İran’daki tarihi mekânlara Ermeni dini önderin üflediği nefes

Bugün İran’daki Ermenilerin sayısı Ermeni kaynaklarına göre 100 bin civarında.Müslüman nüfusun yoğun olduğu, İslami rejimle yönetilen bir ülkedeki Hıristiyan yaklaşımını okurlarımızla paylaşıyoruz.

SARKİS SEROPYAN
sseropyan@agos.com.tr

Bugün İran’daki Ermenilerin sayısı Ermeni kaynaklarına göre 100 bin civarında. Başkent Tahran dışında Yeni Culfa, İsfahan bölgesi Ermeni nüfus açısından önemli bir merkez. İran İslam Devrimi sonrasında Ermenilerin bir kısmı Kuzey Amerika ve Batı Avrupa gibi Diaspora ülkelerine göç etse de halen ülkenin en büyük Hıristiyan azınlığı oluşturmaktalar. Diğer önemli azınlıklar ise, Zerdüştler, Bahailer ve Yahudiler.

Günlük hayatta her vatandaş gibi İran İslam rejiminin kurallarına uymakla yükümlü olsalar da, İranlı Ermeniler kendilerine özerk bölgelerde yaşantı ve dini ibadet konusunda özgürler. Son dönemde ise tarihi Adırbadagan bölgesi dini önderliği, idealist bir din adamının çabalarıyla tarihi kiliseleri ve cemaatlerini yaşatma gayreti veriyor. Müslüman nüfusun yoğun olduğu, İslami rejimle yönetilen bir ülkedeki bu ilgi çekici Hıristiyan ‘açılımını’ okurlarımızla paylaşıyoruz.

Binlerce yıldan beri yaşadığı toprakların Rusya, İran ve Türkiye arasında bölünmesinin ardından, yoğun bir Ermeni nüfusu barındırmasının yanı sıra kendine has kültür-sanat ve edebiyatı ile her dönem dikkat çeken ve adına ‘İran Adırbadaganı’ (Azerbaycanı) denilen topraklar, artık Ermeni toplumunun yoğun yaşadığı yerler olmaktan çıktı.

Buna rağmen Aras (Araks) Nehri’nin çizdiği sınırın güneyinde Urmiye gölü (Gabudan Dzov) ve Culfa arasında kalan, Vasburagan’ın doğusundaki Adırbadagan toprakları, tarihi miras yönünden en az Vasburagan kadar zengin.

Günümüzde, Ermeni Kilise hiyerarşisi içinde ‘Adırbadagan Ermeni Temi (bölgesi)’ adıyla bilinen bu coğrafya, mimari eserleri dışında, yetiştirdiği pek ünlü din ve bilim adamları, politikacı ve edebiyatçılarıyla da anılıyor. Bu isimlerin içinde en tanınmışı ise, birer klasik sayılan tarihi romanları her dönemde okunan ve sevilen yazar Raffi (Hagop Melik Hagopyan).

Raffi’nin memleketi Adırbadagan, her ne kadar Tahran Dini Önderliği’ne bağlı olsa da, İran’ın coğrafi olarak büyük bir ülke olması dolayısı ile Kilikya Ermeni Gatoğigosluğu bu ‘Tem’e son yıllarda edebi çalışmaları ile tanınan genç bir din adamını atamış. Başrahip Krikor Çiftçiyan adlı bu dini önder, makamında ziyaretçi kabul etmek yerine yönetimindeki ibadethanelerle ziyaret yerlerini şahsen bir bir dolaşmaya, bunlardan gerekli olanların bakımları, restorasyonları ile ilgilenmeye, yani asli görevini yapmaya koyulmuş. Hayr Surp, bir yıldan beri  ‘Ardaz’ adında bir de aylık dergi çıkarıyor. İşte bu derginin on birinci sayısından sadece Kasım ayı içinde bölgede hangi etkinlikler gerçekleşmiş, onları öğrendik. Dergide Hayr Krikor’a yönelik takdir, hayranlık ve kutlama yazıları da dikkat çekiyor. Örneğin Beyrut’tan bir Ermeni “Tanığı olmak dışında, tarihsel yurdumuzun paha biçilmez hazinelerini tarihe de not düşüyorsunuz. Bu çalışmalar sizi kilisemizin ünlü dini önderlerinden biri yapacaktır” demiş. Halep’ten bir okur  “Onarılan kiliseleri görmek mutluluk veriyor, büyük memnuniyetle ve umutla haberdar oldum, bizdeki vahşi yıkımları bir an unuttum…” diye ifade etmiş duygularını. “Maragha Kilisesi ile terk edilmiş ebedi istirahatgâhı hakkında ilettiğiniz bilgiler için büyük teşekkürler. Yakılan mumlar ve ziyaretçilerin varlığı kilisenin kutsallığını daha da artırmış” diye seslenmiş Tebriz’den bir okur.

