Sanata paha biçilemez (mi?)

Geçen ay, sanat dünyası, Ai Weiwei’nin Perez Art Museum Miami’de sergilenen, bir milyon dolar değerindeki eserinin, bir protestocu tarafından yere atılarak tuzla buz edilmesi haberiyle çalkalandı. Haberin detayları çarpıcıydı: Müze gibi korunaklı ve neredeyse ‘kutsal’ sayılan bir mekânda sergilenen bir yapıtın tahrip edilebilmesi; söz konusu yapıtın dünyaca ünlü sanatçı Ai Weiwei’ye ait olması; yapıta biçilen maddi değer...

Yapılan görüşmelerden çıkan sonuçlara göre, sanat eserinin fiyatının belirlenmesine, artmasına veya düşmesine etki eden faktörler şöyle sıralanabilir: Sanatçının öz geçmişi ve beklentileri, yapıtın özellikleri (menşei, tarihçesi, türü, ebatları, adedi), aracı kişi ve kurumların (müzayede evi, galeri, sanat danışmanı) girişimleri, yerel ve uluslararası piyasa koşulları, sosyal ve politik durum, sanat eleştirileri, güncel sanat trendleri, değerin zaman içerisindeki istikrarı veya değişimi, eserin tekrar tekrar el değiştirmesi, spekülatif etmenler.

Tasarım: Martin Hinze

TUĞBA ESEN
ztugbaesen@gmail.com

 

Geçen ay, sanat dünyası, Ai Weiwei’nin Perez Art Museum Miami’de sergilenen, bir milyon dolar değerindeki eserinin, müzenin yerel sanatçılara yeterince önem vermemesine sinirlenen bir protestocu tarafından yere atılarak tuzla buz edilmesi haberiyle çalkalandı. Haberin detayları çarpıcıydı: Müze gibi korunaklı ve neredeyse ‘kutsal’ sayılan bir mekânda sergilenen bir yapıtın tahrip edilebilmesi; söz konusu yapıtın dünyaca ünlü sanatçı Ai Weiwei’ye ait olması; yapıta biçilen maddi değer...

Sanat eserlerine dudak uçuklatıcı fiyatlar verilmesine sadece uluslararası piyasalarda değil, yerel sanat piyasasında da rastlanıyor. Bol sıfırlı fiyatlar piyasanın geneline hâkim olmasa da, son yıllarda yerel sanat piyasasında, beraberinde spekülasyonları da getiren, ciddi bir büyüme yaşandı. Diğer taraftan, 2013’ün son aylarından itibaren, sanat profesyonelleri tarafından yapılan değerlendirmelerde, sanat piyasasında yaşanan durgunluktan sıklıkla bahsedilir oldu. Bu durgunluğun önemli nedenlerinden biri olarak, yapıtların fiyatlarının gereğinden fazla yükseltilmesi gösteriliyor. Hatta, yerli koleksiyonerin yerel piyasadaki yüksek fiyatlar nedeniyle yurtdışı alımlarına yöneldiği de söyleniyor. Peki, sanatta ‘değer’ kavramı bu kadar değişken ve muğlak mı? Sanat yapıtının değeri ve ederi kimler tarafından, nasıl belirleniyor? Günümüzde sistem nasıl işliyor, nasıl olmalı? Böyle bir sistemde fırsat ve mağduriyetler oluşur mu?

Tüm bu soruları küratörlere ve sanatçılara yönelttik, piyasanın aracı aktörlerinden görüş aldık. Uzun yılladır müzayede ve galericilik yapan Raffi Portakal şaibeli satışlar yüzünden piyasada balonların meydana geldiğini söylüyor ve bu durumda herkesin mağdur olacağını belirtiyor. Küratör Beral Madra ve sanatçı Burak Delier ise, galericiler, müzayedeciler gibi aracıların çıkarlarını her zaman koruyacağını, mağduriyet yaşayanların sanatçılar olacağını savunuyorlar. Diğer taraftan, sanat eleştirmeni Fırat Arapoğlu, sanat ortamındaki şeffaflaşma ve kurumsallaşma eksikliğinin altını çiziyor.


