ROBER KOPTAŞ

Rober Koptaş

HAYAT OLDUĞU GİBİ

Kamuoyunu yanıltma sanatı

 

Aylarca bin bir dereden su getirdikten sonra cinayet gününe ilişkin telefon kayıtlarını mahkemeye nihayet gönderen TİB’in bağlı bulunduğu Bilgi Teknolojileri Kurumu’nun (BTK) başkanı Tayfun Acarer, 12 Aralık günü Hürriyet’ten Fatih Çekirge’ye konuştu. Acarer, bu görüşmede, kamuoyunu yanıltabilecek bazı beyanlarda bulundu. Bu açıklamadaki sorunlu noktaların altını çizmek istiyorum.

  • Acarer, “Bir kere, biz dinleme yapmayız” demiş. Hâlbuki avukatlarımızın kendilerinden istediği “dinleme” kayıtları değil. Cinayet günü, saat 11.10-11.25 ve 14.45-15.00 arasında, cinayet mahallinde hangi telefon numaralarının, hangi numaraları aradığını ve bu numaraların kimlere ait olduğunu gösteren bir döküm talep ediliyor. TİB ise başından beri ısrarla, sanki dinleme kayıtları ve konuşma içerikleri isteniyormuş gibi yapıyor.
  • BTK Başkanı, “Bizden istenen, o sırada o baz istasyonunda kim görüşme yapıyorsa hepsinin kaydıdır” diyor. Doğru… Böyle olması da son derece doğal. Çünkü salt kamera kayıtlarına bakarak telefonla görüşen kişiyi tanımamıza imkân yok. Bu yüzden bütün görüşmelerin dökümüne ihtiyaç var.
  • Acarer, konuşmanın devamında, “Bu sırada siz de orada olabilirsiniz. Kişilik haklarınız ne olacak? Nerede gizlilik ilkesi?” diye soruyor. O halde biz de kendisine soruyoruz. Bir cinayet soruşturmasının bu kadar kritik bir aşamasında hangi gizlilik ilkesinden söz ediyorsunuz? Ulaşılmak istenen bilgi ortada. Yoksa siz, gerçeğin ortaya çıkmasını istemiyor musunuz? Yok, eğer istiyorsanız, “Gizlilik ihlal ediliyor” diye feveran etmek neden?
  • Acarer devamla, “Zaten kayıtlar bizde değil ki. Operatör şirketten istiyoruz. Ne gelirse de gönderiyoruz” diyor. Kesinlikle doğru değil! Operatör şirketlerle yaptığımız görüşmelerde, firma yöneticileri çok açık olarak, kendilerinin yasal olarak tutmakla yükümlü olduğu bütün verilerin, TİB tarafından da tutulduğu, kurumun, herhangi bir bilgiye ulaşmak için kendilerinden talepte bulunmasına gerek olmadığı bilgisini verdiler. Bu bilgi, sonrasında TİB tarafından da teyit edildi. Dolayısıyla Acarer’in beyanı, gerçekleri yansıtmıyor. Bu bilgiler, doğrudan TİB’in elinde var. Zaten TİB bu bilgileri tutmak için var.
  • BTK Başkanı, Çekirge’nin “Peki son durum nedir?” sorusuna, şu yanıtı veriyor: “Mahkeme tüm kayıtları isteyince biz de mahremiyete aykırı olur düşüncesiyle itiraz ettik. Önce üst mahkeme bizi haklı buldu. Ama sonradan mahkeme kararıyla tekrar istendi. Biz de verdik.” Oysa gerçekte şöyle oldu. TİB önce İstanbul’un göbeğindeki cinayet mahalli için “Kayıt bulunamadı”, “Baz istasyonu yok” gibi deli saçması bilgiler içeren bir yazı gönderdi.  Kamuoyundan büyük bir tepki gören TİB’e, mahkeme bir yazı daha gönderdi. TİB bu kez de “özel hayatın gizliliği” gerekçesiyle itiraz etti. İtirazı değerlendiren mahkeme, TİB’i haksız bularak, istenen bilgilerin özel hayatın gizliliğini ihlal etmeyeceğine karar verdi. TİB kayıtları nihayet mahkemeye gönderdi.
  • Bu arada, geldik 16 Aralık tarihine. Yani 19 Ocak 2012’ye sadece 33 gün kaldı. Mahkeme, kayıtların silinmemesi için tedbir talebini henüz karara bağlamadı. BTK Başkanı, bu kritik kararın öncesinde, kamuoyuna “Biz her şeyi doğru yaptık” mesajı vererek, belki de verilecek kararı etkilemek istiyor. Zira, unutmuyoruz ki, TİB, bünyesinde, Hrant Dink cinayetinde rolü olan emniyet ve güvenlik bürokrasisinden üyeleri barındırıyor. Kurumun bugüne kadar bu meselede izlediği tutum, muhtemelen, bu yapının cinayetin ardındaki güçlerin açığa çıkmasına olan direncinin bir sonucu. Galiba asıl sorun burada yatıyor.

