OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Türkiye kronik sorunlarını neden çözemiyor?

1980’lerden beri, futbolda şiddet çözülemeyen bir sorundur. Türkiye’nin uzun süredir çözemediği, kronikleşmiş sorunu yalnız bu değil. Bırakın öyle büyük, görece karmaşık, çözümü nispeten zor siyasi ve ekonomik sorunları, kuşaklardır çözemediği, futbolda şiddet benzeri o kadar çok sorunu var ki Türkiye’nin...

Haftasonu, Türkiye’de yeni bir futbolda şiddet vakasına tanık olduk. Daha öncesi bir yana, benim aklım erip de futbol seyretmeye başladığım 1980’lerden beri, futbolda şiddet çözülemeyen bir sorundur. Türkiye’nin uzun süredir çözemediği, kronikleşmiş sorunu yalnız bu değil. Bırakın öyle büyük, görece karmaşık, çözümü nispeten zor siyasi ve ekonomik sorunları, kuşaklardır çözemediği, futbolda şiddet benzeri o kadar çok sorunu var ki Türkiye’nin... Aklıma gelen irili ufaklı bu tür sorunları sayacak olursak: depreme hazırlık ve sağlıklı yapılaşma, trafik kazalarını önleme, yanlış balıkçılık dolayısıyla denizlerin kurutulması, orman arazilerinin ve sulak alanların günden güne daralması, özellikle İstanbul’da taksi ve taksicilik sorunu, sokak hayvanlarının ne olacağı... Aklınıza gelenlerle listeyi siz uzatın.

Peki, bu neden böyle? Neden Türkiye, bu gibi sorunlarını bir türlü çözemiyor? Şüphesiz, bu sorunun tek bir cevabı yok. Örneğin, saydığımız sorunların kimisinde ciddi bir rant ve o rantın etrafına kümelenmiş grupların, lobilerin direnci ve onların merkezî ve yerel yönetimlerle ilişki ve çıkar ağları önemli bir etken. O direnç bir türlü kırılamıyor. Öte yandan, bu faktörü de içine alan daha geniş bir durumdan bahsetmek gerekiyor. Şöyle ki, Türkiye irili ufaklı hiçbir sorununu çözemiyor, çünkü sorun çözmenin gerektirdiği fikrî, hissî ve ahlaki altyapı ne yönetenlerde ne halkta yeterince mevcut. Bundan kastım, temel olarak, meseleleri ele alırken, analiz ederken, yorumlarken, karşındakiyle tartışırken başvurulan düşünce biçimi ve takınılan tutum. Bu altyapının birçok bileşeninden bahsedilebilir. Temel bir ayrım, bu fikrî, hissî ve ahlaki altyapının pozitif ve negatif unsurları arasında yapılabilir. Başka bir deyişle, zikrettiğim düşünme biçimi ve takınılan tutumda olması gereken (pozitif) ve olmaması gereken (negatif) unsurlardan bahsedilebilir.

Negatif, yani olmaması gereken unsurlara dair bir örnek olarak sıkça karşılaştığımız şu tutumu zikredebilirim: Türkiye’deki bir sorunu, bir yanlışı, bir eksikliği, olmaması gereken bir durumu işaret ettiğinizde size sıkça verilen cevaplardan biri, başka ülkelerde de benzer durumların, benzer sorunların olduğudur; veya Türkiye’nin tarihinde bir haksızlığa, bir zulme işaret edersin, çıkarlar sana “Bilmem nerede de şöyle oldu, böyle oldu” derler. Şüphesiz, Türkiye, tarihinde zulüm ve bugününde sorunları olan tek ülke değil. İyi de, biz bu sorunları çözmek, daha iyi, huzurlu, müreffeh bir toplumsal hayata kavuşmak için diğer tüm ülkelerin tüm sorunlarını çözmelerini mi bekleyeceğiz? Onların da kendi sorunlarını çözememiş olması bizi neden rahatlatıyor? (Ki bizim çözemediğimiz sorunları çözen ülkeler de çok var.)

Bir sorunu çözebilmek için önce onu sorun olarak görmek, ondan rahatsızlık duymak gerekiyor. İnsan rahatsız olmadığı bir şeyi değiştirmekle uğraşmaz. Ama sözde değil, gerçek bir rahatsızlığı kastediyorum. Tabii, rahatsızlık duymak sorunu çözmek için yeterli değil ama gerek şarttır. Kendi sorunlarına dikkat çekildiğinde başka ülkelere bakıp avunan, rahatlayan bir düşünme biçiminin o sorunları çözme ihtimali var mı? Benzer şekilde, bugün var olan bir yanlışı söylediğinizde onun karşısına geçmişin yanlışlarını koyarak “Böyle gelmiş böyle gider” demeye getiren biri o yanlışı düzeltebilir mi? İşte bunlar, fikrî ve ahlaki altyapı dediğim şeyin bazı parçaları.

O altyapının bir başka veçhesi de şu: Türkiye’de insanlar, mevzu ne olursa olsun, tartışırken, konuşurken, analiz ederken hiçbir nüansı, hiçbir ara noktayı, griliği, tereddüdü, ikircikliliği görmek istemiyor, kabul etmiyor. Herkes her şeyin çok net olmasını istiyor. Herkes mıh gibi kendi pozisyonuna yapışmış ve karşısındakinden de tam olarak o pozisyonda olmasını bekliyor. Kendisininkinden kıl kadar sapan bir yorumu insanlar anında saldırganlıkla karşılıyor. Hâlbuki diyalog, insanın karşısındakininki kadar kendi fikrini de değiştirebilmesi ihtimalini barındırırsa manalı olur.