Aşk Tesadüfleri Sever

Can Öktemer, Richard Linklater’ın kült Gün Doğmadan, Gün Batmadan ve Geceyarısından Önce filmlerinin özel çifti Jesse ile Celine’i yazdı.

CAN ÖKTEMER
can.oktemer@gmail.com

Richard Linklater’ın Before Sunrise (Gün Doğmadan), Before Sunset (Gün Batmadan) ve Before Midnight (Geceyarısından Önce) üçlemesinin Jesse (Ethan Hawke) ve Celine’i (Julie Delpy) sinema tarihinin en özel çifti olarak kabul edebiliriz. 1995 yılında hayatımıza giren ve sinema perdesinde hiç etkisini yitirmeyen bir aşk hikâyesi onların ki. Klasik Hollywood anlatılarında karşılaştığımız türden epik, bol ağlamalı bir romantik komedi değil üç film de. Sıradan gözüken öyküsü, iddialı olmayan bir sinematografi ama son derece samimi, içten diyaloglara sahip, bu haliyle de seyirciyi tam kalbinden yakalayan bir üçleme.

Serinin yönetmeni Richard Linklater’in karakterlerini tipik bir 90 kuşağı, yani X kuşağı olarak tanımlayabiliriz. 90’lı yılların başlarında, ilk gençliklerini yaşayan, değişen dünyanın yeni düzenine ayak uydurmaya çalışan ve pusulaları ellerinde olmadan, hayatta yönlerini bulmaya çalışan karakterler Jesse ve Celine.

İlk filmde, kitap yazma hayalleri olan Jesse ve hayatta ne olmak istediğine tam olarak karar verememiş Celine… Gençlik yalpalanmaları, aşka olan sahici inanç ve kadın-erkek zıtlıkları ağırlıktaydı serinin ilk filmi Gün Doğmadan’da. Linklater, filmi, bütün romantik komedi klişelerine sırtını dönerek, tamamen diyaloglar üzerine kurmuştu. Kamerayı sırtına alarak, Jesse ve Celine’i Viyana sokaklarında özgürce dolaştırmıştı. Jesse ve Celine’in film boyunca ettikleri içtenlikli sohbete tav olmamak ise imkânsızdı. Bu durumun en büyük nedenlerinden birisi de, hiç kuşkusuz rolleri canlandıran Ethan Hawke ve Julie Delpy’in kusursuza yakın performanslarıydı. İlk filmin içine sinen ise, tesadüfi bir şekilde tren de tanışan bu genç çiftin hayata dair hakiki sıkıntıları ve gelecek kaygıları üzerine yaptıkları hoş sohbetti. Film vizyona girdikten kısa bir süre sonra kült hale gelmesinin en büyük sebeplerinden biriydi Jesse ve Celine’in aralarındaki uyum ve sıcaklık.  Linklater’in uçu açık ve seyirciyi merak içerisinde bırakan finali de akıllarda kalmıştı. Filmi izleyenlerin birçoğunun kafasından Jesse ve Celine’in birbirlerine verdikleri sözü tutup bir sene sonra aynı yerde buluşup buluşmadıkları uzun bir süre çıkmamıştı.

Bu sorunun cevabı, Gün Batmadan filminde yanıt bulmuştu. Seyircinin olmasını istediği buluşma gerçekleşmemiş. Jesse ve Celine bir sene sonra aynı yerde buluşamamışlardı. Jesse evlenmiş ve çocuk sahibi olmuş. Celine ise bir savaş muhabiri ile beraberdir. Jesse’in ilk filmde yazmaya çalıştığı kitabı bitirmiş ve şöhretli bir yazar olmuştur. Kitabını tanıtmak için geldiği Paris’te, Celine ile karşılaşır, fakat bu sefer de aynı gün içerisinde ABD’ye dönmesi gerekir Jesse’in. Linklater, filmde Jesse ve Celine’i yıllar sonra karşılaştırır, bir gün boyunca Paris’te dolaştırır. Jesse ve Celine aradan geçen uzun zamana rağmen nefis sohbetlerinden hiçbir şey kaybetmemişlerdir. İlk filme nazaran, karakterlerin sorunları biraz değişmiştir artık. Gençlik yerine olgunluğa ve başka sorunlara bırakmıştır. Evlilik, bağlılık ve hayata dair sorumluluklar hakkında sohbetler ağırlık kazanmıştır bu sefer. Hayatta tüketilen zaman sonrası edinilen birçok kötü tecrübe, sohbetlerine yansımış; daha da önemlisi birbirine âşık bu iki insanın hayatlarının en güzel yıllarını birbirlerini özleyerek ve ayrı geçirmiş olmalarının vermiş olduğu derin pişmanlık...

