TAMAR GÜRCİYAN

Tamar Gürciyan

Bir ölüm ve bir hayatın ardından: Prof. Hermann Schlimme

Dersine gittiğim bir gün, Ayasofya'nın 10. yüzyıldaki depremde çöken kubbesinin nasıl restore edildiğini birinci sınıflara detaylarıyla anlatmadan önce yanıma gelip, bana kubbenin restorasyonunu yapan mimar Trdat’ın (Dırtad) isminin telaffuzunu sormasını, derse girmeden önce defalarca o ismi doğru söyleyebilmek için uğraşmasını unutmayacağım.

Geçenlerde gelen bir telefonla, Berlin Teknik Üniversitesi Mimarlık ve Şehir Tarihi Bölümü Başkanı, çok sevgili hocam, iş arkadaşım, mentorum Prof. Dr.-Ing. Hermann Schlimme’nin ani ve trajik vefatının haberini aldım. Antep’teki Surp Asdvadzadzin Katedrali hakkındaki tezimin danışmanıydı. Beni bu konuda çalışmaya teşvik etmiş, Ermeni mimarisine eğilmemi desteklemişti. Schlimme'nin araştırmaları erken modern İtalya mimarisi, Çin-Avrupa mimari ilişkileri, mimarlık epistemolojisi, inşaat tarihi, 20. ve 21. yüzyıl mimarlık tarihine odaklanıyordu. Ondan öğrendiğim, sözlü tarih, eleştirel mekânsal teori ve uygulama yöntemleri, tarihî ve güncel mimari konseptler, Surp Asdvadzadzin Katedrali’nin hikâyesini ele alırken benim için yol gösterici olmuştu. Bugün, ölümün trajedisini hayata bağlayan bu anda, beni birçok açıdan derinden etkileyen Prof. Schlimme’den ve onun akademideki eğitimci ve vizyoner duruşundan söz etmek istiyorum.

Fransızların “métro, boulot, dodo” [metro, iş, uyku] diye betimledikleri günlük hayatın sıradan ritminde işten eve koştururken, sistemin içinde kaybolduğumuzu fark etmeden, birçoğumuz etik kriterlerle çelişen kararlar vermek zorunda kalırız; bedenimizle ve aklımızla uyuşmayan bir hayatta debeleniriz. İşte bu hayatta kendi etik ilkeleriyle barışık yaşayan ve kendi ilkelerini dikte etmeden başkalarına ilham ve umut veren çok az insanla karşılaşırız; onlar, kişinin kendi içindeki iyiyi takip ederek, bu zor dünyada etik ve makul bir şekilde yaşayabileceğini kanıtlar, yaptıkları işe ellerinden gelenin en iyisini katarlar. Profesör Schlimme böyle, akademide nadir rastlanan türden bir cevherdi. Zekâsıyla insanı her defasında şaşırtırdı. Herkese eşit ve saygılı yaklaşan, iyi bir dinleyici olup karşısındakinin anlattıklarını ondan daha açık bir şekilde bir bağlama yerleştiren bir bilim insanıydı. Sorularıyla karşısındakinin potansiyelini ortaya çıkararak, zihinlerde yeni kapılar aralardı.

Prof. Dr. Herman Schlimme

Ölümün çizgisinde hayat adil değildir. Ölüm suratımıza doğanın yasasını soğuk bir zincirle çarpar. Hermann’ın ölüm haberini aldığım anda etrafımdan koptuğumu hissettim. Herkes mesai yaparken bu haberi başkalarına nasıl vereceğimi bilemeyince, içinde yaşadığım düzenin ölüm gerçekliğine yabancılığını, yaşamın insana hüznü doğru anda hissettirmek zorunda bırakırken yasın ne anlama geldiğini düşündüm. Hayatın çağlayan ritminde Hermann’ın beklenmeyen kaybının ardından organizasyon meseleleri içinde bocalayan insanları görünce, zaman benim için durağan bir hüzün boşluğuna dönüştü. Günlük hayatın rüzgârının, bedenimi hareket edip ilerlemek zorunda bırakması, hayat denen bu trajedinin olağan bir parçası değil miydi?

Dersine gittiğim bir gün, Ayasofya'nın 10. yüzyıldaki depremde çöken kubbesinin nasıl restore edildiğini birinci sınıflara detaylarıyla anlatmadan önce yanıma gelip, bana kubbenin restorasyonunu yapan mimar Trdat’ın (Dırtad) isminin telaffuzunu sormasını, derse girmeden önce defalarca o ismi doğru söyleyebilmek için uğraşmasını unutmayacağım. Sanırım tarihin isimlerine mümkün olduğunca ses vermek onun için önemliydi. Yoksa neden, Batı mimarisinin ötesinde Çin mimarisini, İslam mimarisini de ele alsın, klasik anlatının ve yöntemlerin dışına çıkıp informel mimariye ve sözlü tarihe de uzansın? Mimarlık tarihi derslerinde yapıları modeller kullanarak anlatır, her derste sınıfa sorular sorar, bir öğrencisi yanıt verene kadar kendisi asla konuya açıklık getirmezdi. Sanırım onunla tanışmam da, o uzun sessiz bekleyişin ardından, bana yüreklendirici, aydınlık bakışıyla verdiği cesaret sayesinde olmuştu.

Kökenine, nereden geldiğine bakmadan birçok öğrenciye ve çalışana alan açmasıyla, bunu yaparken gösterdiği samimiyet ve insanların fikirlerine verdiği değerle öne çıkan bir akademisyenin, üstelik, mimarlık fakültesine getirmek istediği vizyoner fikirleri inşa etmeye bu kadar yakınken hayattan ayrılması çok üzücü. Hoşçakal Hermann. Değdiğin birçok insan senin ışığını devraldı. Kendi vicdan pusulalarımızla, bilginin ve merakın ışığında, açık görüşlü, vizyoner, eşitlikçi ve insani değerlerle elimizden gelenin en iyisini yapma görevi, bize miras kaldı. Nurlar içinde, huzurla uyu.