‘Gezi Direnişi, 80 öncesine dair korkularımı hatırlattı’

Radyocu, müzisyen, yazar Ayça Şen’le Doğan Kitap’tan çıkan yeni romanı ‘Hayalet Ağrı’yı bahane edip sohbet ettik.


‘Yeni romanımda dili çok sade kullandım. Maksimum 200 kelimeyle bir günü yaşıyoruz. Ben işte bu 200 ya da 300 kelimeyle anlatıyorum derdimi’ diyen Ayça Şen, kedisi Sütlü’yle.

ÖZGÜN ÇAĞLAR
ozguncaglar@agos.com.tr

Ayça Şen, isminin önünde birçok titr bulunan insanlardan: Radyocu, yazar, gazeteci, ressam, müzisyen... Onunki çok yönlü bir üretim hali. Bu aralar Standart FM adlı bir internet radyosunda, Mete Avunduk’la birlikte ‘Meraklısına Ayça Şen Başkan’ adlı yeni bir program sunmaya başladı, geçtiğimiz günlerde de kendisi gibi radyocu olan Aslı adlı bir karakterin, nadir görülen bir hastalığa yakalanmasının ardından yaşadıklarını anlattığı ‘Hayalet Ağrı’ adlı romanı Doğan Kitap’tan çıktı... Yeni kitabını bahane edip Şen’le sohbet ettik.

  • Gazete-dergi, radyo, resim, müzik ve en son yine kitap... Bu üretkenlik nereden geliyor?

Sebebi yok. ‘Neden üretiyorum?’ diye hiç düşünmedim, onu düşünürler düşünsün! (Gülüyor) ‘Kendimi şöyle şöyle ifade ediyorum’ gibi büyük laflar etmeyi de sevmiyorum. Sadece içimden geliyor, yapıyorum. ‘Hayalet Ağrı’ kitabım biteli üç ay oluyor. Bu son üç aylık süre içerisinde harıl harıl resim çalışmaya başladım. Sonra ara verdim, kitabım da bu sıra çıktı zaten. Resim yaparken kuyunun içinde gibiydim; çünkü üretirken içini kapatıyorsun. Bu kapanıklığımdan sonra kitabımın çıkması beni dışarı çıkardı yani: Kitabım çıktı, iyi hissettim, egom okşandı. Ama bu durum sadece 15 gün falan sürdü. Belki de üretebilmemi buna borçluyum; ortaya çıkardığım şeyin bendeki etkileri bitince, hayatıma, üretmeye, biriktirmeye devam ediyorum.

  • Standart FM’de ‘Meraklısına Ayça Şen Başkan’ adlı bir program da yapmaya başladınız. Nasıl karar verdiniz buna?

Aslında ben Radyo Borazan adlı bir internet radyosu kurmayı planlıyordum ama bir yandan da çok üşeniyordum. Gerekli teknik altyapı nasıl kurulur falan diye çocukluk arkadaşım radyocu Hakan Tamar’ı aradım. Öte yandan da Radyo Borazan’da ne yapacağım tam da kafamda oturmamıştı; radyoda 24 saat müzik mi olacaktı, bir tek ben mi program yapacaktım... İşte, Hakan’ı aradığımda bana “Ben şu an Standart FM’de program yapıyorum, istersen sen de gel burada başla” dedi. E ben de düşündüm, birlikten güç doğar. Zaten internet radyoculuğunda para pul da yok. Şimdi kalkıp da bilmem ne bankalarının sahiplerinin radyolarıyla tek başımıza savaşmak da değil derdimiz. Bu şekilde düşünüp Standart FM’e başladım.

  • Uzun yıllar kurumsal radyolarda çalıştınız. Programınızda da sık sık kurumsal radyolardan şikayet ediyorsunuz. Neden?

Ben çok çektim onlardan. Son beş senede çalıştığımız radyolar ciddi bir kapitalist değişime uğradı. Bir kere Türkiye’de benim gibi show programı yapan kadın radyocu sayısı, bir elin beş parmağını geçmez. Son zamanlarda o radyolarda her şeyimiz kısıtlanmaya başladı; ben öncesinde yayında istediğim her şeyi konuşabiliyordum, usturuplu bir şekilde küfür bile edebiliyordum! Bir süre sonra “Şunu demeyin, bu kadar dakika konuşun, falanın reklamını yapın” demeye başladılar. Çalışanlarına da en ufak bir değer vermiyorlar. Sürekli “E paranı alıyorsun, şükret Allahına!” havasındalar. Sonunda “Aa yeter!” dedim. Zaten son zamanlarda o kadar iğrenerek radyoculuk yapıyordum ki, sonunda beni kovdular! İnternet radyosuyla özgür kalmak istedik.