Jesse: Tanrım, neden o gün telefonlarımız almadık ya da adreslerimizi? Neden bunu yapmadık?
Celine: Çünkü biz genç ve aptaldık.
Jesse: Sence hâlâ öyle miyiz?
Celine: Sanırım gençken karşılaşabileceğin birçok güzel insan olduğunu düşünüyorsun. Hayatının geri kalanında ise bunun sadece birkaç defa olabileceğini anlıyorsun.
Jesse: Ve işin içine edebiliyorsun.

Linklater, bu filmi de, tıpkı ilk filmde olduğu gibi seyircinin tırnaklarını yemesine ve meraktan ölmesine sebep olacak bir finalle, Jesse’in uçağa binip ABD’ye dönüp dönmediğini öğrenemeden bitirir. 

Serinin son filmi Geceyarısından Önce’de ise Jesse ve Celine’in artık beraber yaşadıklarını, ikiz kız çocuklarını olduklarını görürüz. Çiftin sohbet mekânı ise bu sefer Yunanistan’dır. Linklater, Yunanistan’ın harika deniz manzarasını ve yeşilliğini filmin tamamına fon yapar, tıpkı Paris ve Viyana’da yaptığı gibi. Fakat Linklater, şehirlere kartpostal muamelesi yapmaz, üç filmde de şehirlerin az bilinen yerlerinde geçer öyküler. Bu filmde Jesse ve Celine, artık orta yaş krizine girmişlerdir. Zaman karşısında çaresizliklerini, kırışmaya başlayan suratları, aidiyet, çocukların sorumlulukları, yaşlılık gibi sorunlar ana meseleleridir hayatlarının. 1995 yılındaki hayat enerjileri yoktur, ölüm düşüncesi giderek daha çok zihinlerde yer bulunmaya başlamış, din ve inanç meselesi bununla beraber karakterlerin ana sorunlarından birisi olmuştur. İlk iki filmin aksine, daha çok yan karakter ile karşılaşırız bu filmde. Değişmeyen tek şeyse, aradan geçen yıllarda çiftin şahane muhabbetidir, ilk iki filmde gördüğümüz hoş sohbet son filmde de devam etmektedir.

Sinema tarihinin en geveze karakterlerinin üç dönemine yayılan hikâyelerine tanık olmak, muhabbetlerini dinlemek serinin hayranları için müthiş bir şey ve elbette ki, bu büyü, sinemaya özgü bir durum. Linklater’in ezber bozacak bir şekilde sinematografiyi bir kenara bırakarak, Jesse ve Celine’i her şey hakkında konuşturması ve seyirciyi de, keşke bu muhabbetin içerisinde ben de olsaydım dedirtmesi belki de. Ya da Jesse ve Celine’in bir tren yolculuğunda, Murathan Mungan’ın o nefis dizesini hatırlatırcasına gerçek kılmaları olabilir: Aşk tesadüfleri sever… Böyle durumlar hayatta kaç defa karşısına çıkar ki insanın zaten? Yolda, otobüste, trende görüp de beğendiğimiz kişilerle karşılaşma olasılığımız çok kadar düşüktür zaten. Hayatımızın büyük bir kısmı, en güzel aşkları teğet geçerek geçmiyor mu hem? 

Kategoriler

Şapgir