ROBER KOPTAŞ

Rober Koptaş

HAYAT OLDUĞU GİBİ

Asıl gündem dava çünkü hâlâ başlamadı

Bir süredir Hrant Dink’in siyasi kimliğine, sahiplenilmesine, kullanılmasına ilişkin bir tartışma süregidiyor.  Tartışma zemini hazırlayan asıl husus, 17 Ocak’ta verilen “yok hükmündeki” Dink davası kararından sonra gösterilen toplumsal tepkide farklı siyasi eğilimlerin bir araya gelmesiydi. Ancak tartışmayı derinleştiren, Etyen Mahçupyan’ın Zaman gazetesinde yazdığı iki yazı oldu.

Mahçupyan, ‘Hrant’ın Arkadaşları’ başlıklı ilk yazısında, cinayet davasının beş yıldır gündemde tutulması için döktükleri emeğin önemini teslim etse de, Hrant’ın Arkadaşları’nın, özetle, “davayı sahiplendikleri oranda Hrant’ı taşımakta zorlandıklarını”, bunun temel nedeninin de, onun “cinayete kurban giden sosyalist bir Ermeni” tanımına oturtulması, yani “daraltılması” olduğunu vurguladı. Onun büyük önem verdiği, “topluma dokunma, özellikle geniş muhafazakâr kitlenin yüreğine seslenme” çabasının bu daraltmaya kurban gittiğini söyledi. Sonra, bir televizyon programında bir adım daha attı ve meşhur “Su çatlağını buldu” deyişinden yola çıkarak, bu daraltmanın “Hrant Dink’in çatlağını bulmasına engel olduğunu” söyledi. İkinci yazısında ise, Ece Temelkuran’ın, işinden olmasıyla Hrant Dink’in ölümünü aynı nedene bağlayan The Guardian makalesinin, onu kullanmayı, araçsallaştırmayı amaçladığına işaret ederek, Temelkuran’ı sert bir şekilde eleştirdi.

Bu yazılar, Türkiye gibi, siyasi çekişmenin had safhada olduğu bir ortamda, beklendiği üzere, hemen siyasi pozisyonların çıkarcı diline tercüme edildi. Kamplaşmanın tarafları, yine kendi pozisyonlarını güçlendirecek bir malzeme bulmuş olmanın hevesiyle kaleme sarıldılar.

Yargı kararının ardından davaya ilişkin pozisyonu iyice meşruiyet yitimine uğrayan hükümet yanlısı kesim, bu durumdan kurtulmak için bir süredir utangaç bir şekilde aradığı günah keçisini, Hrant Dink’in en yakın dostlarından birinin yazısında bulmanın heyecanıyla, “Ergenekoncuların Hrantçı kesildiğini”, oysa cinayetin asıl hedefinin hükümet olduğunu, Hrant’ın Arkadaşları’nın da, Ergenekon zihniyetinin işine yarayacak şekilde hükümeti hedef göstererek asıl sorumluları sakladığını iddia etti.

Hükümet karşıtı kesim ise, Mahçupyan’ın yazısını, cinayetin gerçek sorumluları olan polis kanadını koruyan hükümeti aklamaya yönelik bir çaba olarak okuyarak, kavgalı olduğu liberal aydınlara vurmak için yeni bir zemin buldu kendince. Buna göre, liberallerin her zaman için tek amacı, sözde demokrat AK Parti’nin günahlarını örterek hükümete prim kazandırmaktı ve onlar, bu uğurda Hrant Dink’in katilleriyle işbirliği yapacak kadar alçaklaşabiliyordu.

Hrant Dink’in adının alet edildiği bu kavgayı şimdilik bir kenara bırakalım. Dikkat çekmek istediğim iki farklı boyut var. Bunlardan ilki, Hrant Dink’i sahiplenmenin etik ve politik sonuçlarıyla ilgili. Bugün Hrant Dink’i sahiplenenlerin, onun politik duruşundan daha geniş bir siyasi yelpazeye yayılması çok doğal; çünkü ortada göz göre işlenmiş bir cinayet ve adil işlemeyen bir yargı süreci var. Ancak bu sahiplenmenin, onun tümüyle karşı durduğu anlayışların ona el atması noktasına gelmesi, kabul edilemez. Ayrıca, “onun adına hapiste olmak”, “onun gibi olduğu için işinden olmak” gibi şahsi kullanımların da etik açıdan sorun taşıdığı çok açık.

İkinci boyut ise, Etyen Mahçupyan’ın özellikle Hrant’ın Arkadaşları’na yönelttiği eleştiriler. Bu konudaki düşüncelerim Mahçupyan’ınkilerden farklı.

Hrant Dink’in şahsının, simgelediği değerlerin, toplum vicdanında bıraktığı derin izin, farklı siyasi çevrelerin iştahını kabarttığına şüphe yok. Sol içinde de, bu cinayetin yarattığı toplumsal tepkiden nemalanmaya heves eden bir damar olduğu sır değil. Sağlığında Hrant Dink’in savunduğu değerlerin tam karşısında yer aldığı halde bugün suret-i haktan görünmek için onu savunan kişi ve kesimler olduğu da öyle. Ancak herhalde Hrant’ın Arkadaşları’na bu tür bir kötü niyet atfetmeye kimse cesaret edemez.

