ROBER KOPTAŞ

Rober Koptaş

HAYAT OLDUĞU GİBİ

Miroğlu ve İlter’e reva görülen


Orhan Miroğlu 17 Mart tarihli Taraf yazısında, son 19 Ocak anmasında uğradığı sözlü saldırıları anlattı. Çok üzücü, insanın yüreğini burkan bir yazıydı. Hrant Dink’i anmak üzere Agos’un önüne yürüyen bir aydının, Hrant Dink’i anmak üzere Agos’un önüne yürüyen birileri tarafından, sırf başka konularda kendilerinden farklı düşünüyor diye hakarete uğraması, Türkiye’nin içinde bulunduğu derin ayrışmanın yürek yakıcı örneklerinden biri.

Miroğlu’nun ardından Balçiçek İlter de, 20 Mart’ta Habertürk’te, aynı yürüyüş sırasında kendisinin de, referandumda Evet dediği için sataşmalara maruz kaldığını yazdı.

Demek oluyor ki, benzer çokça hikâye var ve demek oluyor ki, 19 Ocak anmasında hiç değilse bir grup insan, kendisinden farklı siyasi tutum takınan insanlara hakaret etmeyi, onları taciz etmeyi kendine hak görmüş.

Böylelerine en başta söylenmesi gereken şey, Hrant Dink’i zerre kadar anlamamış oldukları. Açıklık, diyalog, karşısındakini dinleme, tüm toplumsal kesimlerle sınırsız temas arayışının timsali olan bir adamın ölüm yıldönümünde, Orhan Miroğlu’nu sinirden ağlama noktasına getirecek, Balçiçek İlter’i taciz edecek kadar gözü dönmüş olanlara, solcu da, demokrat da denmez. İnsan denilebilir mi, ondan da pek emin değilim.

Bu elbette ki, Hrant’ın Arkadaşları grubuyla ilgili bir sorun değil; onları tenzih ederek söylüyorum, ama demek ki ortada büyük bir yanlış var. Demokratik tartışma yerine şiddetin, diyalog yerine sataşmanın hâkim olduğu bir yerde Hrant Dink anılmaz. Bu durumda, 19 Ocak’ta toplanan insanların çoğunluğunu oluşturan sosyalist solun ve Kürt hareketinin kendine dönüp, “Beraber yürüdüğüm insanlara hakaret ederek ne yapmaya çalışıyorum?” diye sorması gerekir. Bu sadece 19 Ocak meselesi değil, Türkiye’de bir arada yaşamayı becerip beceremeyeceğimizle de ilgili bir soru.

Miroğlu’ndan, İlter’den ve 19 Ocak’ta benzer duygular yaşayan başkalarından kendi payıma, özür dilerim. Evet, kavgalarımızdan biri de, birlikte, yan yana, birbirimizi ezmeden durabilme kavgasıdır. Ne yazık ki, bu en basit melekeyi bile kaybetmişiz ve belli ki onu bulmak için daha kırk fırın ekmek yememiz lazım. 

(Agos, 24 Mart 2012)