ROBER KOPTAŞ

Rober Koptaş

HAYAT OLDUĞU GİBİ

Kirli mutabakat sürüyor

 

17 Ocak 2012 günü İstanbul’un orta yerinde yaşanan kepazeliğin ardından yazmak zor. Ne yazsan, nasıl anlatsan az gelecek bir öfkeyi tutmaya çalışarak muradını anlatmak kolay değil. Deneyelim, bir kez daha...

Devletin bin bir türlü oyunu olduğunu biliyorduk da, bu kadar pervasız, bu kadar umursamaz olabileceğini hayal etmemiştik. İçimizde, malum zihniyetin her türlü pisliğe muktedir olacağını pekâlâ duyuyorduk da, balık yaşadığı deryayı bilmez misali, bu pisliğin enginliğini bilemedik. Daha ötesini her defasında ancak yaşayarak tecrübe edebiliyoruz.

Hrant Dink’in katledilmesinin bir örgüt eylemi olmadığını, Erhan Tuncel’in de azmettiricilik suçlamasından beraat ettiğini ilan eden mahkeme kararı, bu cinayetin işlenmesinde ve üzerinin örtülmesinde rolü olan suç ortaklarının, bu kirli mutabakatın ortaya çıkmaması için nasıl kararlı olduğunu ortaya koydu.

Oyuna devam

Bugün itibarıyla, anlatılacak tüm masallara karnımız tok. Kimse kalkıp, MİT’in, TSK’nın, AK Parti’nin, Gülen cemaatinin sonucun böyle olması için uğraşmadığı, bu rezalette etkisi olmadığı yalanını yüzümüze baka baka söylemesin.

Devletin tüm kurumlarını, gizli ve açık suç odaklarını, hükümeti, Emniyet’i ve Jandarma’yı bu kadar ince bir şekilde olaydan sıyıran, üstelik Erhan Tuncel’i de kurtararak “Bu devlet için çalışan kimseyi yarı yolda bırakmam” mesajını Türkiye’nin tüm muhbir vatandaşlarına, müstakbel polis ve askerlerine, ülkücü ve alperenlerine apaçık bir şekilde veren bu kararın, devleti oluşturan tüm odakların bilgisi ve onayıyla alındığını çok iyi biliyoruz. Bu karar, 90’lı yılların karanlık “Devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir” siyasetinin bir devamıdır.

Bu memlekette yaşıyoruz, dolayısıyla, bu devletin adına ‘adalet’ dediği, esasen biz yurttaşları öğütmeye yarayan dişlinin çarklarının nasıl döndüğünü biliyoruz. O yüzden, topu birilerinin üzerine atarak, alışılmış ‘iyi polis - kötü polis’ oyununu bir kez daha oynayarak, hiç vakit kaybetmeden bu kararı ne kadar yadırgadıklarını, haksız bulduklarını söyleyen siyaset erbabına kanmayacağız. Kararla ilgili olarak “Kamuoyu vicdanı rahat değil” dedikten hemen sonra, “Faille ilgili ceza bundan daha başkası olmaz. Zaten idam olmadığına göre, bundan daha başka ceza verilemez” diyen Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, kamuoyu vicdanını rahatsız edenin, eldeki sanıkların alacağı ceza değil, asıl suçluların ortaya çıkarılmaması olduğunu bilmiyormuş gibi yapmasına inanmayacağız.

Adaletle ve hakikatle uzaktan yakından ilgisi olmayan bu karar, bir Ermeni gazetecinin öldürülmesini hak gören devlet aklına uygundur. Bu akıl, kendine yakışanı yaptı. Örgüt cezasıyla veya Erhan Tuncel’in de ceza almasıyla göz boyayacak, pek çok kişiyi bu davanın artık bittiğine, dosyanın kapandığına inandıracaklardı. Ancak o kadarına bile gerek duymadılar. Kralın çıplak olduğunu, bu cinayetin tüm kurumların suç ortaklığıyla işlendiğini, ‘yüce Türk milleti adına’ ilan ettiler.

Tuncel suçsuzsa...


