Bajar kentli Kürtlere dair sözü olan bir grup

Geçen ay çıkan ikinci albümleri ‘Hoş geldin / B’xêr hatî’ ile hayranlarının karşısına çıkan Bajar’ın üyelerinden Ari Hergel, “Hayallerim içinde, Bajar gibi, Ermenice sözlü müzik yapan, daha modern sound’lu bir grup kurma projesi var. Arakasd orkestrasında çalışmaya da devam ediyorum. Ermeni müziği üzerine kişisel çalışmalarım var” dedi.

LORA BAYTAR
lora@agos.com.tr

İlk albümü Nêzbe’nin ardından, geçen ay çıkan ikinci albümü ‘Hoş geldin / B’xêr hatî’ ile Türkiye’de rock alanındaki yerini sağlamlaştıran Bajar grubu, 7 Aralık Cuma akşamı İstanbullive’da bir konser verecek. Vokalde Vedat Yıldırım ve Burak Korucu, elektro gitarda Cansun Küçüktürk, basgitarda Ari Hergel, klavyede Ferhat Güneş ve davulda Erdem Göymen’den oluşan Bajar, ikinci albümünde de yine insan hikâyelerine yer veriyor. Ahmet Kaya’nın, kent insanının dertlerini yansıtan ‘Yalan da Olsa’sını başarılı bir yorumla albümüne taşıyan grubun üyelerinden Ari Hergel’le görüştük. Ari’yle Bajar’dan öncesini, Ermeni toplumunun sorunlarını ve Bajar’ı konuştuk.

•          Bajar’dan önce Sayat Nova Korosu’nda ve Arakasd’da tanımıştık seni. Üniversite eğitimin müzik dışında bir alanda. Bu geçişleri biraz anlatabilir misin?

Üniversitede uzay mühendisliği okudum. Orada aldığım eğitimin mesleki tercihimle alakası yok tabii; müzik sonradan seçilmiş bir yol. Lisede okurken, eşzamanlı olarak Pera Güzel Sanatlar Lisesi’nde dört yıl boyunca klasik gitar eğitimi aldım. Sayat Nova Korosu’nun da üyesiydim. Henrik Anasyan’ın yöneteceği bir orkestra konseri için basgitarist gerekiyordu; o konser için elime ilk kez basgitar aldım. Aynı şekilde, Bartev bir orkestra kuruyordu ve basgitariste ihtiyacı vardı, ekibinde çalmamı istedi. Ben de cahil cesaretiyle “Olur” dedim ve Arakasd orkestrasına girdim.

Uzay Mühendisliği’ne aslında uçak mühendisliği sevdasıyla girmiştim. Son iki yılımda staj yaparken bu bölümün aslında hiç de bana göre olmadığına karar verdim. O dönemde bir yol seçmem gerekiyordu. Ders aldım, kendimi geliştirdim ve başka gruplarla çalışmaya başladım. Hem eğleniyordum, hem para kazanıyordum. Ders vermeye de başladım. Okul bitince askere gittim. Askerden döndüğümde nihai kararımı vermiştim; müzisyen olacaktım.

•          Askerlik nasıl bir dönemdi senin için?

Edremit’te, bando takımındaydım. Hem askeri, hem sivil müzik yaptım. Müzikal olarak kendimi geliştirdiğim bir beş ay oldu... Ud çalmaya başladım; ihtiyaçtan udi oldum!

•          Bajar’la yolun nasıl kesişti?

Sayat Nova Korosu’yla Kardeş Türküler grubu ortak bir konser verecekti. O projede, Sayat Nova orkestrasının basgitaristi olarak yer aldım; Kardeş Türküler ve BGST müzisyenleriyle böylece tanıştım. Daha sonra, ben askerdeyken, Bajar’ın kurulma süreci başlamıştı. Askerden gelir gelmez kendimi grubun içinde buldum. O dönemde şarkılar üzerine çalışılıyor, proje oluşturuluyordu. Albüm sayesinde Bajar biraz daha tanınır oldu, daha çok konser vermeye başladık. Performansa dayalı, eğlenceli, dinlenir bir grup olduk.

•          Bajar’ın tarzı Kürtçe müzik dinleyen kitleye göre biraz farklı...

Bajar sadece bir Kürt grubu olarak anılmak istemiyor. Tasarımını Vedat Yıldırım’ın yaptığı bir proje bu. O bir Kürt olarak, Kürt meselesini bizden daha farklı, daha derinden yaşıyor. Bajar’da asıl meselemiz Kürt meselesi elbette; Bajar, kentli Kürtlerin dertlerine dair sözü olan bir grup ama sadece Kürtlere dair bir şey değil. Kentlilik hepimizi kapsıyor, benzer dertleri paylaşıyoruz. Örneğin, Kürt meselesinin yanında, sınıfsal mücadele de çok önemli bizim için.

•          Sözünü ettiğin kimlik, ‘Anadolu kökenli kentlilik’ olarak tanımlanabilir mi?