Cinayetin ardından kendiliğinden oluşan sivil bir girişim olan Hrant’ın Arkadaşları, bugüne dek gerçek faillerin ortaya çıkması ve yargılanması için çalıştı. Bu amaçla kitlesel gösteriler ve basın açıklamaları organize ettiler. Cinayet davasının bütün duruşmalarına aktif katılım sağladılar ve kamuoyu gündeminde davayı canlı tuttular. Bunu yaparken, Hrant Dink’in siyasi görüşlerinden çok, onun Türkiye için bir “hakikat anlatıcısı” olduğu gerçeğini öne çıkardılar; devlet içinde bu cinayette rol alan kesimlerin cezasız kalmaması ve gerçeklerin bilinmesi için çaba gösterdiler. Onun katledilmesini, devlette ve toplumda derin kökleri bulunan Ermeni düşmanlığı çerçevesinde değerlendirdiler ve bunun bir son bulması gerektiğini vurguladılar. Bu amaçla yapılan eylemlerde, basılan dövizlerde, basın açıklamalarında, Etyen Mahçupyan’ın iddia ettiği gibi, Hrant Dink’i olduğundan farklı bir şekilde “yeniden tanımlama” çabası içine girdiklerine ise tanık olmadık.

Eylemlerde, basın açıklamalarında, atılan sloganlarda elbette eleştirilecek pek çok şey bulunabilir. Bu siyasi mücadelenin büsbütün farklı metotlarla yürütülmesi gerektiği yönündeki öneriler de tartışılabilir. Bu da son derece meşru ve doğal. Ancak, gösterilen çabanın Hrant Dink’in toplumla buluşmasına engel olduğunu söylemek, bana hiç de adil ve gerçekçi görünmüyor.

Bu davanın beş yıl boyunca kamuoyunun gündeminde tutulması ve çıkan kararın toplum tarafından mahkûm edilmesi, Türkiye gerçekliğinde somut bir kazanım olarak değerlendirilmeli. Öyle olmadığını varsaysak ve bu süreçte Hrant Dink’in savunduğu değerlerin topluma aktarılmasında başarısızlığa uğrandığını kabul etsek bile, bu sorumluluğu Hrant’ın Arkadaşları’na yıkmak, resmin bütününü görmemek demek olur. Çünkü orada çok daha geniş bir sorumluluk alanı var.

Özetle: Solun bir kesiminin tutumuna yönelik eleştiriye evet. Aslen ulusalcı bir çizgiyi savunup Hrant Dink’e sahip çıkar görünen sahtekârlıkları ifşa etmeye evet. Beş yıldır davanın gerçek bir adalet mecrasına girmesi için hiçbir şey yapmayan hükümeti eleştirmeye evet. Dink davasına dair tek muradı hükümete veya polis içindeki şu ya da bu gruba yönelik eleştirileri bertaraf etmek olan gazeteciliğe karşı durmaya da evet. Hrant Dink’in seslenmek, dokunmak için çaba gösterdiği muhafazakâr kesimin onu sahiplenmekte neden bu kadar isteksiz kaldığını, neden sadece bireysel vicdani duruşlarla yetinildiğini sorgulamaya da evet.

Evet, artık seküler aydın hegemonyasını kırmış olan, kendi iktidar ve yaşam alanına sahip muhafazakâr kesimin, toplum vicdanında bu kadar derin yara açmış bir cinayetin aydınlatılması için neden kılını kıpırdatmadığının bir açıklaması olmalı. Siyasi çıkar hesabı mı? İçselleştirilmiş milliyetçilik mi? Bir Ermeni’yle yan yana gelmek istemeyen zihniyet mi? Bilinçaltı mı? Bunu sorgulaması gereken, öncelikle, akıl, izan ve vicdan sahibi dindarlar olmalı. Bu muhasebenin sorumluluğu, her eylemlerine Müslüman örgütleri de katmak için çaba gösteren Hrant’ın Arkadaşları’nın sırtına yüklenemez.

Agos olarak, bu hafta, haklarındaki eleştirileri bir de kendilerine sormak, bu beş yılı nasıl yaşadıklarını anlamak için Hrant’ın Arkadaşları’yla bir söyleşi yapmak istedik. Bugüne kadar bir kolektif olarak hareket ettiklerini, birey olarak öne çıkmadıklarını, bu tavrı sürdürmek istediklerini söyleyerek, bu talebimizi geri çevirdiler. Yürüyen tartışmanın gündemi saptıran bir yere doğru evrildiğini, oysa asıl mücadelenin, hâlâ başlamamış olan Hrant Dink cinayeti davası olduğunu özellikle vurguladılar. Onlar, polemiklerle vakit kaybetmektense, yargının ve siyasi iktidarın yapması gerekenleri gündeme taşımak istiyorlar ve bu tutumlarında da son derece haklılar.

Hrant Dink cinayetinin aydınlatılması, sorumluların yargı önüne çıkması, bu cinayeti mümkün kılan siyasi ortamın ilelebet ortadan kaldırılması mücadelesine el vermek, bu ülkede, ister sağda, ister solda olsun, demokrat olmanın gereği. Bu mücadeleden kendi siyasi gündemine kazanç devşirme hesabı yapmak ise hiç de ahlaklı değil. ‹ster sağda olsun, ister solda…