OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

‘Türkiye düşmanlığı’

 

ABD Senatosu’nda, Türkiye devletine ülkesindeki kiliseleri koruması, ibadet yerlerini hak sahiplerine iade etmesi ve dini ayrımcılığa son vermesi çağrısında bulunan bir tasarı verilmiş. Peki, Milliyet’in internet sitesi bunu nasıl sunuyor? Anasayfadaki haberin spotu şöyle: ‘Yine... Türkiye düşmanlığı’. Tıkladığınızda açılan haberin başlığı ise ‘ABD Senatosu’nda Türkiye karşıtı tasarı’. Yahu, bu Amerikalılar çok hain, çok oyunbozan adamlar. Ağız tadıyla bir kilise bile yıktırmıyorlar insana. Halbuki ne güzel canımızın istediği kiliseyi yıkıyor, istersek ahır, daha olmadı sinema yapıyorduk. Ne olacak canım, maksat vatandaşın işi görülsün.

Şakaya vuruyoruz ama bu durum, bu zihniyet aslında çok ciddi bir sorun. Ülkenin ırkçılık, ayrımcılık sorununun çözümü, önündeki en büyük engellerden biri. Birileri çıkıp sana başkalarının haklarına, özgürlüklerine saygı duymanı söylüyor, sen bunu düşmanlık olarak algılıyorsun. Bu nasıl bir düşünme şekli? Normal mi, sağlıklı mı? Türkiye’de bir şeylerin yanlış gittiğini söyleyen herkes Türk düşmanlığı mı yapıyor? Bir de böyle durumlarda hemen öne sürülen “Onlar kendine baksın” argümanı var. Nitekim, bu haberin altına yorum yazanlardan biri “Siz katlettiğiniz Kızılderililerden bir çöp bıraktınız mı geriye?” diye soruyor. Amerika Birleşik Devletleri’nin Kızılderililere tarihin en kapsamlı ve acımasız soykırımlarından birini yaptığına hiç şüphe yok. Peki nasıl oluyor da bu bize, ülkemizdeki farklı dinlerin mensuplarına ve ibadethanelerine canımızın istediğini yapma hakkı veriyor? Amerika Kızılderililere soykırım yaptıysa Türkiye’de de kiliseler yıkılabilir, Hıristiyanlar boğazlanabilir, öyle mi? Arada nasıl bir mantık ve meşruiyet ilişkisi kuruluyor, anlamak mümkün değil. Ve tabii ki bunlar ‘münferit’ değil (anladınız siz onu). Ülkemizin genel insan profili böyle: ayrımcı, herhangi bir bakımdan kendine benzemeyene karşı kinci (yani ‘kininin sahibi’), dünyanın kendi milli kimliği etrafında ve o kimlik için dönmesi gerektiğine inanan, herkesi kendine düşman gördüğü için herkese düşman. Milliyetçilik zehiri kılcal damarlara kadar yayılmış. İşte Milli Eğitim’in 90 yıldır yetiştirdiği insanlar, gurur duyabilirsiniz.

Yukarıdaki örneğin gösterdiği gibi, bu zihniyetin beslenmesinde, canlı tutulmasında medyanın rolü çok büyük. Televizyon ve gazeteler olayları ele alma ve sunma biçimleriyle, kullandıkları dille, bu ayrımcı, saldırgan milliyetçi ideolojiyi destekliyor, büyütüyor, onun devamını sağlıyorlar. Medyayla bu ideloji arasındaki bu ilişki tavuk-yumurta ilişkisi gibi; hangisin hangisini doğurduğunu söylemek mümkün değil ama birbirlerini besledikleri aşikâr. www.nefretsoylemi.org medyada çıkan bu tür yorumların bir listesini yapıyor. O liste o kadar uzun ki insan umutsuzluğa kapılıyor. Üstelik bu liste daha ziyade köşe yazılarını içeriyor; haberlere daha ayrıntılı bakılsa liste daha da uzayıp gidecek. “Bu durumun düzeltilmesi için ne yapılması gerekiyor?” diye düşündüğümüzde, akla muhabir ve editörlerin ciddi bir ayrımcılık eğitiminden geçirilmesi geliyor. Ayrıca, meslek içi etik denetim mekanizmasının da bir şekilde etkin hale getirilmesi şart. Tabii, bunun için gazeteci milleti arasında buna dair yaygın bir rahatsızlık olması lazım ki, bu var mı emin değilim. Ayrıca, bir kısım gazete var ki, onlar için bu yaptıkları gayet ‘normal’ ve ‘doğru’ olduğu için eğitim almak akıllarından dahi geçmez. Bu noktada da ülkenin nefret söylemi ve suçuna dair yasal mevzuata olan ihtiyacı bir kere daha ortaya çıkıyor.

Hükümet de, “Ayrımcılığı ve nefret dilini ortadan kaldırmak için neler yapabilirim?” diye düşüneceği yerde, son zamanlarda gerek Başbakan’ın, gerek içişleri bakanının ağzından bu yangına odun atıyor. Eğer planları milliyetçi dalgayı yükselterek, buradan çıkacak ‘aktivizm’i 1915 gibi meselelerde bir manivela gibi kullanmaksa, bilsinler ki çok tehlikeli bir dalgada sörf yapmaya kalkıyorlar. Tarih bunun örnekleriyle dolu. 6-7 Eylül olaylarından sonra İstiklal Caddesi’nin halini gören Celal Bayar’ın, etrafındakilere “Abarttık galiba” dediği söylenir. Siz siz olun, fazla abartmayın.