Barack Obama ile Mitt Romney Karşı Karşıya: Sosyal ve Ekonomik Alanda Reel Politika Önerileri Neler?

ABD Başkanlık seçimlerinin iki adayı Demokrat Parti’li Başkan Obama ile Cumhuriyetçi Mitt Romney’in 2 milyar dolarlık seçim kampanyası, akıllara önemli bir soruyu da getiriyor: Seçmenlerin bu işten menfaati ne? Dahası seçmenler adayların reel politikalarını ne dereceye kadar belirleyebilecek ve bu politikaları nasıl etkileyebilecek?

Richard Peres

Amerika Birleşik Devletleri başkanlık seçimlerinde Başkan Barack Obama ile Mitt Romney’in yürüttükleri kampanya, ABD tarihinde şu ana kadar görülmüş en büyük, en komplike ve en maliyetli seçim kampanyası oldu. Kampanyanın toplam maliyetinin 3.800.000.000 TL (yaklaşık iki milyar ABD doları) olduğu tahmin ediliyor. Her biri altmış milyonu aşkın insana ulaşan televizyon reklamları, toplu e-postalar, tweetler, konuşmalar, telefonlar, kapı kapı ev ziyaretleri, haber bültenleri, köşe yazıları, röportajlar, televizyon programları, belgeseller ve dört açık oturum programı ile hiç sonu gelmeyecek gibi görünen uzun bir maratonun ardından Amerikalılar 6 Kasım 2012 tarihinde sandık başına gidiyor. 

Bu dev organizasyon akıllara önemli bir soruyu da getiriyor: Seçmenlerin bu işten menfaati ne? Daha da spesifik olmak gerekirse, seçmenler adayların reel politikalarını ne dereceye kadar belirleyebilecek ve bu politikaları nasıl etkileyebilecek?

Farklı Konulardaki Reel Tutumları Açığa Çıkarmak Zor Zanaat

Bu soruların yanıtlanmasını zorlaştıran birkaç faktör var. Adayların verdiği mesajların bir hedef kitleden diğerine ne derece değişkenlik gösterdiği de bu faktörlerden biri. Söz konusu seçim, esasında elli farklı eyalet seçiminden oluşmakta olup her bir eyaletteki seçimin galibi o seçim bölgesindeki oyların tamamını almış sayılıyor.  Kampanyalar boyunca verilen mesajlar ve düzenlenen faaliyetlerle, küçük ölçekli coğrafi bölgelerin ve belirli seçmen tabanlarının yaş, cinsiyet, gelir düzeyi, meslek ve etnik kimlikleri de göz önünde bulundurularak özel olarak hedef alınabilmesi için veri madenciliği teknikleri kullanılıyor. Örneğin belli bir yaşın üstünde bir yurttaşsanız, adaylar sizi hedeflerken kampanyalarını Amerika’daki Sosyal Güvenlik Sistemini nasıl koruyacakları sorusu üzerine kuracaklardır.

Adayların kilit öneme sahip politika alanlarındaki tutumlarını tam olarak anlayabilmenin önündeki bir başka engel ise ayrıntılarda kaybolma pahasına muğlaklık sergileme eğilimleri. Bunun nedeni ise ayrıntılı politikaların muhalefet tarafından saldırıya çok daha açık olması. Öte yandan, bunun tam tersinin geçerli olduğunu söylemek de mümkün; politika önerileri zaman zaman fazla muğlak olduğu için de eleştiri oklarına maruz kalabiliyor.  İşin aslına bakacak olursanız, rakibinizin politikalarına saldırmak kendi politikalarınızı anlatmak için nefes tüketmekten çok daha kolay ve etkili bir yol.

Bunun bir örneği de Vali Romney’in vergi ve istihdam planlarına karşı Demokratlar tarafından planların yeteri kadar ayrıntılı olmadığı ve “yeni bir şey getirmediği” gerekçesiyle yöneltilen eleştiri okları.

Söz konusu plan, 5 trilyon $’lık vergi kesintisi ile askeri harcamalarda 2 trilyon $’lık bir artış öneriyor; böylece bir taraftan federal bütçe açığını düşürürken orta sınıf için de herhangi bir vergi artışı getirmiyor. Demokratlar bu planın çok da fazla bir şey ifade etmediğini savunuyorlar. 

Bir başka muğlaklık kaynağı ise adayların ön seçimlerle genel seçim kampanyası arası dönemde sergiledikleri tutum değişiklikleri. Vali Romney bu anlamda epey zorlandı; nitekim önce Cumhuriyetçiler tarafından aday gösterilebilmesi ve sonrasında da çoğu bir hayli muhafazakar olan diğer Cumhuriyetçi adaylar karşısında iyi bir sınav vermesi gerekiyordu.  Romney, ön seçimleri kazanabilmek için sergilediği tutumu seçim kampanyası sırasında değiştirdi ve görmezden geldi. Daha fazla seçmen kazanabilmek için siyasi yelpazede sağdan merkeze kaydı. Bununla beraber, başlangıçta açıkladığı görüşlerini sonrasında inkâr etmek Romney’i hem güç durumda bıraktı hem de seçmenler gözünde itibarı ve güvenilirliği ile ilgi soru işaretleri yarattı. 

