İhsan Dağı: Devlet bu toprakların kutsalı

Emre Can Dağlıoğlu, Türkiye’nin önemli siyaset bilimcilerinden İhsan Dağı’yla Ka Kitap’tan çıkan son kitabı Ez Jı Te Hez Dıkım’dan yola çıkarak Kürt sorununu konuştu.

EMRE CAN DAĞLIOĞLU
misakmanusyan@gmail.com

ODTÜ Uluslararası İlişkiler bölümünde görev yapan ve Zaman ile Today’s Zaman’da yazan İhsan Dağı, Kürt sorunu üzerine farklı bir kitap yazdı: “I love you, Je t’aime, Ich liebe dich, Ez jı te hez dıkım”… Bu dört cümleden ilk üçünün anlamını biliyor, sonuncusunun bilmiyorsanız, bu kitabı okumanızı tavsiye ediyorlar. Kürt sorunu söz konusu olunca genelde devlete ve Kürt siyasetine dönen odağı, Türk toplumuna çeviriyor Dağı bu kitapta. Sorunun çözümü yolunda önemli bir adım olarak Türklere Kürtlerle duygudaşlık kurma, “Kürtleşme” öneren Dağı’yla yeni kitabından yola çıkarak Kürt sorununu tüm paydaşlarıyla konuştuk.

  • Kitabınız bir yönüyle “devletin yarattığı Kürt sorunu”yla ilgili. Devletin laiklik odaklı, asimilasyonist, baskıcı, en büyük icadı dediğiniz “Kürtleri iç düşman gören” tavrı ve Türk homojenitesi yaratmaya yönelik politikaları geride kaldı diyebilir miyiz?

Denediler ama başaramadılar. Zor kullanarak veya asimilasyoncu kültür ve eğitim politikalarıyla homojen bir Türkiye yaratma projesi zaten olmayacak bir işti. Kürtlerden gelen direnişle bu şimdi iyice anlaşıldı. Ancak yıllardır topluma zerkedilen homojen ulus ve Türklerin üstünlüğü fikri kolay kolay ortadan kalkmayacak. Ne devlet ne de toplum hala çok kimlikli, çok uluslu, çok dinli, çok dilli bir Türkiye fikrine varmış değil. Ancak ne asimilasyoncu politikalara devam edebiliyorlar ne de çok dilli, çok uluslu bir modelin gereklerini yapmaya hazırlar.

  • Bu sorunla ilgili mevcut durumu, barış sürecinin gidişatını nasıl görüyorsunuz?

Artık devlet de PKK da savaşmak istemiyor ama çözümden de korkuyorlar. İki taraf da korkuyor. Dönüşü olmayan bir yola girmekten, siyaseten bunun bedelini ödemekten korkuyorlar. Bu korku ve tereddütler çözüm sürecini tıkadı. PKK çekilip silah bırakmaya, hükümet çözüm için siyasal bir model ortaya koymaya yanaşmadı. 2014 seçimlerine bu kadar az zaman kalmışken, süreci yeniden canlandıracak bir gelişme beklemiyorum. Aksine taraflar daha da sertleşecek malesef.

“Orta vadede Kürt sorununu yönetmek imkânsız hale gelebilir”

  • Ümit Cizre, “Kürt meselesinin çözülemeyeceğini, ancak doğru bir şekilde yönetebileceğini” söylüyor. Bu konuda ne dersiniz?

Şu anda tarafların yaptığı da bu zaten. Sorun, bunun sürdürülebilir bir durum olup olmadığı. Suriye ve Irak’ta yaşanan gelişmelerin orta vadede Kürt sorununu yönetmeyi imkânsız kılacağını düşünüyorum. Ya çözülecek sorun ya da Irak ve Suriye’de ortaya çıkan dinamiklerle bambaşka bir boyut kazanacak.

  • Meselenin kökünde hem Türklerin hem de Kürtlerin “ulus” ve “devlet” fetişizmi olduğunu söylüyorsunuz. Bu entelektüeller için bile büyük bir tutku. “Devlet odaklı” düşünmekten neden bir türlü kurtulamıyoruz?

