin Yuvanidis arasında bir gerilim patlak verdi. İmamoğlu’ndan, “Vakıf yönetimi yangın sonrası itfaiyeye teşekkür etmedi” gerekçesiyle bir serzeniş işittik. Aslında Ekümenik Patrik Bartholomeos yangın sonrasında itfaiyeyi ziyaret edip teşekkür etmişti ama öyle görünüyor ki İmamoğlu, vakıf yönetiminin ağırlıklı olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan, İstanbul Valisi ve Zeytinburnu Belediyesi’ne teşekkür etmesinden rahatsız olmuştu. Bilemiyorum, belki de vakıf yönetimi önceliği hükümetle ilişkileri iyi tutmaya vermiştir. Bu, Ermeni vakıflarında da gördüğümüz bir durum. Bu tutumu eleştirsek de vakıf yönetimlerinin iktidarda kim olursa olsun onlarla iyi geçinmeye çalışmaları, azınlık hâline getirilmiş toplumların yakın tarihine damgasını vurmuş bir olgu. Söz konusu yönetimleri bu yüzden eleştirebiliriz ve eleştiriyoruz da, ama burada ilk olarak bu yönetimleri bu tutuma zorlayan devlet geleneğini sorgulamak gerekiyor.

Geride bıraktığımız hafta içinde, yadırgadığım bir manzaraya tanık oldum. İmamoğlu, belediye kurumlarından birinde görev başındayken, telefonda Balıklı Rum Hastanesi Vakfı Başkanı Yuvanidis’i azarlıyordu. “Azarlıyordu” diyorum, çünkü konuşmanın tonu böyleydi. Yuvanidis’in yanıtlarını ise duyamıyorduk. Böyle bir konuşmanın neden ajanslara servis edildiğini anlamak mümkün değil. İmamoğlu konuşmasında başta bahsettiğim teşekkür meselesini gündeme getiriyor ancak konuyu orada bırakmıyor, Yuvanidis’in Sabah gazetesine verdiği bir röportaja atıfta bulunarak şöyle diyordu: “ ‘Orada olsaydım milleti oradan kovardım’ demişsiniz. Kimseyi kovmaya gücünüz yetmez, hele beni hiç yetmez, bunu bilin.” İmamoğlu’nun konuşmasının devamından, Yuvanidis’in, sözlerinin çarpıtıldığını söylediği gibi bir sonuç çıkıyordu, çünkü İmamoğlu, kısa bir dinleme süresinden sonra yanıt olarak “Sözlerinizi eğer gazete çarpıtmışsa gazeteyle ilgili de bir düzeltme istemenizi tavsiye ederim size” diyordu.

Merak edip Yuvanidis’in ne söylediğine baktım. Şöyle diyordu: “Çok emek harcadım ama cemaatten bir kesim illa hastane yönetimini alacağız diye seferber oldu. Yangına üzülmek yerine, bu olayı bile bana karşı kullandılar. Yangın günü akbabalar gibi hastaneye üşüştüler, orada olsam hepsini kovardım.”

Vakıf Başkanı’nın bu sözlerini de sorunlu bulabiliriz, ancak burada Rum toplumu içinden kavgalı olduğu kişileri kastettiğini anlamak zor değil. Rum toplumu içinde de vakıf yönetimleri konusu, aynı bizim toplumda olduğu gibi sorunlu. Gelin görün ki, burada İmamoğlu’nun kastedilmediği çok açık.

Öyleyse niye İstanbul Belediye Başkanı böyle bir azarlayıcı tona ve bu görüşmeyi basına servis etmeye karar verdi? Yanıtı bilemiyoruz. Ancak bunun doğru bir yöntem olmadığı ortada. Hem yanlış bir bilgiye dayanıyor, hem de bu görüşmenin bu şekilde servis edilmesi karşıdaki insanın kişilik haklarını da zedeliyor.
Yadırgadığımı belirtmeliyim.