Örneğin, Romney ön seçimler zamanında, kadınlara yönelik doğum öncesi bakım ve doğum kontrol hizmetleri sağlayan bir kuruluş olan Aile Planlaması Kurumuna (Planned Parenthood) herhangi bir kaynak ayırmayacağına dair bir taahhütte bulunmuştu. Romney’in bu konudaki itirazı Aile Planlaması Kurumunun kadınlara aynı zamanda kürtaj hizmeti  de vermesinden kaynaklanıyordu. Romney’in www.mittromney.com adresindeki web sayfasında ise Aile Planlaması Kurumuna dair muhalif görüşleri de dâhil sosyal görüşlerinden eser yok. Bu konular genel seçim kampanyasında da dile getirilmedi. Ancak yine de bu konu Romney’in peşini bırakmıyor. Ön seçimler döneminde kadınlarla ilgili konularda verdiği demeçlerden ve görüşlerinden dolayı, Romney’in erkeklere kıyasla kadınlardan aldığı destek yüzde on daha düşük.

Bütün bunlara ek olarak, seçmenler adayların reel politikalarını anlamaya çalıştıkları bu süreçte, gerçeklerin çarpıtıldığı iddiası ile her iki taraftan da gelen karşılıklı suçlamalara ve önemli konuların haddinden fazla basitleştirilmesine maruz kalıyorlar. Bu durum özellikle de Romney’in kampanyası için geçerli; buna karşın Başkan Obama’nın önünde sahip olduğu dört yıllık siyasi tecrübesi sayesinde çok daha net bir tablo var. Son dört yıla bakarak, Obama’nın hangi muhtemel politikaları uygulamaya koyacağını tahmin etmemiz mümkün. Ancak yine de Amerikan ekonomisinde süregelen sorunlar, mülk sahibi pek çok insanın sahip olduğu emlak değerinin düşmesine yol açan konut krizinin etkileri ve genel olarak seçmenlerin en büyük endişe kaynağının ekonomi olması, sırf başarılı bir işadamı olmasından dolayı Romney’e kazanma şansı tanıyor.

250 milyon $’lık bir servete sahip Cumhuriyetçi bir muhafazakâr olan Mitt Romney’in sosyal politika alanındaki görüşleri, kendisinin Mormon Kilisesi’ne güçlü bir dini inançla bağlı olmasına dayanıyor. 1969 yılında, kendisiyle yaşıt diğer öğrenciler Vietnam‘daki savaşı protesto ederken, Romney Paris’te bir misyoner olarak Fransızları kendi dini inanışına geçirmeye çalışıyordu. Harvard İşletme ve Hukuk Fakültelerinde eğitim görmüş olan Romney, kendi partisinin muhafazakâr kanadına ve Çay Partisi Hareketine (Tea Party) hitap ederek Cumhuriyetçilerin başkan adayı olmayı başardı. Bu kadar kısa sürede aday olarak seçilebilmesinin sebeplerinden biri de Romney’in ülkesinin yarısını temsil edebiliyor olması. Nüfusun ciddi anlamda merkezci olduğu, dış politikada çoğunlukla izolasyon taraftarı olduğu (coğrafi olarak kendini apayrı bir konumda görmesi ve büyük bir alana sahip olmasından kaynaklanan bir faktör) bir Amerika’da, radikal partiler başarılı olamıyor ve böylelikle iki partili siyaset uzun soluklu bir tarihe sahip olabiliyor.

İşte böyle bir bağlamda, Romney’in kadınların kürtaj haklarına itiraz etmesi, eşcinsel evliliklerine karşı çıkması ve işverenlere tamamen kendi ahlaki görüşleri çerçevesinde kadın çalışanların doğum kontrol güvencesine itiraz etme hakkı tanıyan ‘Blunt Amendment’ adlı tasarıyı desteklemesine de şaşmamak gerekir. Başkan adayı, ahlaki sebeplerden ötürü kök hücre alanında yapılan araştırmaları da desteklemiyor. Bununla birlikte, Bay Romney, beyaz erkeklerden yüzde on daha fazla oy alabiliyor.

