Edebiyat çevreleri cevapladı: Öcalan, Kerouac okusaydı... (1)

Özgün Çağlar, ‘Öcalan, Kerouac okusaydı…’ yazısında sorduğu soruyu bu kez edebiyat çevrelerine yöneltti; Levent Cantek, Ahmet Büke, İrfan Sancı, Şenol Erdoğan, Sibel Oral, Süha Sertabiboğlu, Fatih Kaynak ve Batuhan Dedde cevapladı.

Özgün Çağlar

twitter.com/ozguncaglar1

Geçen hafta çıkan “Öcalan, Kerouac okusaydı…” başlıklı yazıda okuduğumuz kitapların bizi değiştirebilme gücünden ve Öcalan’ın gençken okuduğu bir kitap, “Felsefenin Temel İlkeleri” (ki bu kitap, 12 Eylül 1980 darbesinde cuntacı generallerin yasakladığı ilk kitap olma özelliğini taşımaktadır) sayesinde hayatının nasıl değiştiğinden bahsetmiştim. Ve yine Öcalan’ın, İmralı’da tutukluğu bulunduğu neredeyse 15 sene içerisinde okuduğu yüzlerce kitap arasında ozan Leonard Cohen’in “Görkemli Kaybedenler” kitabının olduğunu görüp bunun ilgimi çektiğini söylemiş, yazının sonuna doğru da “Felsefenin Temel İlkeleri’ni okuyarak ‘işe başlamış’ bir Öcalan’la, Cohen’in bu kitabı gibi ‘underground’ kitapları veya ‘Beat Kuşağı’nı okuyarak ‘işe başlamış’ bir Öcalan arasındaki farkları” düşünmeye, “İlya Ehrenburg okumak yerine Jack Kerouac’ın ‘Yolda’sını okumuş bir kuşak” hayal etmeye davet etmiştim sizi.

Bu hafta da yukarıda bahsettiklerimle alakalı olarak editör, yazar, şair, çevirmen ve yayıncılarla yaptığım mini röportajlar var. Önümüzdeki hafta ise içinde akademisyenlerin düşüncelerinin de yer aldığı, edebiyat çevrelerinden başka isimlerin konu hakkındaki düşüncelerini içeren bir yazı daha yayınladıktan sonra bu “dosyayı” kapatmış olacağız.  Sorduğum sorular şöyleydi:

1. Salt teorik, bilimsel kitap okuyarak “büyüyen” insanlarla, roman, hikaye, şiir okuyarak “büyüyen” insanlar arasında ne gibi farklılıklar vardır sizce?

2. Huxley’den Orwell’e, Orwell’den Tolkien’e, Tolkien’den Eco’ya kadar birçok ismin kitabını okumuş Öcalan, bir tane de yeraltı edebiyatı eseri okumuş: Leonard Cohen’in 6:45 Yayınları’ndan çıkan “Görkemli Kaybedenler” kitabı.  Bu çok dikkatimi çekti. Sizce yeraltı edebiyatı okumak insanı nasıl etkiler, şekillendirir?

3. Öcalan’ın içinde yer aldığı “devrimci gençlik kuşağı”, “Felsefenin Temel İlkeleri” gibi eserler ya da sol propaganda yapan edebi eserler yerine Beat Kuşağı ve eserleriyle tanışsaydı mesela, bugünkü Türkiye nasıl bir Türkiye olurdu, nasıl bir hayal kurabiliriz?

Levent Cantek:  “Bizim yeraltımızda neler vardı oradan bakmak lazım”

(İletişim Yayınları Editörü)

1. Ben bu tür bir genelleme yapamam. Vicdan sahibi olmak ve utanmak daha önemli bence. Yoksa sadece edebiyat okuyan veya sadece bilimsel şeyler okuyan bir sürü salak var. Ha şu var, üniversitede çalıştığım yıllarda edebiyat okuyarak zaman kaybetmek istemeyen çok insan vardı, yazarken takır tukur rapor gibi şeyler yazarlardı. Çok tatsızdı.