Ermeni dünyasının zorla dağıtılmışlığına inat yekpâre yapısının gözler önüne seren bu tepkiler, hayatın kurumaya yüz tuttuğu yerlerde ısrarla umut ekmenin kıymetini gözler önüne seriyor. Bizlere de yanı başımızdaki İran’da Ermenilere ait kiliselerde, manastırlarda neler yaşanıyor, birinci elden bunu gösteriyor. İnsan doğası gereği çözümlemeler yapar, kıyaslamalarla durum değerlendirmesine girişir. Ülkemizde durum nicedir, kavrayabilmek için gelin öncelikle Başrahip Krikor’un icraatlarına bakalım. 

Çilehane manzaraları

Her gün Taraşamp’taki Surp Istepanos Nakhavıga veya Mağartavank’a  gelen yüzlerce ziyaretçinin meraklı bakışlarla karşılaştıkları ilk tarihi yapı, Aras Nehri kıyısındaki S. Andreortı’nin çilehanesi, 13. yüzyıldan kalma ‘Çonan’ şapelidir. 1 Kasım Perşembe sabahı, Azerbaycan Ermeni ruhani önderi kıdemli rahip Krikor Çiftciyan, bir grup hacı adayı ile Culfa’ya gitti ve Çonan şapelinde Pazar ayinini yönetti.

Vaazında Surp Andreorti’nin çilehanesinin yakınında bulunan ve 19. yüzyıla değin varlığını sürdüren Ermeni Varşavar köyünün tarihçesini anlatan rahip, bu bilgilerin Fransız gezgini Saint Martin tarafından kaleme alındığını bildirdi. Rahip ayrıca şapelin yanında bulunan ve birkaç odadan oluşan yapının kalıntılarının da 1988’deki kazılarda ortaya çıktığını anlattı.

Şapelin tam karşısına düşen alan, Eski Culfa’nın üç tepeli mezarlığı, 10 Aralık 2005 tarihinde bir kültür soykırımına tanıklık etti. Nehrin karşı yakasında bulunan süslü mezar taşları, haçkarlar, Ermeni ataların ebedi istirahatgâhları, büyük bir vandalizm ile parçalanıp Araks’ın dibini boyladılar. Ancak bir avuç mümini ağırlayabilen şapelin içinde ayini izleyenler o gün bu atalara da dua ettiler.

Mujumbar köyüne özel ziyaret

Azerbaycan Ermenileri Ruhani Önderliği’nin yetki alanında bulunan kiliselerin ve Ermeni toplumuna ait diğer yapıların durumunu incelemek üzere, 8 Kasım 2012 Perşembe sabahı, ruhani önder, Tebriz’in 47 kilometre kuzeybatısında bulunan Mujumbar köyüne giderek daha önce Ermenilerin yaşadığı bu köydeki tarihi Surp Hripsime Kilisesi’nin onarım çalışmalarını yerinde inceledi.

Kuzey İran’da 11 Ağustos 2012’de yaşanan deprem kilisede hasara yol açmıştı. Ülkede eski eserleri koruma kurulu tarafında yürütülen yapım çalışmalarını inceleyen ruhani önder, aslına uygun olarak yapılan restorasyon karşısında memnuniyetini dile getirdi. Çan kulesi olmayan bu sağlam kilise yapısının duvarları dibinde temelden biraz yüksekte bulunan ve okunmaz haldeki kitabe, mevcut yapının onarılmış olduğunun ve burada daha da eski tarihlerden kalma bir kilisenin var olduğunun da kanıtı. Bu onarımın tarihi muhtemelen 1691 yılı olmalı. Bu bilgi batı cephesindeki dış duvara yerleştirilen mermer bir kitabede yer alıyor.

Muj ve Ambar sözcüklerinin bileşimden oluşan köyün adı, muhtemelen bölgenin her zaman sisli olmasından  kaynaklanıyor. Bölgede 1946’ya kadar Ermenilerin yaşadığı tek köy olan Mujambar, iç göçler sonucunda terk edilmiş. 1870’li yıllarda nüfusu 300 haneden oluşan köyde Melik Mınatsagan’lar ve Melik Antreas’lar olarak iki de Melik sülalesi yaşamış.

