Mini etekli sert kahraman: Tarkan

Bundan böyle ayda bir şapgir’de popüler kültür yazıları yazacak olan Orhan Berent, birçoğumuzun hafızasında Kartal Tibet’le yer eden Tarkan’ın çizgi romanlarını ve filmlerini yazdı.

Orhan Berent

Çocukken ve tabii şimdi de pek meraklı olduğum İtalyan çizgi romanlarının -ki çocukluğumuzda bunların İtalyan işi olduğunu bilmezdik, tıpkı spagetti western kordelaları gibi- yanı sıra yerli üretimleri de okurdum. Tarkan, Karaoğlan, Abdülcanbaz, Tolga, Malkoçoğlu, tekniği ve resmin altında uzun metinlerin yer alması itibarıyla resimli roman tanımına girebilecek Kara Murat, Yüzbaşı Volkan, Ustura Kemal ve diğerleri. Hepsini de büyük bir merakla takip ettiğimi hatırlıyorum.

Tabii bu okumalar, dönem dönem değişik özellikler gösteriyordu. Fakat erken yaşlarda (şimdi bile bu fikrim değişmedi) Tarkan’ı çok beğenirdim örneğin. Sihirli bir dünyası vardı onun. 72 milletle savaşırdı. Romalılar, Çinliler, Vikingler, Gotlar, Vandallar say sayabildiğin kadar… Öykülerin değişik coğrafyalarda ve renkli ortamlarda geçmesi de bunda büyük etkendi. Bir bakardım atıyla kılıç elde Galya topraklarına dalmış, başka bir macerada açık denizlerde Vikinglerle boğuşuyor, bir diğerinde Romalılara kök söktürüyor, başka bir serüvende Vandallarla, Çinlilerle uçsuz bucaksız steplerde savaşıyor, maceradan maceraya koşturuyor... Hoşuma giderdi bu çeşitlilik. Şüphesiz renkli yayınlanmasının da rolü vardı bunda.

İlerleyen yaşlarda çizgi romanlara ve Tarkan’a eleştirel gözle baktığımda tanımlayabildiğim, o kendine özgü ve yaratıcısı Sezgin Burak’ın diğer benzer örneklere nazaran, son derece başarılı bir şekilde anlatıya yedirdiği grotesk öğelerin varlığı da, bu çizgi romanın çekiciliğini arttırıyordu.  Dev örümcekler, ejderhalar, tek gözlü izbandutlar, hilkat garibesi cüceler, Karaoğlan’da bile az rastlanan birbirinden orijinal meşum kadınlar, bir kaleyi ele geçirmek isteyen başıbozukların tekerlekli ahşap kulelere esirleri bağlaması gibi sadistik ögeler vesaire vesaire… Elbette evrensel kurallar gereği bazı taraflarıyla çocuklara yönelik değildi. Erotik yönünden bahsediyorum tabii yanlış anlaşılmasın, yoksa biz savaşçı bir milletiz (!)  Savaşmayı, fetihlere çıkmayı, yalın kılıç adam doğramayı, bunları kültür şeklinde çocuklara sunmayı pek severiz de, işin içine cinselliğin ucundan, kıyısından verilmesi girince bu türün doğal alıcısı yetişkinlerden bile esirgeriz ve sansür edilmesi gereken bir eylem olarak görürüz.

Levent Cantek’in 2002’de derlediği, benim de iki yazıyla katkı verdiğim ve geçen zaman içinde neredeyse zengin içeriğiyle bir ansiklopedi niteliği kazanan Çizgili Hayat Kılavuzu’nda Levent, Kaya Özkaracalar ile birlikte kaleme aldığı metinde Tarkan için sado-erotik bir çizgi roman tanımını kullanmıştı. Haklıydı da. Karaoğlan’daki sevişmeler, Tarkan’a ya da diğer tarihi çizgi romanlara rahmet okutacak nicelikte epey fazlaydı ama Tarkan, bu konuda daha bir başkaydı. Erzsebeth Bathory efsanesini hatırlatırcasına bir büyücü kadının dirilmesi için iki genç kızın kurban edilerek kanlarının akıtılması, amazonları hatırlatan sert, savaşçı kadınlardan oluşan kabileler ve kahramanımızın bunlarla savaşı ve işkence sahnelerine sıkça yer verilmesi, öykülerdeki gotik ve gizemli havayla birleşince, yine Karaoğlan’ı baz alırsak, ondaki yumuşak ve daha uzun tutulmuş sevişme sahnelerine nazaran irkiltici bir erotizm taşırdı. Fakat bu özelliği, onun aslına sadık kalınarak çekilmeye çalışılmış beş adet filminin Avrupa piyasalarında aranılır olmasını sağlamıştır. Bu yönüyle de diğer benzerlerini geride bırakır.

