25 Kasım’da Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde Taksim Tünel’de yasaklanan yürüyüş esnasında civardaki sokaklardan ve Karaköy’den şiddet uygulanarak gözaltına alınan kadınların hikâyelerine yer vermeye devam ediyoruz. Berfin Atlı, 25 Kasım’ın önemini, yaşadığı, tanıklık ettiği gözaltı deneyimini kadınlarla bir arada mücadele pratiklerini Agos’a yazdı.
BERFİN ATLI
25 Kasım’da bir araya gelmek benim için önemli çünkü kadınlar, çocuklar, LGBTİ+’lar ve kilit mülteci gruplar olmak üzere kimi zaman şiddetin savunmasızlaştırdığı kimi zaman ise daha çok radikalleştirdiği ve politikleştirdiği insanların, cinsel ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddete, aile içi şiddete tepki gösterdiği, bununla mücadele etme yollarını sloganlarla açtığı ve aslında duygu ve mesaj aktarımında bulunduğu bir alan, bir eylemlilik hali… Böyle günlerde her sokak bir mücadele alanı, her yer bizimmiş gibi hissediyoruz ve öfkemiz iskeletimizmiş gibi bizleri ayakta tutuyor, dahası buna izin veriyoruz. Türkiye’de bir 25 Kasım sabahına uyanmanın anlamı nedir? Öncelikle hangi sokakların ne zaman kapanacağına dair bilgi almaya çalışmakla günü geçirmek demektir. Mekânsal bir ihlal türüne de tanık kalır şehrin insanları. Şehir adeta ablukaya alınır, insanların ulaşım özgürlüğü kısıtlanır, Beyoğlu boğulur, nefes alamaz hale getirilir. Saldırıya uğrayacağınızdan emin olduğunuz için ne giyeceğinizi seçerken iki kez düşünürsünüz, renk veya biçim değildir söz konusu olan, hangi boy paça uzunluğunun ne kadar çekiştirilebileceği, hangi kalınlıkta giysinin hangi tür darpları hafifletebileceği ve gözaltındaki uzun saatlerde sizi hangi kazağın ısıtabileceği gibi ayrıntılardan söz ediyorum. İlaçlarınız, limonlarınız, küp şekerleriniz çantada fazladan ağırlık yapan şeyler arasında yerini alıverir. Kimi zaman çantanıza bakarken tüm bunların bir arada ne işe yarayacağına siz bile yabancılaşırsınız. Sabah 9’da bile Beyoğlu’ndaki kafelere koğuşlanan kadınlar görürsünüz. Türkiye’de 25 Kasım gününe uyanmanın anlamı, uzun uzadıya bir bekleyişi, gizlenme ve kamufle olma halini göze almak anlamına gelir. Bazen yol kapatma yasağına çok az kalmışken ortak kullandığınız metrodaki kadınlarla göz göze gelirsiniz ve bir sırrı paylaşıyormuş gibi hissedersiniz. Eğer geç kalmışsanız sokak başlarındaki engellerden geçmeye çalışırken elinizdeki yalan ve senaryo olasılıklarını, polislerle yapacağınız pazarlıkları değerlendirirsiniz. Tüm bunların bize romantik geldiğinden hiç emin değilim. Düzeneklerle ve engellerle dolu bir bilgisayar oyununu andırdığı doğru. Fakat bunları yaşarken sinirleriniz sahiden yıpranıyor, isyan ediyorsunuz, daha çok öfkeleniyor ve bazen kendinizi histerik kahkahalar atarken buluyorsunuz. Varmak istediğiniz yere varana dek o kadar çok yürüyor, o kadar çok yürüyorsunuz ki yürümenin anlamı üzerine düşünmeye başlıyorsunuz. 25 Kasım önemli, çünkü aynı zamanda yeni bir eylemlilik formunu öğretiyor bize, farklı politikleşme biçimlerini, hallerini, tanımsız ve açık yeni şiddet biçimleriyle nasıl baş edebileceğimizi öğreniyoruz ve stratejiler geliştiriyoruz.