2. Underground dediğimiz şey, batı dünyasında ve metropollerde serpilmiş bir akım. O örnekler üzerinden kendimize bakarsak yanlışa düşeriz. Vakti zamanında Yılmaz Güney, İnce Memed, Nazım Hikmet, Doğan Avcıoğlu nasıl okundular diye sorarak düşünelim. Bizim yeraltımızda neler vardı oradan bakmak lazım. Nitelik ve içerik tartışmıyorum. Diğer yandan bir militan, mücahit ya da devrimci, batı'da da bu metinleri okudu mu ondan da emin değilim. Cool, sarkastik, bireyci ve pek çok bakımdan hedonist bir hareketle perhizci, misyoner, toplumcu hareketleri kıyaslamak bence çok mantıklı değil.

3. Çok farklı koşullardan söz ediyoruz. Bir yas sürecinde olduğumuz için verilecek her cevabın yanlış bir yöne gitme riski var. Ama şunu söyleyebilirim 60'lı yılların başında dünyayla bağımız çok güçlü. Her metin çevriliyor, izliyor ve heyecanlanıyoruz. Siyaset, edebiyat, kültür çok dinamik gelişiyor bence. Bugün hiç hatırlanmayan bir refah dönemi var. O günlerin bohemleri yıl be yıl içe kapanıyor, sert adamlara dönüşüyorlar. Dışarda yaşananları önemsemeyen sağı ve solu belirleyen millici, yerlici bir politizasyon oluyor. Madem What If sorgusu yapıyorsunuz, ben de şunu sorayım: Siyah hareket olmasaydı, Beat Kuşağı varolabilir miydi veya Beat Kuşağı içinde niye siyahların bir ağırlığı yok? Bence bu sorular retorikten öteye gitmiyor. Eğer özgürlükler bağlamında bakacaksak ve ister istemez bugünün sıkışmasıyla yorum yapacaksak, şunu da soralım: Eğer altmışlı yıllarda güçlü bir Kürt muhalefet hareketi olsaydı, bugün daha demokratik bir ülkede yaşıyor olur muyduk ben bilmiyorum. Tek hayalim barış olması. Çok insan öldü.

Ahmet Büke:  “Gençliğimde Felsefenin Temel İlkeleri fantastik edebiyata ilk adım olarak okunabilirdi”

(Öykü yazarı)

1. Böyle arkadaşlarım oldu. Hatta bazıları sosyolog falandı. Kendileri de dahil temas ettikleri kimsenin acısını ve sevincini anlayamıyorlardı. Korkut Boratav, “İyi bir iktisatçı olmak için çok iyi bir edebiyat okuyucusu olmak gerek,” der. İyi arkadaş olmak için sanki bu gerekiyor.

2. Kendini değil de zamanın anlamını daha çok önemsemek için yeraltı edebiyatı iyi gelebilir insana.

3. Bunu bilmiyorum. Kimse de bilemez herhalde. Ama “Felsefenin Temel İlkeleri”ni  ben de okudum gençliğimde. Şimdi düşünüyorum da mesela Mülksüzler, Siyaset Bilimine Giriş, Felsefenin Temel İlkeleri de fantastik edebiyata ilk adım olarak okunabilirdi.

İrfan Sancı: “Edebiyattan beslenmeyen okumalar tüm iddiasına rağmen insan gerçeğini yeterince kuşatamaz”

(Sel Yayınları Sahibi)

1. Hiç, roman, hikaye, şiir okuyarak “büyüyen” insanla, salt teorik, bilimsel kitaplar okuyarak “büyüyen” insan, bir olur mu? Edebiyat, düşünce ve tahayyül dünyamızı genişletmekle kalmaz ait olduğumuz toplumun ve çağın sosyal ve kültürel özelliklerini kavramamıza da yarar. Edebiyattan beslenmeyen okumalar didaktik kalır. Asıl olarak da tüm iddiasına rağmen insan gerçeğini yeterince kuşatamaz.

