OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Vakıflarda şeffaflık ve profesyonelleşme

Bugün artık özellikle okulu, hastanesi, belli bir gayrimenkul stoğu olan vakıflarımızın yönetimi tam zamanlı bir iştir. Başka bir deyişle, kişilerin şahsi işlerinden gönüllülük esasına göre ayıracakları kısıtlı zamanlarla, haftada bir iki saat yönetim kurulu toplantısına katılmakla yapılacak iş olmaktan çıkmıştır. Bu kadar çok zaman gerektiren bir iş olunca, hâliyle, hayatını kazanmak için çalışmak zorunda olduğu için bu vakti ayıramayacak olanlar vakıf yönetimlerine katılmaktan imtina ediyorlar. Böylece potansiyel yönetici havuzu daralmış, kalifiye yönetici adayları elenmiş oluyor.

Son iki yazıda hastanelerimiz ve onların seçimleri bağlamında konuşurken devletin azınlıkları ilgilendiren meselelerde, onlarla ilgili yasal mevzuat üretirken şeffaf olması ve istişareyle, yani bu topluluklarla fikir alışverişi içinde çalışması gerektiğini söylemiştim. Fakat, şeffaf olması ve istişareyle çalışması gereken sadece devlet makamları değil; Türkiye Ermeni toplumunun vakıfları da şeffaf olmalı ve geniş çevrelerle istişarede bulunmalı. Maalesef bu konuda vakıflarımızda süregiden bir eksiklik var. 

Şeffaflık derken ne kastettiğimiz, iki ayrı noktada tartışılabilir: karar alma süreçlerinde ve mali konularda şeffaflık. Hangi kararların nasıl ve ne gerekçeyle alındığı, kaynakların hangi projelere, hangi süreçler sonunda aktarıldığı konusunda Ermeni toplumunun düzenli mekanizmalarla bilgilendirilmesi gerekiyor. Türkiye’deki genel yönetim anlayışının bir çarpıklığının Ermeni toplumundaki devamı olarak, vakıf yöneticilerimiz genelde hesap vermekten hoşlanmıyorlar, bunu şahsi bir küçülme olarak görüyorlar. (Tabii ki istisnalar vardır ama istisnalar bu sorunu ortadan kaldıracak kadar çok değil.) Hâlbuki hesap vermek, yönetici olmanın, hele hele seçimle işbaşına gelmiş bir yönetici olmanın normal, olması gereken bir parçasıdır, gocunacak bir iş değildir. 

Şeffaflığın gerekli olduğu bir başka konu da vakıflarımızın mülk ve gelir durumlarıyla ilgili. Daha evvel de söylediğimiz gibi, herhangi bir vakfın uhdesinde bulunan mülkler sadece o vakfa ait değildir, Ermeni toplumunun bütünün malıdır, dolayısıyla vakıfların malı-mülküne, parasal birikimine vb. dair bilgiler Ermeni toplumuyla paylaşılmalıdır. Bu konuda da yöneticilerimizde genel bir ketumluk söz konusu. Bu konulara kendi şahsi meseleleri veya özel bilgileri muamelesi yapıyorlar. Hâlbuki sorulan şey onların özel veya ticari hayatına dair bir veri değil, bütün toplumu ilgilendiren bir bilgidir. 

Mali konunun bir başka alt başlığı mali denetimdir. Burada da şeffaflığın gereği, en kaba hâliyle söyleyecek olursak, vakfın gelir ve giderlerinden toplumu haberdar etmektir. Buradaki soru(n), bunun nasıl yapılacağı veya ne yapılırsa bunun yeterli bir şeffaflık uygulaması olacağıdır. Kimi yıllık kısa bilanço yayımlayınca, kimi ayrıntılı bilanço yayımlayınca şeffaflık kriterini karşıladığını düşünüyor. Bunun da bir standarda bağlanması gerekir. Esasen, bu raporları vakıf yönetimleri veya vakıf yönetimlerinin muhasebecileri hazırlamamalı, zira o kendi kendini denetlemek manasına gelir ki pek bir anlamı yoktur. Uygun olan, bağımsız mali denetim kuruluşlarının bu denetimleri yaparak raporlar hazırlamalarıdır. 

Bununla doğrudan değilse de dolaylı olarak ilgili bir başka konu da şudur: Bugün artık özellikle okulu, hastanesi, belli bir gayrimenkul stoğu olan vakıflarımızın yönetimi tam zamanlı bir iştir. Başka bir deyişle, kişilerin şahsi işlerinden gönüllülük esasına göre ayıracakları kısıtlı zamanlarla, haftada bir iki saat yönetim kurulu toplantısına katılmakla yapılacak iş olmaktan çıkmıştır. Bu kadar çok zaman gerektiren bir iş olunca, hâliyle, hayatını kazanmak için çalışmak zorunda olduğu için bu vakti ayıramayacak olanlar vakıf yönetimlerine katılmaktan imtina ediyorlar. Böylece potansiyel yönetici havuzu daralmış, kalifiye yönetici adayları elenmiş oluyor. Bunun nasıl, hangi mekanizmalarla hayata geçirileceği tartışılabilir ama bir şekilde vakıf yönetimlerimizin profesyonelleşmesi lazım. Başka bir deyişle, tam zamanlı olarak vakıf yönetiminde çalışacak ve hayatını o işten kazanacak kişilerin sayısının artması gerekiyor. Hatta, vakıf yönetim kurulu üyeliğinin bile profesyonelleşmesi tartışılabilir. Tüm bunlar için toplumumuzda öteden gelen “Bu iş hamaynk işi, bu iş gönül işi” anlayışının esnemesi gerekiyor. Tabii, bu işe gönlünü vermişler başımızın üstüne ama vakıf yönetimlerinin artık ‘gönül’den fazlasını gerektiren işler olduğunu görmek gerekiyor. 

Tabii, tüm vakıflarımızın iş yükü aynı değil; bazılarının çok, bazılarının az işi var. Profesyonelleşmeyle birlikte kimi vakıfların ortak yönetim kurulu altında toplanması da düşünülebilir. Başka bir deyişle, işi çok bir vakıfla, işi az bir vakıf veya işi az birkaç vakıf aynı kişilerden oluşan yönetim kurulu tarafından idare edilebilir. Böylece yönetimler arasındaki iş yükü dağılımı daha dengeli hâle getirebilir.

Vakıf yönetimlerinde başka reformlar da yapılması gerekiyor. Vakıflar arası koordinasyonu sağlayacak bir yapı oluşturmak, bunların başında geliyor. Fakat tüm reformların ortak bir noktası var, o da hayata geçirilebilmeleri için öncelikle bu reformlara niyet etmenin gerekli olması.