Lilit Pipoyan ile Ermeni müziğinin ruhuna yolculuk

Hilal Seven, Ermeni müziğinin günümüzdeki en önemli seslerinden Lilit Pipoyan ile Londra'da bir söyleşi gerçekleştirdi. Müzikal yolculuğu hakkında kapsamlı bilgiler veren Pipoyan'ın aynı zamanda Ermeni mimarlık tarihi dersleri veren bir akademisyen olduğunu da bu söyleşi vesilesiyle öğrendik.

Yüzlerce yıllık melodilere gitarı ve piyanosuyla can veren Lilit Pipoyan ile müzikal yolculuğunu; eşsiz sesiyle yorumladığı eserleri ve Ermeni müziğine olan katkılarını Agos okurları için konuştuk. İnceliği, zarafeti ve duyarlılığıyla insanı kendine hayran bırakan Lilit Pipoyan ile yaptığımız bu özel ve samimi sohbeti yayına hazırlayan Agos Gazetesi emekçilerine sonsuz teşekkürler.

Müzisyen olma hikâyenizle başlayalım. Müziğe ilginiz ne zaman, nasıl başladı?

Babam ressamdı, annemse ekonomist. Ama annem müziğe çok ilgili ve bu konuda yetenekliydi. Ailecek şarkı söylemeyi çok seviyorduk, ancak profesyonel müzisyenler değildik.

Sovyetler Birliği’nde, özellikle Ermenistan’da, çocukları müzik okullarına yazdırmak yaygın ve değerli bir gelenekti. Neredeyse her aile, çocuğunu müzik okuluna gönderirdi, annem de beni bir müzik okuluna yazdırdı. Orada hem piyano çalmayı öğrendim hem de müzik teorisi ve tarihine yoğunlaştım.

İlk albümlerinizde gitar odaklı besteleriniz çoğunluktayken zamanla yaylı ve elektronik enstrümanlardan oluşan kompozisyonlara daha çok yer verir oldunuz. Müziğinizde zamanla görülen bu değişimden bahseder misiniz?

Evet, başlangıçta odak noktam solo gitar veya piyanoydu, ancak zamanla bestelerime çeşitli telli enstrümanları dahil etmeye başladım. Bu süreç, sürekli olarak yeni müzikal sesler ve tarzlar keşfetmemi sağlıyor ve beni bir müzisyen olarak sürekli geliştiriyor.

Sadece gitar veya piyano çaldığınızda, müziğiniz minimalist bir yaklaşımı yansıtır, çünkü sadece bir enstrüman devrede olur. Ancak, ritüelist bir uyumu işime katma fikrine her zaman çekilmişimdir. Birkaç albümümde, bir yaylı dörtlüsü, birkaç nefesli enstrüman ve hafif perküsyon gibi farklı enstrümanları içeren şarkılarım oldu. Bu yaklaşım kariyerim boyunca devam etti ve yeni parçalar oluştururken de bu çeşitliliği korudum. İlginç olan, son parçalarımda genellikle gitar veya piyano kullanmayı bırakmış olmamdır, sadece telli enstrümanlara odaklanmayı tercih ettim. Bu değişiklik, kendimi hangi türün içinde olduğumu sorgulamama neden oldu.

Dinleyenleri mest eden hepsi birbirinden güzel olan şarkılarınızı nasıl yazıyorsunuz?

Başlangıçta, şarkı yazmayı düşünmüyordum. Şarkı söylemeye başladığımda, genellikle başka yazarların eserlerini seslendirir veya geleneksel halk şarkılarını yorumlar, kendi dokunuşumu ve hafif enstrümantasyonu ekleyerek onları yeniden şekillendirirdim. Kendimi sadece bir yorumcu olarak görürdüm ve öyle davranırdım. Yapmam gereken tek şey, yeni veya unutulmuş şarkıları tercih etmekti. Onları hayata geri döndürmek istiyordum.

Arada bir de kendim için şiirler yazıyordum, ancak onları hiç değerli bulmuyordum, sadece kendi zevkim için yapıyordum. Zamanla, birkaç küçük defter biriktirdim. Yakın zamanda, belki birkaç yıl önce olmalı, bu defterleri tekrar gözden geçirdim, aralarındaki en iyi sözleri seçtim ve onları müziğe aktardım.