Devlet bu toprakların kutsalı. Ulusu devlet yaratınca karşılığında ulus da devleti kutsuyor. Türkler varlıklarını hep devlette aradılar, Kürtler de devletsiz var olamayacaklarını düşündüler. Türk ulus devletinden bir Kürt ulus devleti çıkarmaya çalışmak hiç de akıllıca değil. Böyle bir senaryo, iki devleti de faşist yapar. Ne Türkiye böyle bir travmayı demokrasi içinde kalarak atlatabilir, ne diğer taraf Türkiye baskısı ve korkusundan demokrat olabilir. Çözüm, türdeş ulus-devlet projelerini kafamızdan silip demokratik, adem-i merkeziyetçi ve çoğulcu devlete sahip olmak.

“Türkiye’de dindarlar ve hatta İslamcılar, modern ulus-devletçi paradigmanın dışında değiller”

  • Kitabınızdaki bir makalenin ismi “Kürt sorununu İslam kardeşliği çözer mi?” Gerçekten çözebilir mi?

İslam önemli bir müşterek ama çözümün adresi değil. Güzel bir duygudaşlık, dayanışma yaratıcı bir ortak değer ama siyasal bir çözüm modeli getirmez. Etnik bir kimlik ve özyönetim talebi dini referanslar veya modellerle çözemezsiniz. Dahası İslam ortaklıklarımıza vurgu yapan Kürtler de farklılıklarının tanınmasını istiyor. Tek kolaylaştırıcı nokta İslam’ın ulus-devleti aşan ‘ümmet’ anlayışı. Bu, ulus-devlet üstü model arayışlarını kolaylaştırabilir ve meşrulaştırabilir dindarlar arasında. Ama şunu da söyleyeyim, Türkiye’de dindarlar ve hatta İslamcılar bütün ‘ümmet’ sözlerine rağmen modern ulus-devletçi paradigmanın dışında değiller.

  • Türkiye’deki dindar kesime “Kürt sorunu” üzerinden getirilen en büyük eleştirilerden biri, Filistin’e, Bosna’ya karşı edindikleri duygudaşlığı Kürtlere karşı geliştirememeleriydi. Kitapta Cemal Uşşak’tan alıntılayarak yer verdiğiniz gibi, “Dindarlar, Kürtlerin ıstırabını hissedemedi”. Zulmeden Müslüman olmayınca bunu hissetmek daha mı kolay oluyor? Bu husus aşıldı mı sizce?

Cemal Uşşak Bey’in tespiti çok önemli bir özeleştiri. Dindarlar da hissetmedi Kürtlerin ıstırabını, çünkü dindarlar da homojen Türk ulus-devleti modelini benimsediler. Devletin homojen ulus tasavvurunu paylaştılar. Türk dindarlığı önemli ölçüde devletçi ve milliyetçi bir kültürün içinde şekillendi. Dahası seküler devletten dışlanan dindarlar için milliyetçilik devlete ulaşmanın, devletle barışmanın yoluydu. Milliyetçilikle dışlandıkları seküler ulus-devletin bir yerlerine eklemlendiler. Seküler devletin kendilerine yaptıklarıyla Türk ulus-devletinin Kürtlere yaptıklarının kaynağının aynı homjenleştirici ve jakoben devlet anlayışı olduğunu anlamadılar. Dindarların önemli bir kısmının devlet politikalarından bağımsız bir Kürt sorunu perspektifi yok. Hala devlet merkezli düşünüyorlar. Devlet yumuşadıkça onlar da yumuşuyor biraz. Yoksa devleti çözüme zorlayan bir dindar duyarlılık görmüyorum.

“Özel okullarda dil serbestisi, Kürtçenin tanınması anlamına gelir”

  • Kitapta “Kürt meselesinin önemli ölçüde Kürtçe meselesi” olduğunu söylüyorsunuz. Peki, bu “Kürtçe meselesi”nin çözümü için ne yapılabilir? Demokratikleşme paketinden yer alan “özel okullarda dil serbestisi” bu yönde olumlu bir adım mıdır?