Evet. İlk albümdeki tipolojiler, Anadolu’dan zorunlu göçle kentlere gelmiş, hayat mücadelesi veren, binbir türlü zorluk yaşayan insanlardı. Orada bir ‘amele’ tipolojisi vardı. “Binlerce ev yaptım ama benim evim yok” diyordu.’Berfin’ karakteri de “Evet, benzeriz birbirimize, köklerimiz aynı topraklarda ama benim yapraklarım, çiçeğim başka renkte, bırakın o renkleri yaşayabileyim” diye sesleniyordu. Bu albümde ise, mesela Ahmet Kaya’nın ‘Yalan da Olsa’ şarkısını cover’ladık. Kentli huzursuzluğunu anlatan bir şarkı bu. O sıkıntıyı hepimiz yaşıyoruz, Kürt olmayanlar da yaşıyor. Bizim müziğimize yansıyan, kent yaşamına dair, bütün toplumsal alanlardaki sıkıntılar.

•          Ermeni müziğiyle bağın sürüyor mu?

Elbette. O benim için bir boyun borcu. Hayallerim içinde, Bajar gibi, Ermenice sözlü müzik yapan daha modern sound’lu bir grup kurma projesi var. Ama maalesef hem Türkçe, hem Ermenice söz yazma kabiliyetim yok. Arakasd orkestrasında çalışmaya da devam ediyorum. Bu arada, Ermeni müziği üzerine, kişisel olarak yaptığım çalışmalar da var. Ermenistan’da, Gomidas’ın elyazması notları temizlenip, ayıklanıyor. Bu çalışmalar ciltler halinde yayımlandı. Onlardan bir albüm hazırlıyoruz. 2013’ün başında çıkacak. Çok popüler olan Gomidas eserlerini tekrar icra etmek yerine yeni bir şey yapmak istedik ve mümkün olduğu kadar, seslendirilmemiş şarkıları seçtik. Projenin en can alıcı kısmı çokdilli olması. Gomidas’ın derlemeleri arasında hem Türkçe, hem Kürtçe, hem Ermenice şarkılar var; hatta Arapça bir ezan bile var.

•          Sayat Nova Korosu kökenli bir müzisyen olarak, çoksesli dini ve dindışı eserler seslendiren korolar hakkında ne düşünüyorsun?

Çoksesliliği yaşamak, duymak adına korolar çok önemli. Ortak müzik yapmaya, grup müziğine alışma yeri koro. O ekibin parçası olabilmekle, orkestranın parçası olmak, çok benzer şeyler. Ama bunun tek yolu kilise müziği değil. Sayat Nova’nın çocuk korosundan gelmeyim ben. Mutlaka müzikal yaşantıma katkı sunmuştur. Keşke dini müziklere de hâkim olsaydım.

‘ORADA OLMASAK DA VAKIFLIKÖYLÜLÜK DEVAM EDECEK’

Annem ve babam Vakıflıköylü ama ben İstanbul’da doğdum. Köyü, içerden bir bakışla değil, İstanbullu birinin bakışıyla algılıyorum. Son yedi-sekiz yıldır, yılda sadece bir haftamı köyde geçirebildiğim için, köyün yaşantısına ve sorunlarına dair çok pratik bilgim yok. İstanbul’dan bakan biri olarak gördüğüm ise, İstanbullu Ermenilerin yaşadığı sorunu onların da yaşadığı. Nüfus problemi var. Büyük ihtimalle, köyün varlığının tek kurtuluşu, göçenlerin geri dönmesi. Bu ne kadar mümkündür ve yeterli midir bilinmez, ama köyümüzün yüzyıllar boyu orada kalacağı gibi bir beklentim yok. İstanbul’daki ahalinin hali belli. Orada kalmış bir avuç insanın geleceğine dair uzun vadeli umutlar beslemek de saçma olur ama ‘Vakıflıköylülük’ ve ‘Musadağlılık’ devam edecek, bizler orada olmasak da.

‘DERDİN VARSA DİLE GETİRMELİSİN’

Tıbrevank Vakfı’nın yönetim kurulundayım. Dernek yönetim kurulunda da varım. Niye orada olduğumu soracak olursan; son zamanlarda herkes bir şeylerden şikâyetçi. Yöneticilerden, sistemden memnun değil kimse, ama kimse de bir şey yapmıyor. Eğer bir şeyden rahatsızsan onu düzeltmek için çaba göstermen, bir derdin varsa dile getirmen gerek. Sivil inisiyatiflerde yer almak, kendimi daha yakın hissettiğim bir şey. Yapabildiğimiz kadar işin içinde olup, rahatsız olduğumuz şeyin yönünü değiştirmemiz, doğru bildiğimiz şeyi uygulamaya çalışmamız gerek. Politik olarak yakın olduğum çizgi de bunu söylüyor zaten; örgütlü olmak her zaman iyidir. Örgütlü bir şekilde, beraber hareket ederek her şeyi dönüştürebilirsin.

Kategoriler

Kültür Sanat Müzik