‘Bu sistemden sanatçılar zarar görüyor’

Beral Madra (sanat eleştirmeni, küratör)

Yapıtların değeri, kuşkusuz, yerel ve uluslararası piyasa koşulları altında belirlenir. Bu ortamlarda yapıt üretiminin bilimsel/eleştirel bir tarihi ve yapıtların yerel ya da uluslararası piyasalarda zaman içinde edindiği değerler vardır; bu tarihler ve piyasalar içinde yer alan sanatçıların yapıtları değerlidir. İstanbul için büyük bir finans merkezi deniyor, ancak buna karşılık veren bir sanat piyasası yok. Türkiye'de ticari işlerin nasıl yürüdüğünü biliyoruz; sanat da aynı ‘ticari ahlak’ çerçevesinde ele alınıyor; ‘resim satmak’ ile lüks kullanım malı satmak arasında bir fark yok. 

Bu sistemde müzayedeciler, fuarcılar, resim satıcıları parasal çıkarlarını koruyor. Buna karşılık, öncelikle sanatçının zarar gördüğü çok açık. Ancak ne aldığını bilmeyen koleksiyoncu da zaman içinde zarar görüyor; aldığı resimler bir süre sonra müzayedelerde alıcı bulmuyor ya da söz konusu sanatçının artık adı bile geçmiyor. Özellikle genç sanatçıları müzayedelere sokan resim satıcıları büyük zarar veriyor. Birkaç koleksiyoncu uluslararası fuarlardan ve galerilerden yapıt satın almaya başlayınca, yabancı galericiler sık sık İstanbul’a gelip, bu koleksiyoncuları ziyaret ederek yapıt satmaya

 

başladılar; bu da yerel sanatçının piyasasını daraltıyor. Türkiye piyasasındaki durgunluk, aslında bu yabancıların mevcut satın alma gücünü ele geçirmiş olmalarından kaynaklanıyor. AB’deki devlet- yerel yönetim- özel sektör destekli sanat merkezleri, müzeler ve koleksiyonlar yıllık alım yaparak kendi sanatçılarını desteklemeyi ve onları piyasaların sert koşullarından korumayı biliyorlar; Türkiye’de böyle bir sistem yok ve kültür ve sanat alanında emeğin karşılığı verilmiyor henüz. Ben yıllardır gazete ve dergilere ücretsiz ya da çok düşük ücretle binlerce sayfa yazı yazdım. Buna son vermek için de AICA Türkiye’yi (Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği) kurdum. Bu bozuk düzen değişmedikçe sanatçıların, yaratıcı bireylerin, uzmanların durumu değişmeyecek.


‘Sanat temelde paha biçilmezdir’

Burak Delier (sanatçı)

Sanat piyasası günümüz kapitalizmi için vazgeçilmez bir sektör. Bu kadar büyük rakamlardan bahsedebilmemizin sebebi, her şeyden önce, dünya tarihinde hiç görülmemiş boyutlara ulaşmış olan gelir dengesizliği. Bir kişinin bir yapıta 100 milyon dolar verebilmesi için öncelikle o kişide o paranın birikmesi gerekir. Bir Picasso yapıtının fiyatı 1960’lardan bugüne artmışsa bunun sebebi Picasso’nun değerlenmiş olması değil, birilerinin artı değere daha fazla el koyar hale gelmiş olmasıdır. En pahalı sanat eseri, o dönemde birisinin elinde biriken sermayenin büyüklüğü kadar pahalı olabilir. Sanat, aslında insan emeği verilmiş her şey gibi, temelde paha biçilemez olduğu, değeri içsel ve nesnel bir kriterden kaynaklanmadığından, fiyatı istendiği kadar yükselebilir veya düşebilir. Yani fiyat, sanata dair bir şey söylemekten ziyade kapitalizme, piyasa mekanizmasına ve gelir dağılımına dair bir şey söyler. 

Bu işleyişten fayda sağlayan star sanatçılar da var, zarar gören koleksiyonerler de... Kapitalizm sonuçta bir aracılar sistemidir; parayı, arzuyu dolaştıran ve manipüle edenlerin sistemidir. Dolayısıyla en çok fayda sağlayabilecek aktörler büyük galeriler, müzayede evleri, sanat simsarları gibi aracı kurumlar ve aktörlerdir. Onlar hem fiyat düşmesinden hem de fiyat yükselişlerinden kâr elde edebilirler. Elbette, daha kırılgan olanlar sanatçılardır, fakat kimse onlara para ve servet vaat etmemiştir zaten...