Tabii ki sorun Kürtçeden ibaret değil. Ama sorunun sembol konusu Kürtçe. Yıllarca kamusal alanda yasaklanan bir dilden sözediyoruz. Sorunu tetikleyen, Kürt ulusal kimliğini şekillendiren bir yasak geçmişi var. Kürtçenin Türkiye’de normalleşmesi, bu nedenle Kürtlerin travmalarını ve tepkiselliğini tedavi edici bir rol oynar. Bu bakımdan Kürtçe meselesi önemli. Özel okullarda dil serbestisi, Kürtçenin bu ülkenin dillerinden biri olduğunun tanınması anlamına gelir. Ama yetmez. Anadilde eğitim hakkı devletin bütün yurttaşlara sunacağı bir hizmete dönüşmelidir, parası olanın satın alacağı bir hak değildir.

  • Kürtçeyi esas Türklerin öğrenmesi gerektiğini söylüyorsunuz kitapta ve bunun da okullarda zorunlu ders olarak okutulmasıyla sağlanması gerektiğini. Çok klişe bir deyimle sorayım: “Toplum buna hazır mı?”

Türkiye’deki bütün Kürtler, Türkçe konuşurken neredeyse hiçbir Türkün Kürtçe bilmemesi tuhaf değil mi? Bin yıldır kardeş olduğumuzu iddia ettiğimiz insanlara kendi dillerinde ‘günaydın’, ‘nasılsın?’, ‘seni seviyorum’ demeyi bile bilmiyoruz. Kürtçe yasaktı, Kürtleri isyan ettirdi. Şimdi Kürtçeyi, biz Türkler de öğrenerek birlikteliğimizi perçinleyen bir unsura, bir iletişim köprüsüne dönüştürebiliriz.

“Roboski, devletin ve toplumun mesele Kürtler olduğunda geleneksel tepkilerini bırakmadıklarının bir işareti”

  • Kürtlerin Türk olduğu kadar, artık Türklerin Kürt olması gerektiğini söylüyorsunuz. Bu dönüşümün neresindeyiz? Türkler Kürtleşebiliyorlar mı?

Birbirlerine üstünlük iddia eden topluluklar bir arada barış içinde yaşayamazlar. Türkle Kürt arasında bir hiyerarşi kurarsanız, bir arada yaşayamazsınız. Bunun yasal bir hiyerarşi olması gerekmiyor elbette. Pratikteki uygulamalarla Kürtler arasında böyle bir algı oluşması bile yeterince zehirleyici. Bir toplumda diğerleriyle eşit olmadığını düşünen, hisseden etnik bir topluluk varsa sorun vardır. Türklerin biraz empati yapması gerek. Kürt olmayacaklar tabii ki ama kendilerini Kürtlerin yerine koyabilmeli, onların sıkıntılarını ve dertlerini anlayabilmeliler.

  • Toplumsal düzlemde Kürtler ve Türkler arasında ciddi bir nefret ortaya çıkmadığı hep söylenegelir. Fakat diziler, filmler, kitaplar, reklamlar gibi “popüler güçlendiriciler”de Kürtlerin genelde aşağılanmaları ve mizah unsuru kılınmaları, gizli de olsa bir nefretin parçası değil mi?

Nefret değil ama bir üstünlük duygusu olduğu kesin. Onların ‘bizim ülkemiz’de yaşadığını düşünüyoruz. Dolayısıyla ‘bizim’ kurallarımıza, dilimize, devletimize uymalarını bekliyoruz.

  • Son olarak “Kürt sorunu” ve duygudaşlık bağlamında, Roboski/Uludere’yi nereye koyarsınız? Gerçekleşmesinin ertesinde Batı’da yılbaşı kutlamaları hız kesmeden yapılan, faillerinin ceza almasını bırakın, bulunamayan ve hatta ölülerini anan ailelerin ceza aldığı bir katliam, bu duygu siyasetinde çok yaralayıcı değil mi?

Roboski faciası Türk devletinin ve Türk toplumunun mesele gelip Kürtlere dayandığında hala geleneksel tepkilerini bırakmadıklarının bir işareti. Ne devlet düzeyinde yanlışın üzerine gidilebildi, ne de toplumda Kürtlerin acılarıyla bir duygudaşlık yaratılabildi. Bu duyarsızlığın Kürtlerde nasıl bir güven erozyonu yarattığı da kimsenin umurunda değil. Acıları paylaşmayı bilmeden birlikte yaşamak zor.

Kategoriler

Güncel Türkiye Gündem