2. Gerek yeraltı edebiyatı gerek cut-up tekniğiyle oluşturulan metinler bize sonsuz olanaklar sunar. Özellikle cut-up, siyasette “başka bir dünya mümkün” önermesinin edebiyattaki karşılığıdır. Çünkü bu tür edebiyat başkaldırıdır, hesaplaşmadır, kehanettir, sonucu asla tahmin edememedir. Bu açıdan bakıldığında siyasi bir aktöre çok farklı yaklaşımlar da sunar.

3. Çok klişe olacak ama tek yönlü bir beslenme nasıl insan sağlığında sorunlara sebep oluyorsa, ajitatif, angaje eserlerle “büyümek” de benzer sonuçlar doğurur. Kurmaca metinlerle yeterince haşır neşir olmuş siyasi bir kuşağa sahip olsaydık bir problematiği başka bir problematikle karşılamaz başka bir önermenin de olabileceği üzerinden konuşurduk.

Şenol Erdoğan: “Ne hayal ederseniz edin Türkiye bugünkünden başka bir şey olamazdı”

(6:45 Yayınları Yayın Yönetmeni)

1. Şimdi bu bir ekoloji, habitat var ortada; sadece hıyar ektiysen bahçeye, ya da en fazlası yanına biraz maydanoz ve belki de kabak, ileride sürdürülebilir yaşamında mineral ve vitamin problemleri yaşayacaksındır, sonra birisi önüne koyar 8 ottan mürekkep taşbaskı zeytinyağına boğulmuş mis gibi salatayı -ki sen daha domatesin resmini bilmiyorsun, ha adam bir de yanına yapmış mı sana dehşet bir musakka, sen dersin ki o an “tövbe bu da ne?” Allah rahmet eylesin hocam bana ilk Allame Tabatabai efendiyi okuttuğunda demiştim “şimdi bu ne ya hû”, ah o bilginin kutsalına çıkan merdiven nasıl milyonlarca halka ile örülmüştür -herkes bilmez, bilginin de bilinemez tarafı ayrı bir kondur elbet -o kazanılır. Fark mı, siz diyorsunuz ki bir çam ağacıyla koskoca bir kızılağaç ormanı arasında ne fark vardır!

2. Görkemli Kaybedenler gayet vasatın üstüne çıkamayan bir Amerikan romanı nihayetinde. Subcomandante Marcos, Kafka okumuş çok mu? Aferin yani! “Halkların Kurtuluşu” gibi ağırlığı birime gelmez pembe bir vasfın altına bir şekilde girdiyseniz yapmanız gereken okumaları yapacaktınız – Aaa Urfa’da Oxford yoktu değil mi… Tıpkı dinlerde olduğu gibi kültürün her bir noktasında “aşkın birliğe” yönelmediğiniz sürece tandans bazlı yobazsınızdır! 55 yaşında elinize Celine alırsanız anlam bir yerinize kaçar. Beni “Kapitalizm ve Şizofreni” okuması sevindirirdi mesela, gerilla bağlamında yersiz yurtsuzlaşmadan bahsetseydi ne güzel olurdu değil mi! Ben Şemdinli Zaho, Zap, Çukurca arasında onlarca kitap okuyabildiysem savaşırken, kendisi onca zamanda allame-i cihan olabilirdi sanırım dağlarda!

3. Bugünkü Türkiye’yi etkileyebilecek bir insan olarak Öcalan’ın geçmişine bakmak düşlemde dahi trajikomiktir. Belki zen keşişi olurdu, belki Hindistan’da gerilla hareketlerine dahil olurdu. Belki Hakim Bey’den önce Ontolojik Anarşizmi keşfederdi. Belki sakin bir çevirmen olurdu. Belki de okul bahçesinde şiir okuyup hatunları pompalardı. Kabe’ye gidip Hacer- el Esved’i çalarak yeni bir Karmati hareketi başlatırdı. Ama ne hayal ederseniz edin –bunun Öcalan’la ilgisi yok- Türkiye bugünkünden başka bir şey olamazdı. Bunu 1923 senesinden beri biliyoruz!