Tarkan’ın en önemli avantajı, eski ve pek bilinmeyen bir çağda geçmiş olması. Bu yüzden, hareket kabiliyeti diğerlerinden daha fazlaydı ve esnek oluşu, çizgi romana ve daha sonra çekilen filmlerine her türlü unsurun eklenebilir ya da çıkartılabilir olmasını sağlıyordu. Doğaldır ki, yurt içi ve yurt dışı benzerleri gibi milliyetçi bir altyapısı vardı. Hun hükümdarı Atilla’nın yenilmez savaşçısıydı Tarkan. Her türlü yakın coğrafyanın bilerek göz ardı edilip tarihin mitoloji olarak algılandığı ve salt Orta Asyalı kavimlerin ata olarak gösterildiği bir ülkede, aslında gayet normaldi bu tutum. Fakat bu olgu, çizgi romanda ve filmlerinde mecburiyetten verilen bazı sekanslar haricinde, son derece minimalist tutulmuştur. En azından Kara Murat ve Battal Gazi’deki düşmanlığa varan anti-Hıristiyan tutum bu ürünlerde hiç görülmez.

Hiç unutmam, Tarkan’dan aldığım ilhamla Hunları fakültede de aldığımız seçmeli bir tarih dersinde hafiften Turancı görüşlere eğilimi olduğunu sandığım bir hocaya sorduğumda,  “Valla çocuklar arkeoloji ilminin desteklemediği akıl yürütmelerde ve birçok kavimin katıldığı geniş hareketlerde ne denli Türklükten söz edilebilebilir bilemiyorum” dediğinde şaşırmış ve kendi kendime “Ulan bunda bir iş var” demiştim. Has Türk olmanın Çinliler kadar olmasa bile hafiften çekik gözlü ya da en azından kara saçlı, kara gözlü, kısaca kara yağız olmak olarak antropolojik bir endişeyle tanımlandığı memleketimizde, çocukluktan beri aynaya bakar, beyaz tenim, sırık boyum, sarı saçlarım, kurbağa yeşili gözlerim ve bunlarla bir çelişki yaratan kapkara gür kaşlarımla atipik olmanın şaşkınlığını yaşardım. E tabii, o zamanlar nereden bileyim Tatar, Bulgar, Arnavut, Ermeni ortak mamulü olduğumu. Bizdeki de aile değil Cemiyet-i Akvam’mış meğer. Her iki taraftaki dedeler, tüccar ve çok gezgin tipler olunca böyle oluyormuş zahir!