Kapitalizm ve piyasa sonuçta kurgulanmış sistemlerdir. Spekülasyonun olmadığı bir dünya ne kadar arzu edilir ve sanat üretimine ne kadar uygundur, emin değilim. Kendimizi, ‘doğru’ ve ‘adil’ olarak belirlensin ya da belirlenmesin, fiyatların eline bırakamayız, çünkü bana kalırsa ‘doğru’ ve ‘adil’ bir fiyat yoktur. Bu arayış yerine, enerjimizi, piyasa güçlerine ve egemenliğine karşı aktörleri güçlendirecek kurumlar geliştirmeye harcamalıyız. Birçok formda olabilir bu – 40 yaşına kadar sanatçılara senelik ödenekler, sanatçılar, galericiler, küratörler, eleştirmen sendikaları, sanatçılar için işsizlik sigortası, burslar... İhtiyacımız olan şey hayatta kalmak, amacımız ise sanatla hayatta kalabilmek olmalı.  


‘Kurumlar kendi sanat tarihlerini inşa ediyor’

Fırat Arapoğlu (sanat eleştirmeni, küratör)

Çağımızda para gibi, sanat yapıtı da bir değişim değeridir ve sanatın değişim değeri onun metalaştırılması ile mümkün olabilmekte ve ekonomik dönemlerdeki çöküş, bekleyiş ve yeniden oluş dengeleri içerisinde, sanat, ona daha çok ya da az yatırımların yapılması ile bir spekülasyon değeri olarak ortaya çıkmaktadır. Bu noktada bir yatırımcı, getirisi fazla olacak bir alana ve metaya yatırım yapmakta ve bunun sonunda kazançlı olarak çıkacağını savladığı bir döneme girmektedir. Örneğin bir sanatçı için, iyi bir geleceği olacağı ya da henüz işlerinin tam olarak değer kazanmadığı yorumu bir galerici, koleksiyoner ya da eleştirmenden duyulursa, sanat dünyasında bu sanatçı, iyi bir yatırım olasılığı olarak düşünülmeye başlanmış demektir.

Bir sanat yapıtının metasal değeri için bazı zaruri şartların oluşması gerekli: Nicelik, zamanlama ve yapıtın kalitesi. Öncelikle üretilen çalışmanın eşsiz bir üretim olarak ya bir adet ya da limitli edisyonlar olarak üretilmesi lazımdır. Çalışmanın kopya sayılarının artışı, her bir edisyonun değerinin azalmasına neden olur. Fotoğraf baskılar bu amaçla limitli olarak çoğaltılırken, video yapan sanatçılar da kopya sayılarını belirli bir limitte tutmaktadırlar ki bu videonun gösterilebilirliğinin sınırlandırılmasıdır.

Sanatın her daim para ile ilişkisi olmuştur ama günümüzde sanat, iş dünyasının imajına bu kadar çok katkıda bulundukça, ikisi arasındaki ilişki fazlasıyla görünür oluyor. Çağdaş sanattaki ekonomik değerlenmenin yükselişi, doğal olarak içerisinde birçok çelişki ve problemi barındırmaktadır. Bunların başında eşitsizlik, küreselleşme ve spekülasyon gelmektedir. Eşitsizlik, 1970’lerden bu yana süregelen neo-liberal politikaların sonucunda netlikle görülebilen bir gelişim çizgisine sahip. ABD ve İngiltere’nin sistematik olarak başını çektiği ve Türkiye’de Özal politikalarına denk düşen bu gelişim ülkelerin arasındaki uçurumları derinleştiren bir sürece sahiptir. Yeni zenginlerin ve yeni orta sınıfın ortaya çıktığı bu dönem, çağdaş sanat alımındaki artışın hatalarını göstermektedir. Kendisini bir önceki kuşağın dekoratif zevklerinden ayırmayı arzulayan bu iki sınıf, çağdaş sanata yönelmekteydi ve bu süreç halen de devam etmektedir. Bir önceki sınıfın sanat zevkine dair dekoratiflik ise, sahip olunan yatlar, özel uçaklar ve futbol kulübü başkanlıkları ya da yönetim kurulu üyelikleri kadar bir değere sahip olmaya devam etmektedir.