Anladığım kadarıyla ‘Gulo’ en çok beğenilen şarkınız. Gulo’nun hikâyesi nedir, biraz bahseder misiniz?

‘Gulo’, bir kadını seven bir adam hakkında. Bir erkeğin gözünden yazılmış bir şarkı. Benim şarkılarımın çoğu aslında böyledir, folklorik şarkılarda genel olarak olduğu gibi. Bu şarkılar erkekler tarafından okunur; çok azı kadınlar tarafından söylenir, hele de aşk şarkıları. Doğrusu bu eser bir kadının gözünden söylenebilsin diye sözlerini değiştirmeye cesaret edemedim. Bazen konserlerde seyirciye bu eserin aslında erkekler tarafından okunduğunu, ama kadın olduğum için bu eseri olduğu haliyle okuduğumu söylerim. Çünkü eserin hikâyesini değiştirmek istemiyorum.

Bu hikâyede adam tam olarak ne söylüyor Gulo’ya?

Gulo’yu seven adam aslında şöyle diyor:

“Neden duygularımla oynuyorsun Gulo? Niye benimle oynuyorsun? Bana yavaşça yaklaşıyorsun, sana sesleniyorum, elinle bir işaret yapıyorsun, ama sana yaklaştığımda beni tanımazlıktan geliyorsun. Evinin çatısında duruyorsun, sana sesleniyorum ama sen beni yine görmezden geliyorsun. Keşke seni tanımasaydım, görmeseydim Gulo, çünkü kalbimi çok kırdın.”

Bu gibi şarkılar, özellikle de ‘Gulo’, ‘Hayrens’ adı verilen ve 10. yüzyıldan neredeyse 18. yüzyıla kadar olan dönemdeki eski Ermeni şarkılarına göndermeler içerir. Bu şarkıları yazan şairlerden en bilineni de 16. yüzyılda yaşamış olan Nahapet Kuchak olmakla birlikte, başka şairler de eserler üretmiştir. Bilhassa muazzam aşk şarkıları bestelemişlerdir. Ancak, bu eserlerin sadece sözleri yazıya geçirildiği için melodileri çoğunlukla ya kaybolmuş ya da folklor içinde erimiştir.

Dinlemeye doyamadığım bir diğer şarkınız da ‘Yes Saren Gukayi’ [Dağlardan Gelirdim]. Bu da eski bir şarkı mıdır?

Evet, o da yine benzer hikâyeye sahip bir halk şarkısı. Büyük müzikolog ve besteci Gomidas, Türkiye’deki Ermeni köylerini gezerken kayda alıyor o şarkıyı, diğer birçok halk şarkısının yanı sıra. Ama ne yazık ki bu şarkıların da birçoğu yok artık.

Ermenice müziğin ve şiirlerin diğer folklorik gelenekler üzerindeki etkisi olduğunu düşünüyorum. Siz de böyle düşünüyor musunuz?

Bu hangi zamandan bahsettiğimize bağlı aslında, yakın yüzyıllardan, 18. ve 19. yüzyıllardan bahsediyorsak, Güney Kafkasya’da, Doğu ve Orta Doğu etkilerini içeren önemli bir kültür karışımı oldu. 19. yüzyılın ve 20. yüzyılın başlarında, Tiflis’te, Aleksandropol’da [Gümrü] ve Yerevan’da birçok müzisyen -aşuk ve sazandarlar- bölgede eşsiz bir müzik atmosferi yaratıyordu. Ermeni müzisyenler de Tiflis’te etki sahibiydi. Ünlü aşuğ (âşık) Sayat Nova şarkılarını ve kompozisyonlarını üç dilde seslendirir ve icra ederdi: Ermenice, Gürcüce ve Türkçe.

Bu dönemde, 18. ve 19. yüzyıllarda, çok sentetik müzik örneklerine sahibiz, genellikle Orta Doğu müziği kapsamına girer çünkü etkiler Ermenilere çeşitli yönlere gelmektedir, ancak Ermeniler kendi müzik özelliklerini korumuşlardır. Bu zengin müzikal çevre özellikle son yüzyıllarda karakteristik olmuştur.

