Jane Austen’daki derinliğin sırrı

“Karakterlerim ufak sıkıntılardan sonra arzuladıkları her şeye sahip olacaklar.” Bu sözler en çok okunan kadın yazarlardan Jane Austen’ın hayatını anlatan, çokça kurmaca ‘Becoming Jane / Jane Olmak’ filminde genç yazarımız tarafından söyleniyor

MELİKE IRMAK MARANGOZ

“Karakterlerim ufak sıkıntılardan sonra arzuladıkları her şeye sahip olacaklar.” Bu sözler en çok okunan kadın yazarlardan Jane Austen’ın hayatını anlatan, çokça kurmaca ‘Becoming Jane / Jane Olmak’ filminde genç yazarımız tarafından söyleniyor. Hakkında az şey bildiğimiz ama üstüne kurmaca kitaplar yazılan trajik aşk öyküsü ve 42 yıllık kısa ömrü boyunca altı kitap yazan bu 18. yüzyıl  kadını, 21. yüzyıl insanında melankolik ve nostaljik duygular uyandırmayı başarıyor.

Adına festival düzenleniyor

Popüler kültürün uzun zamandır kullandığı ve şimdilerde daha fazla yaygınlaştırmayı başardığı Jane Austen hayranlığı küçümsenecek boyutlarda değil, bizzat kendimden biliyorum. Açıkçası; romantik mi realist mi diye halihazırda tartışılmakta olan bir yazarın tipik ‘best-seller’ edebiyattan uzak eserlerinin, bu kadar karlı popüler kültür malzemeleri haline gelebilmesi fazlasıyla şaşırtıcı. Romanlarının her birinin; birden çok kez sinema ve televizyona uyarlanması, kendisiyle ilgili çoğunlukla kurmaca öğeler bulunduran filmler ve kitaplar yayınlanması, Jane Austen çılgınlığının boyutlarını göstermeye yetmiyor. İngiltere’de bulunan Jane Austen Merkezi, yazarın adına her yıl dokuz gün süren festival düzenliyor. Bu naif eserlerin, hızlı tüketim çağında böylesine benimsenmesi belki de günümüz toplumundan umudumuzu kesmememiz gerektiği yönünde bir işarettir; çünkü bu ilgi sadece kostüm sevgisinden ileri geliyor olamaz.

Yazdığı romanlar; aşk romanı denince akla gelen, klasik, iki insan merkezinde gelişen olaylar dizisi olmaktan çok uzak. Realist Austen; sıradan insanları, günlük yaşamda oldukları gibi betimliyor. Fazlasıyla canlı hissettirdiği sıradan insanları inanılmaz bir sadelikle gözlerimizin önünde karakterleştiriyor. Virginia Woolf‘un “Jane Austen, tüm büyük yazarlar içinde büyüklüğünün yakalanması en zor olan yazardır.” tespiti işte tam da buradan ileri geliyor. İnsanlarla ilgili hayli yerinde tespitlerini, öyle mütevazı bir şekilde yerleştiriyor ki eserlerine; bunlar, romanın sahip olduğu doğal akış içinde dikkatten kaçıyor. Romantik Austen ise bu fonun üstüne etkileyici baş karakterler ve aşk hikayesi oturtuyor. Belki de eserlerdeki bu gerçekçi tavır; o sıradan karaterlerin arasından, beklenmedik şekilde başka bir canlılık ve gururla çıkıveren baş karakterlere gerçek hayatta rastlama ihtimaline inanmamızı kolaylaştırıyor.

‘Mr. Darcy’ fenomeni

Jane Austen’ın okuyucu üzerindeki etkisine en başarılı örnek olarak, en popüler romanı ‘Tride and Prejudice’ (Türkçeye ‘Aşk ve Gurur’ olarak çevildi) verilebilir. Karizmatik ve alaycı baş kadın karakter Elizabeth’e önyargılarını yıktıran; asil, cömert, alçakgönüllü ve onurlu baş erkek karakter Mr. Darcy’i keşfetme serüveni her dönemden okuyucunun aklını başından almayı başarıyor. Hatta, okuyucular arasında ‘Mr. Darcy’ fenomeni oluştu. ‘Mr. Darcy’ artık belli tip erkeği tanımlamak için kullanılan bir terim haline geldi. Öyle ki, Jane Austen Merkezi’nin hediyelik eşya bölümünde üzerinde “I’m Mr. Darcy / Ben Mr. Darcy ” yazan erkek tişörtleri satılıyor.

Eserleri her ne kadar aşk hakkında olsalar da; Jane Austen’ın müthiş sosyal gözlemlerde bulunduğu ve toplumu ironik bir şekilde eleştirdiği gerçeği yadsınamaz. 18. yüzyıl sonlarında yaşayan Jane Austen, toplumda kadına ve evililiğe bakış, toplumsal düzen ve kuşak çatışmaları gibi konuları da işler. Dönem toplumuna karşı koyan, karmaşık ve güçlü kadın karakterleri; evliliğin kadının ekonomik kurtuluşu olarak görüldüğü dönemlerde, aşk evliliğinde diretiyorlar. Şimdilerde bu durumu feminist bir bakış olarak tanımlayamasak da, kadının özgürleşme aşamalarından biri olarak görebiliriz. Dik başlı karakterlerinin her birine, kendi yaşayamadığı mutlu sonu bahşediyor yazarımız.

Dönemindeki kadınlara kıyasla iyi bir eğitim alacak kadar şanslı olsa da;  kitaplarının hepsini, oturma odasının bir köşesinde küçük bir masada kimsenin dikkatini çekmemeye çalışarak yazmıştır. Üzücü olsa da; belki de onun böylesine etkili gözlem gücüyle dolu romanlar yazmasını sağlayan, bu durumdur. İnsan ve hareket sürekliliğinin olduğu bir ortam, Jane Austen gibi zeki ve yaratıcı bir kadına yazacak malzeme hazinesi yaratmış olsa gerek. Romanlarına psikolojik derinlik katabilmesinin sırrı da bu olabilir.

Virginia Woolf’un gözüyle…

Küçük bir masasının olmasında olumlu yönler bulmaya çalışıyor olsam da Virginia Woolf; benim kadar iyimser bakmaz bu duruma. Kadınların edebiyat alanında erkekler kadar başarı gösteremediklerine dair, erkeklerden tarafından her daim yapılan iğnelemelere cevaben yazdığı  ‘Kendine Ait Bir Oda’ adlı kitabında; asıl neden olarak bu durumu işaret eder. “On dokuzuncu yüzyılda orta sınıftan bir ailenin evi tek oturma odalıdır. Yazmak isteyen bir kadın ortak oturma odasını kullanmak zorundaydı. Ve Miss Nightingale’in şiddetle yakındığı gibi -“Kadınların hiçbir zaman kendilerine ait diyebilecekleri bir yarım saatleri yoktu”-kadının işi her zaman yarıda kesilirdi.”

Sanatçı olmak, yaratıcı güç bir dürtüyse; Jane Austen bu dürtülerin en güçlü olanına sahip olsa gerek. Eğer ömrü bu kadar kısa olmasaydı, edebiyat külliyatına yapacağı katkıları bir düşünün...

Kategoriler

Kitap ԳԻՐՔ