Sibel Oral: “Devletin başındakiler keşke bildiklerini okumasalardı”

(Sabitfikir Yazarı)

1. Bu sorunuza kendi hikayemden yola çıkarak yanıtlamaya çalışacağım. Benim okuma geçmişim maalesef 17 yaşına kadar politik, felsefe ve psikoloji kitaplarından ibaretti. Türkiye tarihine ilişkin kitapları da okumuşluğum vardı. İlhan Selçuk’un “Ziverbey Köşkü”, Nihat Behram’ın “Darağacında Üç Fidan”ı kitaplarını okuduğumu hatırlıyorum. “Felsefenin Temel İlkeleri” kitabını okuduğum için kendimi bir şey sanıyordum. Tabii bunlar aslında babamın kitaplarıydı. Neden böyle oldu bilmiyorum, uzun bir süre kitap okuyamadım zaten. Ayrıca ortaokul ve lise yıllarımda okuduğum bazı kitapların benim zihnimde açtığı ufuklardan fışkıran düşünceler bana disiplin cezaları olarak geri döndü. Sorunuza kendimden yola çıkarak şöyle yanıt verebilirim; elbet kitap okuma serüvenimin bu tarz kitaplarla başlamasının artıları da vardır ama o zamanlar bu tarz kitapların dünyayı anlama ve kendi “ben”imi yaratma çabama yardımcı olacağını umuyordum. Bence olmadı, kafam çok karıştı. Hayal kurmayı, dünyaya bir de hikayeler aracılığıyla bakmayı, romanın, öykünün fevkalede şeyler olduğunu, kurgunun ve edebi dilin lezzetli olduğunu geç ama aniden anladım ve daha mutlu bir insan oldum.

2. Bence yeraltı edebiyatı insanı sertleştirir. Kirli gerçeklikle yüzleşen hangi insan evladı dünyaya karşı ve hatta bazen de kendine karşı sertleşmez ki? Bu iyidir ama ben yeraltı edebiyatı konusunda ana akım düşünceden biraz uzağım. Öcalan, “Yeraltından Notları” okusaymış daha iyiymiş…

3. İyi ki okumuşlar diyebilirim. 34 yaşındayım, 34 yıldır devletin başına geçip koltuklarına yapışanları, dillerine, etnik kimliklerine özgürlük ve adalet isteyen halklara neler yaptıklarını biliyorum. Bildikleri yerine ne okusalardı farklı bir durumda olurduk, bilmiyorum. Tek diyebileceğim; keşke bildiklerini okumasalardı.

Süha Sertabiboğlu: “Yeraltı edebiyatı empatinin dibidir”

(Çevirmen)

1. Sadece teorik, bilimsel kitap okuyanlarda, hayatın çokrenkliliğini, derinliğini kavrayamayan, iki boyutlu bir bakış vardır; daha doğrusu, iki renkli: İyiler-kötüler, doğrular-yanlışlar, dostlar-düşmanlar. Öte yandan, sadece roman, hikaye, şiir okuyanlardaysa, tek tek ağaçları görüp ormanı görememe gibi bir özür var bence. Elbette doğrusu, her iki türü de okumak.

2. Yeraltı edebiyatı okumak insana, siyasal-bilimsel kitapların da, roman, hikaye ve şiirlerin de veremeyeceği, farklı bir boyutu daha kazandırır. ‘Yeraltı’ denen dünyada yaşayan insanları betimleyen her kitap yeraltı edebiyatı değil bence. Yeraltı edebiyatı, dünyaya yeraltı insanlarının gözünden bakan edebiyattır. Yani empatinin ‘dibi’dir. Bu gözle bakınca, en ‘tartışılmaz’, ‘kutsal’ kavramların bile saçma sapan maskaralıklar haline geldiğini görürüz mesela.