Size ilham veren, dinlemekten keyif aldığınız müzik türleri ya da müzisyenler var mı?

20 yıldır Ermenistan Devlet Üniversitesi’nde Ermeni mimarlık tarihini öğretiyorum, ayrıca klasik Greko-Romen sanat tarihini de öğretiyorum (ama asıl eğitimim mimarlık alanında). Daha çok yoğunlaştığım alan ise genellikle Ermeni kültürünün zirvede olduğu dönemlerdir. En parlak dönemler Orta Çağlardan itibaren -daha eski zamanlara değinmiyorum- 9. yüzyıldan 14. yüzyıla kadar.

Kilikya’da bir Ermeni krallığı vardı. Son derece gelişmiş bir kültürü vardı; müzik, minyatürler ve mimari de dahil olmak üzere, ayrıca harika başkenti Ani ile Bagratuni Krallığı da vardı. Bazı harika anıtları hâlâ orada duruyor.

Gençliğimden beri, o dönemin sanat ve müziğini keşfetmeyi arzuladım, arzuladığım en yüksek ifade, Orta Çağ Ermeni dinî müziği. Elbette halk müziği de. Eklemek istiyorum ki, klasik bir müzik eğitimi aldım. Bu nedenle, bu klasik Avrupa ve klasik Ermeni müzik arka planı, Ermeni geleneklerine olan anlayışımı etkiler. Bu da şarkı tarzımı etkiliyor.

Eski parçalarınıza kıyasla şimdilerde müziğiniz daha çok umut, neşe ve canlılık taşıyor. Bu dönüşüm nasıl yaşandı?

Gençken, olsun karşılıksız olsun karşılıklı, aşkın tüm duygularını yaşardım, şimdi olduğumdan daha melankoliktim. Aynı zamanda iyi eğlenirdim. Diyelim ki, o zamanlar rock müziğini beğenmiyordum, ama şimdi onun enerjisinden hoşlanıyorum. İlgilendiğim müzik türü hakkında, çok sayıda isim veremem ama geniş bir zevke sahibim. Bu yüzden çok kültürlü müzikten hoşlanıyorum, yalnızca Uzak Doğu hariç, o alanı tercih etmiyorum. Bir keresinde, Sayat Nova’nın adını taşıyan yerel bir müzik okulunda bir konserdeydim, Kürt bir topluluk performans sergiledi, müzikleri güzeldi. Avrupa ve Amerikan müziğine gelince, klasik ve çağdaş türlerden her ikisini de dinlemekten keyif alıyorum.

Türkiye’den herhangi bir müzisyen dinliyor musunuz?

Bir keresinde Türkiye’de bir toplulukla tanıştım, Kardeş Türküler. Onları çok beğeniyorum.

Bu söyleşi 24 Nisan’ın, Ermeni Soykırımı’nın anma haftasında yayınlanacak. Bu bağlamda, Türkiye’de Ermeni kültürünün ve müziğinin temsiliyetini günümüzde nasıl görüyorsunuz?

Türkiye’de Ermeni şarkıları söyleyen ve yaşayan birkaç grup, müzisyen ve trio olduğunu duydum. Ne yazık ki, bu grupların isimlerini hatırlamıyorum, sadece birkaçını hatırlıyorum. Bildiğim kadarıyla Hemşinliler kültürlerini, dilini ve müziğini koruyorlar. Ancak, diğer bölgelerden emin değilim. Dürüst olmak gerekirse, bu konu hakkında çok fazla bilgim yok. Sanıyorum, Türkiye’de Ermeni müziğine odaklanan çok fazla müzikal kolektif yok.

Eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Bu röportaj için çok teşekkür ederim. Birbirimizi tanımamız geliştiricidir. Hayat, birbirimizin yaşamını, sanatını ve müzik üzerine nasıl düşündüğünü anladığımızda daha da zenginleşir.

Kategoriler

Kültür Sanat Müzik

Etiketler

Lilit Pipoyan


Yazar Hakkında