Tebriz’den Mujambar’a giden yolun üzerinde eskiden Minavar (Menavor) köyü, Ağdaş dağının eteklerinde de İlari (İ Lerink) köyü bulunurmuş. Bunlardan daha yukarıda ise Arkivasar (Ardzivasar). Buradaki eski kilisenin harabelerinde her yıl Hampartsum bayramında hac ziyareti yapılır, Mujambar’da veya bölgedeki diğer köylerde yaşayan Ermeniler buraya ziyarete gelirlerdi.

Anılmaya değer bir diğer yer ise Alçamulk (Ağçamuğç) ve Mujambar’ın çevresinde bulunan diğer 10 köydür. Bu köylerde Ermenilerin yaşadığına ilişikin son kayıtlar  1900-1905 yıllarına denk geliyor.  Sonra bu nüfus da tamamen kayboldu.

İlahi ışığı ararken

Mujambar köyünün tepesinde Surp Anerevuyt, halkın ifadesi ile Norovart veya Norod şapelinin harabeleri bulunur. Söylenceye göre burada ilahi ışık görülmüş ve sonra da kaybolmuştur. Bu yüzden de Mujambarlılar köyün mesirelerinin devamına denk gelen bu bölgede bir şapel yapmışlardır.

Mujambar, tarih boyunca farklı soyların işgaline ve talanına uğramış. 20. yüzyılın başında ise Türk-İran savaşı ve Ermeni özgürlük savaşı kapsamında Mujambar gene gündeme gelmiş  ve Küçük Zeytun veya Kartal Yuvası olarak tanımlanmış. 1908’de 20 fedaiden oluşan Hraç mangası, Surp Hripsime Kilisesi’ne sığınan köy halkını mutlak bir kırımdan kurtarmışlardır. Bu çatışmada Armen (Razmig) ve Nikol (Kantsagetsi), Tebriz’den gelen fedailer grubu yardıma yetişinceye kadar hayatlarını kaybetmişlerdi. Kiliseye sığınan halk arasında iki gebe kadın da vardır. O gün doğum yapan kadınlar çocuklarına Armen ve Nikol isimleri verirler. Ölen iki fedainin cesedi de Tebriz’de Lilava semtinde bulunan Surp Sarkis Kilisesi’nin avlusuna gömülür ve bugüne kadar da orada, halkın koruması altındadır.

Ermenistan’da Sovyet iktidarının kurulmasından sonra 1921’de Mujambar Ermenistanlı siyasi sürgünler için de önemli bir durak noktası olmuştur. Kızıl diktatörlüğün pençesinden sıyrılan Ermeni seçkinleri İran toprağında Tebriz’e ulaşmadan önce burada konaklamışlardır. Zengin bir tarihsel geçmişi olan özgürlük savaşının bu noktasında Ermeni izlerini inceleyen ruhani önder, köyün yüzlerce mezar taşı ile mozaike dönüşmüş mezarlığını ziyaret etti ve orada bir zamanlar kalabalık nüfuslu Ermeni köyünün bugünkü sessiz tanıklarının ruhları için de dua etti.  

İran’daki ‘Ermenistan’: Maraga

İran İslam Cumhuriyeti’nin tarihi anıtları koruma kurumu, ruhani önderlik ile işbirliği halinde, bir zamanların yoğun Ermeni nüfuslu Maraga şehrinin merkezinde bulunan ve Ermenilere ait Surp Hovhannes Kilisesi’ni tümüyle yeniliyor.  16 Kasım 2012 sabahı bu çalışmaları yerinde gözlemlemek için Azerbaycan Ermenileri ruhani önderi, Manastırlar komisyonu üyeleri ile Maraga’yı ziyaret etti.  Yenileme çalışmaları sürdürülen kilisenin girişinde ruhani önderi, tarihi anıtları koruma kurulu müdürü Paşayi’nin başkanlığındaki heyet karşıladı. Heyet konuğunu bütünüyle yenilenmiş olan eski Ermeni okulunda ağırlayarak yürütülen çalışmalar hakkında açıklamalarda bulundu.

Surp Hovhannes Kilisesi 17. yüzyılda inşa edilmiş bir yapı. Tuğla karışımlı kerpiç duvarları var, iç yüzeyleri beyazla sıvanmış. Çan kulesi çok daha sonraları, 1911’de hayırsever Jenik Tovmasyan’ın katkılarıyla inşa edilmiş. Tebriz’in 140 kilometre güneyinde bulunan Maraga,  geçmişi itibari ile Tebriz’den daha eski bir yerleşim birimi. Moğol istilası döneminde İran’ın başkenti ilan edilmiş. Maraga’da Süryaniler de yaşamış, onlardan bir kısmı zaman içerisinde Ermenilere asimile olmuşlar, bir kısmı da Urmiye bölgesine göç etmiş. Şehir, Katolik misyonerlere karşı büyük bir direnç göstermiş. 1960’lı yıllarda Maraga’da yaklaşık 60 Ermeni ailesi yaşamaktaydı. O dönemde bölgedeki okul da henüz faaldi. Ermeni kilisesinin ve eski Ermeni mahallesinin sokakları bugüne kadar halen ‘Ermenistan’ diye anılmaktalar.