Dahası, Romney’in pek çok konuşması sendikaları ve özellikle de öğretmen sendikalarını aşağılayan ifadelerle dolu. Göç yasalarının daha katı biçimde uygulanmasını destekliyor ve yasadışı konumundaki yabancıların vatandaşlığa geçebilecekleri alanların daraltılmasını istiyor. Romney, iş dünyası üzerinde daha az devlet kontrolü ve daha az regülasyon görüşünün de ateşli savunucularından biri olarak, düşük gelir düzeyine sahip insanlara yardım sağlayan ödenek programlarında da kesintiye gidilmesi taraftarı. Kampanya esnasında, bir destekçisi ile yaptığı özel bir görüşmenin gizlice kaydedildiği konuşmasında Romney nüfusun %47’sini devletin dağıttığı ödeneklere bağımlı, vergi ödemeyen ve kendini sadece mağdur olarak gören insanlar olarak tanımlıyor. Bu görüşmede kullanmayı tercih ettiği sözcükler nedeniyle olumsuz bir tepki alsın ya da almasın, Bay Romney serbest girişim görüşünü destekliyor ve bu görüş - Türkiye siyasi jargonuna “sosyal devlet” olarak tercüme edilebilecek türden bir kavram olarak - merkezi hükümete ABD vatandaşlarını destekleme konusunda daha sınırlı bir rol biçiyor.      

Romney’in istihdamda büyümeyi sağlamaya yönelik 5 maddeden oluşan ekonomi planı ise,  enerjide bağımsızlık, mevcut iş imkânları ile daha uyumlu beceriler kazandıracak eğitim programlarının geliştirilmesi, “Amerika’ya uygun bir ticaret modeli” oluşturulması ve Çin’in haksız ticaret uygulamalarına son verilmesi, federal bütçe açığının düşürülmesi ve küçük ölçekli işletmelere yönelik yasal düzenlemelerin azaltılmasını hedefliyor.

Neredeyse dört yıldır başkanlık koltuğunda oturan Başkan Obama’nın notunu ise bu süre zarfındaki başarı ve başarısızlıklarının bir yansıması olan siyasi açıklamaları oluşturuyor. Obama kadınların kürtaj haklarını savunan, ABD Yüksek Mahkemesine iki liberal görüşlü yargıç atayan, kadınlar için eşit ücret getiren yasa tasarısını imzalayan, ordu içinde eşcinsellere yapılan ayrımcılığa son veren, eşcinsel evlilikleri ve kök hücre araştırmalarını destekleyen liberal bir Demokrat olarak yoluna devam ediyor. Obama, Amerikan vatandaşlarına yardım sağlama konusunda devletin önemli bir role sahip olduğu görüşünde ve seçim kampanyası sırasında verdiği sözü tutarak Kapsamlı Sağlık Yasasını (Affordable Healthcare Act -Obamacare)  derin görüş ayrılıklarına rağmen (bu tasarı Cumhuriyetçilerden tek bir oy dahi almadı) Amerikan Kongresinden geçirebilmiş bir siyasetçi. Ancak, daha önce de belirtildiği ve kamuoyu yoklamalarında da sürekli işaret edildiği gibi, ekonominin genel durumuna kıyasla bu konular seçmenlerin gözünde çok daha az bir öneme sahip.

Obama’nın ekonomi programı, başkanlık döneminin başlarında bir Teşvik Paketi’nin çıkarılmasına odaklandı ve herkesin Amerikan ekonomisinin kritik bir dönemden geçmekte olduğuna dair fikir birliği içinde olduğu bir dönemde ülke ekonomisinin yaralarını sarabildi.  Obama’nın vergi alanındaki politikaları ise yılda 250.000 $ üzerinde gelir elde edenler için vergi paylarının artırılmasını, nüfusun geri kalanı için ise vergi oranlarının azaltılmasını (Cumhuriyetçilerin her daim karşı çıktıkları bir nokta) ve motorlu taşıtlarda enerji verimliliğinin yüzde elli artırılması yoluyla 2030 yılına kadar enerji tüketiminin %35 oranında azaltılmasını öngörüyordu. Obama, Cumhuriyetçileri George Bush döneminde ekonomik krize sebep olan “zenginlerin kazancından yoksulların da yararlandığını varsayan ekonomi modelini” (“trickle-down” economic policies) uygulamakla suçlarken; Romney Obama yönetimine bu alandaki planlarından ötürü “sosyo-ekonomik harcamalarıyla yoksullara kazandıran hükümet” (“trickle-down government)” gözüyle bakıyor. Ancak Romney halen pek çok Amerikalının gözünde George Bush politikaları ile özdeşleşmiş durumda.

Yine de, sandıktan nihai oylar çıktığında bütün bunların hiçbir önemi kalmayabilir. Obama’nın başarısına ve popülerliğine üstelik Romney’in özellikle liberaller, kadınlar ve azınlıklar gözündeki zayıflığına rağmen şu anda kıran kırana bir yarış devam ediyor. 

*  Bu makalede geçen veri madenciliği terimi, farklı seçmen gruplarının oy verme paternlerinin ortaya çıkarılmasını sağlayan bir yöntem anlamında kullanılmıştır.

 

 

 

Kategoriler

Güncel Dünya