Tekrar Tarkan’a dönersek eğer, gerek usta işi çizimleriyle, gerek akıcı öyküleriyle son derece kaliteli ve Avrupa pazarlarında benzerleriyle yarışacak niteliktedir bu çizgi roman. Ancak yaratıcısının 1978’de genç yaşta ölümüyle sadece 14,5 orijinal öyküsü mevcut olduğu için, günümüzde ancak türün meraklıları ve koleksiyoncular değerini biliyor. Dönemin imkânsızlıklarına ve finans sorunlarına rağmen sonuncusu “Güçlü Kahraman” hariç aslına sadık ve bütçe elverdiğince zengin içerikli olarak çekilmeye çalışılmış beş adet filmi de, Avrupa’da halen büyük ilgi görmektedir. Gerçi şimdiki teknoloji gözüyle bakıldığında zaman zaman bazı sahneler filmleri kült havasına soksa da, bunun açıklanabilir mazeretleri vardır. Öykünün aslındaki ejderi canlandırmak sinemasal açıdan çok zor olduğundan, “Viking Kanı” filminde ejder, dev bir ahtapota dönüştürülmüştür haklı olarak. Muşambadan yapılma ahtapot elden geldiğince canlısına benzetilmeye çalışılmış, misinalarla hareket ettirilen ahtapotun kolları yeterli canlılığı sağlamadığında kurbanları rolündeki oyuncular mahlûkun kollarını kendi vücutlarına dolamasına çaktırmadan yardımcı olmuştur. Sıkıntılar, sadece bununla sınırlı kalmaz. Sarışın Vikingleri canlandıracak oyuncular coğrafyanın temayülü olarak esmer tipler olduğundan, sarı peruklarla bu durum aşılmaya çalışılmış, ancak esmer tende civciv sarısı saçlar zaman zaman hoş görüntülere vesile olmuştur. Bazı dövüş sahnelerinde görülen Kartal Tibet’in giydiği (nedense) değişik renkteki külotlar olayın ciddiyetini biraz düşürse de, filmler fantastik türe girdiği için bu tip ufak ayrıntılar sırıtmamıştır. Hem Karaoğlan hem de Tarkan filmlerinde oynayan ve gözleri yeterince badem biçimi olan Kartal Tibet’in gözlerinin çekik görünmesi içinse, ya gözlerine sürmek çekmişler, ya da Kartal Baba yakın plan çekimlerde özellikle kısmaktadır. Neticede çizgi romanda Tarkan’ın gözleri o kadar da çekik resmedilmemiştir, hatta çevresindeki Türkler de gayet Caucasian (Kafkasyalı) tiplerdir. Zaten bu beyhude benzetiş metodu da, sonraki tarihi filmlerde gözetilmemiş, türün aranan aktörü Cüneyt Arkın birçok filmde, özellikle Kara Murat ve Battal Gazi filmlerinde düzgün taranmış saçları, uzun favorileri ve matruş çehresiyle arz-ı endam etmiştir. Ayrıca sonraki yıllarda çekilen tarihi filmlerdeki kötü figüran seçimleri, örneğin tip olarak devlet dairelerindeki hademeleri ya da kişisel bakımına özen gösterememiş küçük esnafları veyahut seyyar satıcıları andıran çelimsiz Bizans askerleri gibi ortamda sırıtacak unsurlar, Tarkan filmlerinde yok denecek kadar azdır.

Hülasa memleketin yerli üretim çizgi romanlarında Tarkan’ın müstesna bir yeri vardır. Rahat okunan ve Karaoğlan’daki gibi yer yer Türklük ve hayat dersleri verecek kadar didaktik arayışlara girmeyen, buna karşın son derece canlı ve sinematografik anlatımlı bir çizgi romandır Tarkan. Filmleri de dış pazarlarda gördüğü ilgiden anlaşılacağı üzere, fantastik film tanımına ne giriyorsa elden geldiğince katkı vermeye çalışmış kordelalardır.

Son olarak, 1967-1978 arasında 14 adet tam, bir de ölümü üzerine yarım kalan “Milano’ya Giden Yol” adlı serüveni çizmiş Sezgin Burak, Güzel Sanatlar Akademisi mezunuydu. Hürriyet gazetesinde uzun yıllar bant biçiminde yayınlanmış Bizimkiler’in de yaratıcısıydı. Yurt dışında da yayınlanmış işleri bulunan Burak, reklamcılık sektöründe de çalışmış, dekorasyon dalında da emeği geçmiş büyük bir sanatçıydı. Ardından gelen kardeşi Ersin Burak da onun yolundan yürümüş, ağabeyinin eseri Bizimkiler’i devam ettirmiş, yurt dışında saygın işlere imza atmış, en son İtalya’nın en büyük çizgi roman yayınevi olan Bonelli Comics’te (Teks, Zagor, Atlantis ve Mister No’yu çıkaran yayınevi) ülkemizde de yayınlanan Volto Nascosto adlı kahramanın öykülerinin anlatıldığı her biri 96 sayfa tutan 14 albümlük seride iki albümün tamamını çizmiştir.

Kategoriler

Şapgir