Bugün Maraga’da yaşayan Ermeni yok. Büyük kısmı Tebriz’e göç etmiş ve özgün lehçelerini, geleneklerini burada korumaya çalışmışlar. Kilikya Gatoğigoslarından müteveffa Karekin Hovsepyants’ın ailesinin de 1828’de Maraga’dan Karabağ’a göç ettiğini anımsatalım. Maraga bölgesinde bir dizi Ermeni köyleri bulunmuş. Batıya doğru Pehreva’nın kilisesi ve Olya adında bir de ziyaret yeri vardı. Karaveran, Karalık, 20. yüzyılın başında 30 Ermeni ailenin yaşadığı köylerden. Maraga’nın ılıman iklimi, ünlü üzümlerin yetişmesine imkân sağlamış. Ayrıca bademi, cevizi ve her türlü kuruyemişi ünlü.

Ruhani önder Maraga ziyaretinde mezarlığı da ziyaret ederek burada da bir dua okudu. Rahip, tarihi anıtları koruma sorumlularından bölge köylerinde ve Maraga’daki eski Ermeni mülkleri hakkında bilgi aldı ve devletin bunları salt korumakla yetinmeyip, onarımlarını da üstlenmiş olmasından duyduğu memnuniyeti dile getirdi.

Kalasar ve Ahtahana kiliselerinde dua

23 Kasım Cumartesi sabahı Salmast’ın eski Ermeni köylerinden Kalasar’daki Surp Sarkis Kilisesi’ni ziyaret eden Azerbaycan Ermenileri ruhani önderine bir grup hacı adayı ve Salmast milletvekili Rupen Der Boğosyan eşlik etmekteydi. Kalasar köyü Salmast’ın beş kilometre kuzeyinde, ünlü yazar Raffi’nin doğum yeri olan Payaçuk’a  da bir kilometre mesafede bulunuyor. Bölgede yaşayan Ermeni tüccarlara ait mezar taşları 1723’te yapılmış ve 1806’da onarılmış Surp Sarkis kilisesinin avlusunda bulunuyor. Bugün yarı yıkık durumdaki kilisenin kemerleri altında dua okundu. 1898 tarihli nüfus sayımına göre bu köyde 30 hane Ermeni yaşamaktaydı. Aynı yıl komşu Payaçuk’un Ermeni nüfusu 230 haneydi. Bugün Kalasar’da hiç Ermeni yok, Payaçuk’ta ise sadece bir aile yaşıyor.

Ruhani önder buradan bir diğer Ermeni yerleşimine, Kalasar’dan iki kilometre batıya doğru Ağtahana köyüne yöneldi.  Günümüzde bu köyde yaşayan Kürt halkı bu ziyareti köyün eski Ermeni halkına bir saygı vesilesi olarak kabul etti. Misafirler muhtar ve yerli halk tarafından ağırlandılar. Köyün Surp Asdvadzadzin kilisesinde kısa bir dua okundu. Üç kubbeli kilisenin giriş kapısı üzerinde siyah bazalt taştan bir kitabede borazan üfleyen melekler figürünün arasında 1891 tarihi okunuyor. Bu tarih muhtemelen kilisenin onarım tarihi. Anılan iki kilisenin de duvarları define avcılarının tahribatına uğramış. Aynı amaçla Kalasar’daki Surp Sarkis Kilisesi’nin avlusunda bulunan çok değerli mezar taşları da yerlerinden sökülmüş.

Tarihin önünde hiçbir güç duramıyor. Göçlerle, sürgünlerle belirlenen Ermeni tarihinde, İran’daki tarihi yerleşim yerlerinde ruhların şâd edilmesi, yıkılanların onarılması, bir dönemin varlığının hak teslimi olarak anlamlı. İşte o ruhani önder, tıpkı geçmişteki ‘Baba’ lakaplı büyük din adamlarının yaptığı üzere, ölüsü ve dirisi ile halkına sahip çıkıyor. Dün, bugün ve daima.