Her şeye rağmen çok iyi iş çıkardık
Yapılamayan bir yürüyüş olduğu doğru ancak kesinlikle yapılamamış, gerçekleşememiş bir protesto değildi. Kitlesel gözaltılara bakıldığında, kadınların eylemlilik halinin öncelikle farklı semt ve şehir noktalarına yayıldığını düşünüyorum. Sadece Beyoğlu’nda farklı sokaklar eylem alanına dönüşmedi, gözaltı süreçlerine baktığımızda aslında götürüldüğümüz hastaneler, gözaltı merkezleri, bırakıldığımız ücra noktalar da eylem alanına dönüştü ve bu 25 Kasım Taksim’deki bir olay olmaktan çıktı ve örneğin Avcılar’a, Bağcılar’a da sıçradı. Kadınlar gözaltındayken de bulundukları noktalarda, hastanelerde, gözaltı araçlarında, koridorlarda ters kelepçeye direndiler. Bir diğer önemli nokta, 25 Kasım Platformu’nun da vurguladığı gibi gözaltındaki kadınlara ulaşmaya çalışan avukatlara ve basın emekçilerine yönelik şiddet ve 25 Kasım’ın bir sınırdışı gerekçesi olarak kabul ediliyor olmasıydı. Bu bize çok şey söylüyor. Üzerine uzun uzun düşünüyoruz. Çok daha keskin bir zeminde olduğumuz açık ancak iktidarın kadınlardan ne kadar çekindiğine de işaret ediyor bu durum. Her şeye rağmen çok iyi iş çıkardık diye düşünüyorum. Sendikaların, diğer politik hareketlerin yıllardır Taksim’den çekilmiş ve çekilmekte olduğu bir dönemde, kadınların her ne pahasına olursa olsun Taksim’i bırakmayışı, savunması pek çok hak temelli hareket için ilham verici olmalı.
Hiçbir şekilde ‘dağılın’ uyarısı yapılmadı
Biz Haliç Köprüsü’nün altına ulaşmaya çalışıyorduk ve oraya vardığımızda ablukaya alınmış kadınlar gördük, onlara moral olması adına daha yüksek sesle bağırdık, sanırım bizi duymuş olacaklar ki karşılık verdiler. Aramızda polisler vardı ama seslerimiz buluşmuştu. O an çok güzeldi. Ablukanın içindeyken yalnız olmadığını bilmek, ablukanın dışında da bunu devam ettirecek kadınların olduğunu bilmek... Başlangıçta kendilerine ulaşmaya çalıştık ama hızla gözaltı aracına alınmaktaydılar ve aramızda mesafe ve polisler vardı. Dolayısıyla eylemi devam ettirme kararı alarak pankartı açtık. Sonrası herkesin başına gelen şeyler. Bunu ayrıntıları ile anlatmak beni zorluyor. Sadece, dikkatimi çeken, hiçbir şekilde ‘dağılın’ uyarısının yapılmamış olması, birdenbire etrafımızı sarmaları ve nefessiz kalana dek oluşturdukları ablukada bizi sıkıştırmaya özen göstermiş olmaları. Ardından çekiştirerek, darp ederek, şiddet içinde bizleri gözaltı aracına doldurdular.
Birbirimizden haber almaya çalıştık
Psikolojik ve fiziksel şiddet eylem boyunca vardı. Ben sadece bizim araçta yaşananlara dair kısıtlı şeyler söyleyebilirim. Bulunduğum araçta üç kadın durumunu hekime raporladı. Biri hemen röntgene girdi ve doku zedelenmesi olduğunu öğrendik. Saatlerce havalandırma olanağı olmayan bir araçta bekletildik. Tuvalet, su, yemek ihtiyacımız vardı. Beş-altı saat bunlar engellendi. Hastanedeyken tuvalete gitmek istedik ama hastanenin tuvaletlerinin kilitli olduğu söylendi. Böbreklerinden rahatsız olan bir kadın arkadaşımız sancılandığını belirtti. İlaçlarını alması gereken bir arkadaşımızın kantinden su almasına dahi müsaade edilmedi. Çölyak hastası bir başka arkadaşımız için glütensiz ekmek tedarik etmemiz gerekiyordu ama bu da çok zor gerçekleşti. Koridorda bizi karşılayan avukatlarla iletişime geçmemiz engellendi. Kağıthane Devlet Hastanesi ters kelepçeye direnen kadınların sesinden inledi. Aracın içi cehennem yeri gibiydi. Telefonla görüşme hakkımız da engellendi ve bizi evlerimize en uzak noktalarda bıraktılar. Yani evet, türlü işkence biçimi ile karşı karşıyaydık ve buna yol boyunca başımızda bağırıp çağıran kadın polisler de ekleniyordu. Diğer araçlarda daha sert müdahalelerin olduğunu öğrendik gözaltı sürecinde. Birbirimizden haber almaya çalıştık daima.
Çok sert bir 25 Kasım geçirdik. Fakat yaşadıklarımızı analiz etmeye, işkenceyi belgelemeye, hesap sormaya devam edeceğimizden ve hak arama mücadelemizi büyüteceğimizden şüphem yok. İyi direndiğimizi düşünüyorum. Bu yaşananlarla birbirimizin çaresi olduğumuza olan inancım yeniden pekişti. İyi ki kadınlar var!