Ulusal ya da uluslararası sanat piyasalarında çoğunlukla bir şeffaflaşma eksikliği var. Konu Türkiye olunca buna kurumsallaşma eksikliği de eklenmeli. Öte yandan, yetkin bir müze ve müzeoloji sisteminin oturmaması, etkili ve geçerli bir sanat tarihi değerlendirmesinin yapılamamasına neden oluyor; belirli kurumlar ve aktörler ‘kendi sanat tarihlerini’ inşa ediyorlar, ancak bunun uluslararası alanda net bir karşılığı yok. Daha şeffaf, demokratik, emek süreçlerinin ve ücretlerinin sömürülmediği bir sanat ekonomisi inşa edilmeli öncelikle. Sanatçıların, galeri çalışanlarının, küratörlerin ve sanat yazarlarının, hülasa tüm sanat emekçilerinin, tüm bu ekonomi içinde emek ücretleri netlikle karşılanmalı. Öte yandan sansür, müdahale ve baskı gibi dayatmalar ve emek ücretleri konusundaki sömürülere karşı örgütlü bir mücadele ile karşı konmalı ki, bunun için bir meslek birliğine gidilmesi gerekiyor.


Sanatçıların üretimi desteklenmeli

Kerem Ozan Bayraktar (Sanatçı)

Ben öncelikle sanatçıların eserlerinin satın alınmasından değil, genel olarak üretimlerinin desteklenmesinden yanayım. Bu sponsorluk işiyle çözülebilir. Böylece sanatçı, ekonomik sıkıntılar yaşamadan rahat bir üretim alanına sahip olur. Eserin ederinin belirlenmesinde bir adalet sağlamak bu sistem içinde hiç bir şekilde mümkün olmayacaktır, çünkü yukarıda da belirttiğim gibi sanatsal değer ile ekonomik değer arasındaki bağı kurabileceğimiz bir yöntem yok elimizde. Sanat eserleri nitelikleri gereği paha biçilmezdir. 

Ekonomik alanda kimin mağduriyet yaşadığıysa sanatçıyı ilgilendiren bir mesele değil aslında. Kaldı ki gerçekleşen mağduriyetler uzun vadede sanatın kendisine zarar vermez. Sanatçıların üretiminin, ekonomik nedenlerle kısırlaşması, bayağılaşması ya da monoton bir hâl almasından yakınılabilir ama bu yerel ölçekte, doğrudan doğruya sanatın kendisiyle ilişki olmayan bir durumdur. 

Bugünkü ekonomik sistem, ‘değer’ kavramının herhangi bir emek ya da mal karşılığı üzerinden işlemediği, tamamen spekülatif dalgalanmalar üzerinden ilerleyen sanal bir niteliğe sahip. Sanat eserinin sanatsal değeri, ekonomik sistem için bir şey ifade etmiyor; bu yüzden pazarda sanatın yeri pahalı özel ürünlerden farksız. Bugünkü fark ise eskiden seçkin bir kitlenin sahip olabileceği bu nitelikli pahalı ürünlere artık küçük burjuva da sahip olabiliyor.


‘Sanat ortamı spekülasyona açıktır’

Raffi Portakal (Portakal Sanat ve Kültür Evi’nin kurucusu)

Bir eserin fiyatı bütün dünyada hemen hemen aynı yöntemlerle değerlendirilir. Yaşayan veya artık hayatta olmayan bir sanatçının benzer kalite ve ebatlardaki eserlerinin daha önce nasıl satıldığı ve eserlerinin fiyatlarının bir süreklilik gösterip göstermediği önemlidir. Örneğin 1980’lerde çok rağbet gören bir sanatçı zaman içinde bu popülaritesini kaybetmiş olabilir. Siz sadece 1980’e bakıp karar vermeye kalkarsanız, sonunda hayal kırıklığına uğrarsınız. Sanatçının kendi geçmişi içerisinde nasıl bir performans gösterdiğini, eserlerinin ne kadar değerlendiğini, ona benzer diğer sanatçıların eserlerinin hangi fiyat aralıklarında seyrettiğini bilmek gerekir. Küreselleşen dünyada, bu tür mukayeseleri sadece yerel piyasada yapmak da yanlıştır. Artık Hong Kong’daki bir sanatçıya, o sanatçının galerisine, müzayedelere erişmek çok kolay.