Bir bakışta İran Ermenileri

Ermeni tarihi içinde İran, hep önemli bir coğrafya oldu. Bu coğrafya aynı zamanda en çetin iktidar mücadelelerine de tanıklık etti. Roma ve Sasani imparatorlukları arasında tampon işlevi gören Ermeni krallıkların zayıfladığı dönemlerde yerel hanedanlar, nakharar’lar güçlendi.  Bu anlamda en önemli nakharar hanedanları arasında Muş’ta Mamigonyanlar, Kars’ta Gamsaraganlar, İspir’de, daha sonra Kars, Ardanuç ve Muş’ta Pakraduniler, Başkale ve Van’da Ardzruniler, Gevaş’ta Rıştuniler, Tekman’da Vahevuniler, Erciş’te Abahuniler, Malazgirt’te Knunileri saymak mümkün.

387 yılında Ermenistan, Doğu Roma İmparatorluğu ile Sasani İmparatorluğu arasında ikiye bölündü. 451’de İran Sasani İmparatorluğu Ermenilerin dini seçimlerini zor kullanarak değiştirmek istediğinde, Vartan Mamigonyan önderliğinde İran’a karşı başlatılan savaş yenilgi ile sonuçlansa da, Ermeniler yenildigi halde İranlılar Ermenilere dinî özerkliklerini geri verdiler. Bu nedenle Ermeni tarihinde bu askerî yenilgi dinî bir zafer olarak yerini aldı.

Sonraki yüzyıllar da Ermenilerin yurdu açısından işgal ve istilalarla dolu geçti. 13. yüzyıldaki Moğol istilası ve özellikle 16. yüzyıldaki Osmanlı-İran savaşları sonucu büyük tahribata uğrayan bölgedeki Ermeni nüfus, zamanla Türk ve İran devletlerinin siyasi ve ekonomik merkezlerine doğru göç etmek durumunda kaldı. Ermeni tacirler ve sanatçılar İran’ın kadim Ermenistan sınırındaki Tebriz, Hoy, Maku, Urumiye ve Maraghe şehirlerine yerleştiler.

İran’daki Ermeni varlığı açısından 1606 yılı dönüm noktası oldu. Safevi Şahı I. Abbas İsfahan yakınında Yeni Culfa (Nor Çuğa) kentini kurarak Nahçıvan ve Kars’tan getirdiği 150 bin Ermeni’yi buraya iskân ettirdi. Bu tarihten itibaren Yeni Culfa, İstanbul ile birlikte Ermeni kültürünün başlıca iki merkezinden biri olarak öne çıktı.

İki devlet iki yaklaşım

Bilindiği gibi İsa Mesih’in on iki şakirtleri Hıristiyanlığı yaymak için dünyanın her yanına dağıldılar. Bunlardan Aziz Tateos ile Aziz Partoğomeos’un Ermenistan’a geldiğini, halka yeni dini öğretmeyi sürdürdüğünü ve de şehit edildiklerini, orada toprağa verildiklerini biliyoruz.

Aziz Tateos, Vaspuragan’ın doğusunda, bugün İran Adırbadaganı adı verilen topraklarda kendi eliyle kurduğu Tade adlı manastırda, Partoğomeos ise Vasburagan’ın şimdilerde Albayrak adı yakıştırılan Ağpag-Elbak yöresinde, yine kendi eliyle kurulduğu söylenen Aziz Partoğomeos Manastırı’nda gömülüdür.

Bu iki manastırdan birincisi Aziz Tade bugüne kadar, her yıl isim gününde binlerce imanlının adak için uzaklardan geldiği bir kutsal ziyaret yeri olup devlet koruması altındadır.

İkincisi olan Aziz Partoğomeos’a gelince, uzun zamandır Askeri Bölge olarak tel örgüler arkasındadır ve ziyaret kesinlikle yasaktır. Dahası, yoldan geçenler tarafından fotoğraflanması dahi zaman zaman önlenmektedir. Bu manastır da devlet koruması(!) altında olmasına rağmen sahipsizlikten gün be gün yıkılmaktadır.

Burada ilginç olan husus, her ikisi de nüfusun çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu devletler olduğu, dahası İran’ın radikal İslamcı bir rejimi benimsemesine rağmen, bu ülkenin uzak-yakın ‘her dinden’ tarihi kalıntılarını, camiler gibi kiliselerinin korunması için çaba ve para sarf etmesi, Türkiye’nin ise, birkaç özel örnek dışında, ülkedeki binlerce Hıristiyan mabedini yıkılmaya, yok olmaya ya da definecilerin insafına terk etmesidir.

 

Kategoriler

Genel