  • Peki, geçenlerde meclisten geçen, torba yasanın içinde yer alan internete getirilecek yasaklar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Evet ya, tam başladık yasa çıktı! Nereye kadar engelleyecekler ki, bunu ben çok merak ediyorum. Süreç şuna doğru mu gidiyor: “Özgür kadın yoktur, bakımsız kadın vardır” (Gülüyor). Kemalist değilim ben ama ifadesinde özgür, güçlü olan birini de istememe durumu var gibi duruyor. Son beş senede gördüğüm bu benim. Dediğim gibi, Türkiye’de radyolar çok erkek egemen kurumlardır. Bu, AK Parti’yle başlayan bir şey değil ama onların da çok desteklediği bir durum. Böyle bir rüzgar var Türkiye’de. Kadına getirilen yasaklar, Türkiye genelini de etkileyecek.

  • Gezi Parkı Direnişi’ne katıldınız mı? Ne düşünüyorsunuz direniş hakkında?

Ayıp olmasın diye gidip gaz yedim (Gülüyor). Şaka bir yana, çok desteklediğim bir şeydi. Benim çok arkadaşım var, bir militan gibi gaz maskeleri aldılar, olayın doğrudan içinde yer aldılar. Maalesef böyle takılamadım. Ama iki-üç kere Kadıköy’den köprüye yürüyerek gidip geldim. Bir kere o anki hissiyat çok güzel. Bu hissiyatı tatmadan olmazdı. İlk günler teknik nedenlerimden dolayı gidemedim ama içim içimi de yedi. Fakat bahsettiğim bu güzel duygunun bir yerden sonra arkadaşlarım bağımlısı oldu. Her dakika Gezi’ye gittiler. Bu beni rahatsız etti. Gezi, sanatı da çok güzel etkiledi. İnsanlar yapabildiklerini gördü, yapabileceğimizi gördü. ‘Biz bir aradayken bir şeyleri yapabilirmişiz’ dedik. Türkiye’de insanlara böyle şeyler söz konusu olunca hiç izin vermediler ki.

  • Sizin gençliğiniz böyle duygulardan çok mahrum geçti, değil mi?

Evet. Benim çocuksuz bir çift arkadaşım var. Onların üzerinden çok izledim olayı. Her dakika oradaydılar. Gezi’den önce içine kapanık, sosyal olmayan bu arkadaşlarım, olaylardan sonra tam bir ruhsal gömlek değiştirdiler, bambaşka insanlar oldular. İnsanların dışarıya açıldığı kapı oldu Gezi. Korkaktılar, cesur oldular. Bir tek Gezi’yle ilgili değil, arkadaşlığımıza da yansıdı. Ama bana dönersek, öte yandan ben çok da korktum.

  • Neden, oğlunuz Memo’dan dolayı mı?

Yok hayır, Memo’yu götürmedim. Çünkü ben çocukken çok kötü hikâye duydum. 12 Eylül 1980 öncesinde komşumuz öldürüldü, yatak odamızın arkasında bombalar patladı. Polisten çok korktum. Anneannemin evi polis şubesine yakındı, her gün önünde panzerler dururdu. Olaylar, olaylar yani.. Bilinçaltım polis korkusuyla dolu. Çok ayıp bir şey bu.

  • Devletin ayıbı...

Yok, sadece onun değil, benim de ayıbım. 40 yaşını devirdim, benim bunları artık aşmam lazımdı. Çevik kuvvet görüntüsü bana çok korkutucu geliyor, kaskları, maskeleri... Gaz attıklarında nasıl kaçtım ben... Kaçarken bu nedenle, bir yandan da utanç duyuyordum.


‘Hepimiz Hrant’ız’ ortak endişeyi yansıtıyor

Hrant Dink çok güzel bir adamdı. Dink’e dair, onu çok yakından tanıyandan olsun, uzaktan tanıyandan olsun, o kadar güzel şeyler dinledim ki, 2007’den beri kendisini akrabamız gibi görüyorum neredeyse. Öldürüldüğü güne ait o fotoğraflar, öldürülmeden önce hissettikleri çok korkunç. Onun çaresizliği çok kötü bir şey, insan bunları hissedebiliyor. Benim 80 öncesine dair bilinçaltımdaki olaylara temas eden şeyler bunlar. İşte ‘Hepimiz Hrant’ız’ denilmesindeki fikir de bu; herkes Dink’in o endişesini hissedip, böyle dedi.


Yeni Radikal’de çok fazla mevzu oldu

Yeni Radikal’in başladığı 2010’da ben ayrılmak istedim gazeteden. Çünkü tadı kaçtı. Yeni Radikal’le çok fazla mevzu oldu, o geldi, bu geldi. Sonra beni de çağırdılar işte. “Ayça işte sen haftada şu kadar röportaj yap, şu kadar izlenim yaz, şunu, bunu yap” dediler, ben de istemedim. Ben, hayatta ancak istediğimi yapabilirim. Tercih etmek bir insanî hak. Radikal’den ne güzel de para alıyordum, şimdi düşündüm de keşke bırakmasaydım (Gülüyor).