3. Bence Beat Kuşağı yapıtlarını “Felsefenin Temel İlkeleri”nin yerine koymak yanlış. Bunların hiçbiri diğerinin yerini tutmaz. Ama Beat Kuşağının yapıtları, farklı olduğu dayatılan insanlara sempati duymamıza, yahut uzak durmamız istenen tavır ya da kavramları tanımamıza yol açar ve, bunlar yeteri kadar okunsaydı beyni yıkanmış ırkçı-milliyetçi-şoven-ulusalcıların çoğunluk olduğu bir ülkede yaşıyor olmazdık.

Fatih Kaynak:  “Öcalan’ın kuşağı kendi içlerindeki bireysel dönüşümlerini yaşamadan dünyayı dönüştürebileceklerine inandılar”

(Yazar)

1. Salt teori ve bilimsel kuramlar üzerinden yoğrulup evrilmiş bir akıl, makbul! akıldır; Hegel aklıdır. Bu akıldan nefret ettim her zaman. İçine Dostoyevski kaçmış insanın aklı ve vicdanı kurtarır bizi. Salt teori ve bilimle beslenmiş akıl, sürekli ereksiyon halinde ama hiçbir vajinanın içine sığmayan sert bir penis gibidir, hep elinde patlar.

2. Öcalan’ın okuduğu kitapların listesi gerçekten şaşırtıcı ve aynı zamanda çarpıcı. Ve bu listede en şaşırtıcı olanı da bana göre Aldos Huxley’in “Cesur Yeni Dünya”sı ve Leonard Cohen’in “Görkemli Kaybedenler”i. Ayrıca Orwell’in “Hayvan Çiftliği” de var listede. Öcalan Orwell’in “1984”ünü okumuş mudur bilemiyorum ama 1984’ü okumuş olsa ve “Cesur Yeni Dünya” ile beraber harmanladığında bugünün cesur yeni dünyasında ve Türkiye’sinde eskiden kendine biçtiği “büyük birader “ rolünü yine biçer miydi merak ediyorum? “Görkemli Kaybedenler”e gelince, Öcalan’ın bu kitabı okumadan önce bir kere olsun Leonard Cohen dinlediğini ya da Leonard Cohen’in kim olduğunu bildiğini sanmıyorum. Kitap muhtemelen kendisine ulaştıran kişinin kişisel beğenisi sonucu, rastlantısal bir yöntemle ulaşmıştır diye düşünüyorum. Ve Öcalan kitabı eline aldığında ilk etkilendiği şey ismi olmuştur. Kitabın kapağına bakıp derin bir iç çektikten sonra şöyle düşünmüştür: “  ‘Görkemli Kaybedenler…’ vay be, aynen benim gibi.”