Bir dış siyaset ayıbı

Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan’ın ifadeleri ikinci kez çarpıtılarak siyaset malzemesi yapılıyor. Bir süre önce, Hürriyet’in, daha sonra bizzat kendi okur temsilcisi tarafından hatalı olduğu kabul edilen “Karabağ’ı biz aldık, Ağrı’yı size bıraktık” manşeti, Başbakan Erdoğan tarafından Bakü ziyareti sırasında büyük bir sevinçle kullanılmıştı.

Geçen hafta da, Ermenistan Cumhurbaşkanı’nın Marsilya’da Ermeni toplumunun temsilcilerine yaptığı, içeriğinde hiçbir sert ifade barındırmayan konuşma, kasıtlı olarak “Türkler diz çökecek” şeklinde tercüme edildi ve böyle fırsatları hiçbir zaman kaçırmayan Egemen Bağış ve Cemil Çiçek’in kin dolu açıklamalarına malzeme yapıldı.

Tabii ki iktidar temsilcilerinden gelen bu açıklamalar toplumsal katmanda hemen karşılığını buluyor. Yazılı basında, internette, Sarkisyan’ın şahsında tüm Ermenilere had bildiriliyor, gözdağı veriliyor, küfürler, hakaretler ediliyor.  

Bu ikinci çarpıtmayla ilgili gerçeğe Türkiye basınında tek dikkat çeken Habertürk’ten Amberin Zaman oldu (Türklere diz çöktürmeyen Egemen Bağış, 13 Aralık). Ancak, tıpkı Hürriyet okur temsilcisi Faruk Bildirici’ninki gibi, onun hakikati apaçık eden yazısı da dikkate alınmayacak.

İktidar belli ki, Ermenistan’ı kolay lokma belleyerek, iç siyasette puan kazanmak, milli hırsları ve gururu okşamak için, Sarkisyan’ı hedef haline getirmeyi amaçlıyor. Türkiye’yle ilişkilerin normalleşmesi için çaba gösteren, bunun için ciddi bir siyasi risk alan, ancak AK Parti tarafından resmen aldatılan, buna rağmen hâlâ soğukkanlı bir dil tutturmaya özen gösteren Sarkisyan’ın çizdiği bu portre, hükümetin işine gelmiyor olacak ki, onu şahin gibi göstermek tercih ediliyor. Bu arada olan da, Ermenistanlı göçmenlere, Türkiye’nin Ermeni vatandaşlarına ve elbette ki, iki ülke ilişkilerinin geleceğine oluyor.

Zira başımızdakiler bu tip kaba çıkışlarda bulundukça, aşağılarda, zaten göz ardı edilemeyecek temelleri bulunan Ermeni düşmanlığı iyice kök salıyor, iyice hoyratlaşıyor. Bu gidişatın vebali, bu yolun taşlarını döşeyenlerin boynuna.