Türkiye’de resim sanatının çok kısa, 150 yıllık bir geçmişi var. Bu, adım adım ilerlemiş bir serüven. Türk resminin 1970’lerden günümüze kadarki serüvenini ben yakinen biliyorum. Size o dönemin gülünç fiyatlarından hiç bahsetmeyeyim. Yalnız, çarpıcı bir örnek olarak şunu anlatabilirim: Osman Hamdi Bey’in, ‘Mihrap’ isminde, son derece önemli bir eseri vardır. O tablonun bundan yaklaşık 10 yıl evvelki satış fiyatı, duyduğuma göre 1 milyon 200 bin dolardı. 1964 senesinde babamın o esere alıcı bulamadığı fiyat ise 10 bin lira idi, ki ancak birkaç bin dolar eder. Bugün tablonun fiyatı nedir diye sorarsanız, son satış fiyatını en az üçle çarpmanız gerekir. 1970’lerde büyük ustalar Eren Eyüboğlu, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Adnan Çoker; dönemin genç sanatçıları Mehmet Güleryüz, Utku Varlık, Komet, Mustafa Ata, Alaattin Aksoy ve diğer sanatçılar ile hep beraber bir uğraş veriyorlardı. Ben de kısmen daha önceki kuşaklarla ilgilenmeme rağmen, zaman zaman kendi neslimin eserlerinin satışı için de çabalıyordum. Hepimiz Türk resminin var olduğunu göstermeye çalışıyorduk. O güne kadar resim satın alan çok küçük bir kitle vardı ve onlar da resmin konusuyla, güzelliğiyle, boyutuyla, çerçevesiyle ilgiliydiler. Onlar olmasa bugünlere de zor gelirdik.

Ben 1995’te ilk çağdaş sanat müzayedesini yaptım. Hiç yürümedi, işlerin ancak %50’si satıldı. Bizim müzayedenin bir kaidesi var: Satılan satılmıştır, satılmayan satılmamıştır. Bir eser satılmadığı zaman bunu cümle âlem görüyor ve sanatçı bundan olumsuz etkileniyor. Şaibeli olarak satılan eserlerden dolayı balonlar meydana geldi. Bu balonlar yüzünden fiyatlar geçmişe döndü, amiyane tabirle balonlar patladı. Bu sadece Türkiye’de değil, dünyada da oldu. Sanat ortamı yaşayan, spekülasyona açık bir ortamdır. Sanatta garanti yoktur. Bence en çekici yönlerinden biri de bu.


‘Gerçek değer izleyicinin hissettikleriyle belirlenir’

Yiğit Yazıcı (sanatçı)

Sanatçı eserine bir değer biçebilir ancak fiyat kriterleri toplum, müzayedeler, tacirler ve yine sanatçının kendisi tarafından belirlenir. Sanatçının kendisinde olmayan ve zaman zaman el değiştiren eserleri ile ilgili olarak ise yapabileceği fazla bir şey yok. Bence gerçek değer, izleyicinin resme bakarken hissettiği heyecan ve sanatçının bu bakıştan aldığı onay, sağladığı motivasyon, gördüğü saygı ve nihayetinde eserin sanatçısından koparılmasının bedeli olan paradır. Resme ödenen para, zamana ve sanatçının yaşamındaki değişimlere göre farklılık göstereceği için, bu bedelin ne anlama geldiğini söylemek zor. Sanatçılara yaşamın zorluklarını daha az hissedecekleri ve en az 10 sene fazla bir karşılık beklenmeden kullanabilecekleri mekânlar, atölyeler sağlayarak, temel ihtiyaçları karşılanabilir. Bu durum sanatçıyı rahatlatır, mantıklı ve adil bir süreç yaşamasına yardım eder. Fiyatlar ise hep bir muamma olarak kalacak. Ancak Türkiye’de 25 sene öncesine kıyasla sanatın yaygınlığı ve gelişimi ciddi bir seviyede arttı. Dünyaya her anlamda açılan Türkiye, sanatın küreselleşmesi açısından da ilerlemektedir. Koleksiyoncuların yurt dışından sanat eseri almaları ve bu konulardaki bilgilerinin artması da Türkiye için bir şans.

Kategoriler

Kültür Sanat Sergi