3. Yeraltı edebiyatı yerleşik, kabul gören edebiyatın söylediğinin tam tersini ya da söyleyemediklerini söylemeyi kendine misyon edinmiştir. Yeraltı edebiyatı Anglosakson batı kapitalizminin ve onun Hristiyan ahlakının borazanı olmak yerine, filizlendiği gettoların, sokakların sesi olmayı tercih etmiştir. Kapitalizmin dünya görüşüne, onun değer yargılarına, güç isteğine ve yaratmak istediği insan modeline, edebiyatına, felsefesine, müziğine ve evrende var olan tüm …izmlere ve ideallere ihanet içerisinde olmuştur. Ben yer altı edebiyatının düşünsel anlamda insanı özgürleştirdiğine, sisteme karşı cesaretlendirdiğine inanıyorum. 60’lı yıllarda Avrupa ve Amerika’yı sallayan Beat Kuşağının kültürel genlerini Allen Ginsbergler, Jack Kerouaclar, Henry Miller, Bukowskiler kodlarken, bizde Abdullah Öcalan’ın da içinde bulunduğu bu kuşak, Pulitzer’in “Felsefenin Temel İlkeleri”ni Carlos Marighella’nın ünlü eylem kitabı “Gerillanın El Kitabı”nı okuyarak bireyi ve toplumu özgürleştireceklerini sandılar ve tabi ki yanıldılar. Bu kuşak kendi içlerindeki bireysel dönüşümlerini, evrimlerini yaşamadan dünyayı dönüştürebileceklerine inandı. Beat Kuşağı “Dünyayı istiyoruz hemen şimdi!” diye haykırırken bizimkiler “Tam bağımsız Türkiye” sloganıyla zaten sınırlarını kendileri çiziyorlardı. Bu kuşak batıdaki akranları gibi birey odaklı bir özgürleşme ideolojisinin temellerini atabilseydi, belki de bugün vicdani ret, eşcinsel hakları, din ve dinsizlik, vicdan hürriyeti, Kürt meselesi gibi tabularımız, sorunlarımız olmayacaktı. Belki de Hrant Dink hala aramızda olacaktı.

Batuhan Dedde: “Öcalan’ınki neyin toprak kavgası? Kime kalmış ki dünya üzerindeki herhangi bir toprak parçası?”

(Şair - yazar)

1.Bilimsel kitaplar okuyan insanlar, biraz daha mekanik oluyor sanki. Yani şöyle ki, bilimsel teoriler, gerçekler vs. kesin bir kalıcılığı olmamakla birlikte genel olarak kabul görmüş bir halde paylaşımlar mevcut. Düş gücüne yer yok. Su, 100 derecede kaynar. Bu kati bir gerçektir. Bu bilinmeseydi herkes düş gücünün yettiğince kılıflar uydurabilirdi. Ben abartıyı seven bir insanım, 6000 derecede kaynıyor derdim, sen -15 derdin. Anlatabildim mi? Roman, hikaye ve şiir okuyarak büyüyen insanlar biraz daha hayalperest, düş gücü yüksek insanlar oluyor sanki? Yani ben öyle düşünüyorum en azından...

2. Yeraltı. Bu gezegende kıymeti -bazı çevreler hariç- bilinmeyen bir olgu. Tamamı ile gerçeklik var. Sokağın, hayatın pisliği. Gerçek, pisliktir dostum. O yüzden insanları rahatsız eder çok zaman... Öcalan, bu okuma işini gençliğinde ve daha sık yapsaydı sanırım bu işlerin peşinde kendini harcamaktansa, daha başka şeylere yönelebilirdi. Ne bileyim, kendini keşfetmek, insanlığın görünmeyen yönlerini, kendi düş gücünde bulabileceği bir yolculuğa çıkabilirdi mesela. Bu güzel bir hadise bence. Öcalan’ın bu ülkedeki imajı ortadadır. Bir düşünsene, bu imaja sahip olmasına sebep olan olaylar yerine, sırtında çantası, ülke ülke dolaşan, insanlığın farklı yönlerini keşfetme uğraşında olan bir junkie de olabilirdi. Bence bu daha iyi bir şey. Neyin toprak kavgası? Amaç ne? Kime kalmış ki dünya üzerindeki herhangi bir toprak parçası? Bir avuç dahi olsa? Bu uğurda uğraşmaktansa daha faydalı şeyler yapılabilirdi zannımca.

3. O kuşak, söylediğin eserler ve emsalleriyle tanışsaydı, Türkiye adına değişen bir şey olmazdı sanırım. Öcalan giderdi, “Göçalan” gelirdi, bulunurdu elbet birileri. Yukarıda bahsettiğim gibi sadece kendi hayatlarında değişime sebep olurdu. Ama bir düşün, herkes bu şekilde yapsa, herkes hayatını değiştirecek adımlar atsa, o zaman nasıl güzel bir dünya olur?

Kategoriler

Şapgir