5 yıldır hepimizi nasıl da oyalıyorlardı... Bugün kalkıp Erhan Tuncel’in azmettirici olmadığına hükmettiler. Bunu çok daha önce yapabilir, onun suçsuz olduğunu ilan edebilirlerdi. Onu, kamuoyunu meşgul etmek için bir yem gibi kullandılar. İnsan sormaz mı, Tuncel madem azmettirici değildi, neden onu 5 yıl tutuklu tuttunuz? Onun bu cinayetin işlenmesinde bir rolü olmadığına, son duruşmada mı ikna oldunuz? Madem bu bir örgüt işi değildi, Tuncel’in o örgütle ve cinayeti azmettirmekle en ufak bir ilgisi yoktu, neden bunu daha önce söylemediniz?

Erhan Tuncel savunmasını, bütünüyle, bir polis muhbiri olarak görevini yaptığını, cinayeti Emniyet’e defaten bildirdiğini kanıtlamak üzere kurmuştu. Madem onun anlattıkları doğru, madem o görevini layıkıyla yapan bir polis ajanı, bu kabulün doğal sonucu, onun “Cinayeti bildirdim” dediği Emniyet kurumunun, Trabzon Emniyeti’nin yetkililerinin ve Trabzon’dan bu konuda ihbar yazısını alan İstanbul Emniyeti’nin, bu cinayetin şüphelileri olması değil midir? Tuncel’i aklayan karar, otomatikman bazı devlet görevlilerinin ifadeye çağrılmasını gerektirmez mi? Nerede Tuncel’in cinayeti bildirdiği polisler? Onlar ne yaptılar? Cinayeti engellemek için neden harekete geçmediler? Aynı durumun Trabzon Jandarması için de geçerli olduğunu biliyoruz. Orada da Albay Ali Öz, cinayete ilişkin bilgileri edindiği halde hiçbir şey yapmamıştı. Bütün bu soruların cevaplarını vermeyen bir yargılama için “adildir” denebilir mi? Cinayeti bilen Emniyet ve Jandarma yetkililerini soruşturmayan bir yargılama hukuki olabilir mi?

Agos’u yakından takip ettiğini söyleyen bir beyefendi, geçenlerde şikâyet ediyordu: “Neden bu cinayeti hükümetle ilişkilendiriyorsunuz? Hükümet Ergenekon’la bu kadar mücadele ederken, neden ikisini aynı kefeye koyarak çiğ bir muhalefet yapıyorsunuz?”

Anlattık, anlatıyoruz... Evet, siyasi iktidarın, bu cinayetin arkasındaki güçlerin ortaya çıkmasını istemediğini düşünüyoruz. Bu suçlama soyut bir düşmanlık algısına değil, somut kanıtlara dayanıyor. Hükümet başından beri, bu cinayete, ardındaki güçlerin açığa çıkmasını engelleyen bir bakış açısıyla yaklaştı. Tetikçinin ve azmettiricinin yakalanmasıyla yetindi. Bu tavrın arkasında, Ergenekon davalarında veya başka meselelerde işlerine yarayan bazı Emniyet görevlilerini koruma çabası yatıyordu. Bugün, Trabzon ve İstanbul Emniyeti’nin cinayeti önceden bildiği, bizzat resmi yazılarla ortadayken, hükümetin, başta dönemin Trabzon Emniyet Müdürü –ve daha sonra Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı– Ramazan Akyürek olmak üzere, üzerinde ciddi şüpheler olan devlet görevlilerini korumadığı söylenebilir mi? Aksine, hükümetin bu cinayet davasındaki temel motivasyonu, kendi adamlarını ele vermemek oldu. Biz hiçbir zaman, bu işin hükümetle ve polisle sınırlı olduğunu savunmadık, Jandarma ve İstihbarat ayaklarının da eşit derecede önemli olduğunu söyledik ama kendi polisini hakkıyla soruşturmayan bir hükümetin, diğer devlet kurumlarının üzerine gitmesi zaten beklenemezdi.

Devlet değil insan

Biz bu davaya bir intikam algısıyla yaklaşmadık. Hrant Dink’in öldürülmesinin, benzer cinayetlerin bir daha asla işlenmeyeceği bir kamusal yüzleşmenin miladı olması için çabaladık. Ama Türkiye’nin hukuk, siyaset ve güvenlik kurumları, suçu itiraf etme ve temizlenme için ilk adımı atma ferasetini gösteremedi.

Bilincimize ve tüm benliğimize işli: Eğer bir umut varsa, devletten ve muktedirden değil, insandan yanadır. Biz insanlarla, insanlarımızla yan yana olmaya devam edeceğiz. Bizi bu memlekete bağlayan yegâne bağ budur. Dün olduğu gibi, bugün de...