ROBER KOPTAŞ

Rober Koptaş

HAYAT OLDUĞU GİBİ

Okul meselemiz

Dört haftadır, Türkiye Ermeni toplumunun güncel sorunlarını tartışıyoruz. Bu hafta, eğitim alanındaki meselelerle devam edelim.

Ermeniler, 20. yüzyılın başlarında Osmanlı  topraklarında yaklaşık 1000 okula sahipti ve bu okullarda 110 bin öğrenci okuyordu. Bu rakama Protestan ve Katolik okullarında öğrenim gören Ermeni öğrenciler dahil değildi. Cumhuriyet dönemiyle birlikte ise, Anadolu’daki tüm Ermeni okulları kapandı, sadece İstanbul’daki okullara dokunulmadı. Ancak giderek artan göç, yetişmiş öğretmen ve materyal yokluğu gibi etkenlerle, hem açık olan okul sayısı, hem de öğrenci sayısı günden güne azaldı. 1972’de 6000 kadar öğrenci öğrenim gördüğü Ermeni okullarında bugünkü öğrenci sayısı 3000’e düşmüş durumda. 40 yılda yarı yarıya azalma var. Bugün velilerin önemli bir bölümü, ortaöğretim için çocuklarını özel okullara göndermeyi tercih ediyor. Bunda üniversite sınavında başarı, dil öğrenimi gibi gerekçeler rol oynuyor ama bir de gerçek var ki, tercih edilen okulların pek çoğu öyle çok matah bir düzeye de sahip değiller.

Beri yandan, 28 Şubat post modern darbesinin sekiz yıllık kesintisiz eğitim dayatması da Ermeni okullarının kan kaybetmesine neden oldu. Şimdi önümüzde 4+4+4 sistemi var ve görünen o ki, eğitim yapbozunun bu yeni hali de Ermeni okulları için hayırlara vesile olmayacak.

Türkiye’deki azınlık okullarında devlet baskısı her zaman en önemli sorun olmuştur. Son on yılda bu açıdan bazı olumlu değişiklikler yaşansa da, durum yapısal-yasal bir çözüme kavuşmuş değil. Okullara hâlâ, sanki Ermeniler, Rumlar, Yahudiler Türkiye vatandaşı değilmiş gibi Türk müdür başyardımcıları atanıyor ve denetleme görevini yerine getiriyorlar. Hâlâ, Türkçe, Tarih, Coğrafya gibi ‘kritik’ dersleri, Milli Eğitim tarafından atanan ‘Türk’ öğretmenler veriyor. Hâlâ, düzenlenen etkinlikler, okula girip çıkanlar sıkı kontrol altında. Böyle bir ortamda özgür bir şekilde eğitim vermek mümkün değil. Ayrıca, azınlık okulları, bu tip özel baskıların yanı sıra, Türkiye’deki tüm eğitim sistemini şekillendiren ideolojik dayatmalar tarafından da kuşatılıyorlar.

Ancak, Ermeni okullarının tek sorunu devlet kaynaklı değil. Toplum içi örgütlenme ve organizasyon yokluğunun belki en yoğun hissedildiği alanlardan biri de okullar. Geçmişte, Ermeni Nizamnamesi’nin yürürlükte olduğu zamanlarda, Tedrisat Komisyonu, eğitim meselelerinin merkezi planlanmasını yapıyordu. Bu kurum, öğretmen yetiştirilmesi, ders malzemelerinin üretimi ve denetimi, merkezi sınavların yapılması, diplomaların düzenlenmesi gibi pek çok konuda yetki ve sorumluluk sahibiydi.

Haliyle, tek görevi eğitimin kalitesi ve etkinliği olan bu komisyonun, imparatorluk sathına yayılmış Ermeni okullarının tamamı üzerinde etkili olması kolay değildi. Ancak bu boşluğu da, özellikle 1880’lerden sonra, misyoner okullarıyla rekabet amacıyla kurulmaya başlayan, Tıbrotsarits (Okulperverler), Parekordzagan (Hayırseverler) gibi eğitime katkıda bulunmayı amaçlayan iyi örgütlenmiş dernekler dolduruyordu. Söylemeye gerek dahi yok, 1915’te yaşanan soykırım, başka bir sürü şeyin yanı sıra, bütün bu yapıyı da ortadan kaldırdı.

Son yıllarda bazı girişimlerle kan kaybının durdurulması için çaba gösterilse de, Ermeni okulları bugün geçmişteki gibi bir planlamaya sahip değiller. Anadilde ders materyali konusunda büyük bir eksiklik var. Onlarca yıllık gerilemeyi tersine çevirmek kolay değil. Bu role talip olabilecek Öğretmenler Vakfı oldukça hantal bir yapıda. VADİP bünyesinde kurulan Eğitim Komisyonu ise şu ana kadar elle tutulur bir sonuç doğurmadı.

18 okulda öğrenim gören 3000 öğrenci, aslına bakarsanız, büyükçe bir kampüste toplanabilecek kadar çocuk demek. Yani aslında, idari açıdan altından kalkılması zor bir durum yok. Sağlam bir bütçeyle, bütün okullara dair planlama ve yönetsel mekanizmalar oluşturulabilir; üstelik çocukların ücretsiz okuması da sağlanabilir. Mesele, bunun böyle olmasını sağlayacak istek, irade ve pratikliğe sahip olmakta.

Bütün vakıfların bütçesine katkı yaptığı, merkezi bütçenin seçilmiş bir yönetim kurulu tarafından yönetildiği, eğitim faaliyetlerinden uzman bir heyetin sorumlu olduğu bir ‘Ermeni Okulları Birliği’ kurmak hiç de zor değil. Bunu gerçekleştirmek için esasen tek engel zihnimizdeki sınırlar.

Ama hep kötülerden söz edip moral bozmayalım. Neyse ki eğitim alanında iyi örnekler de var. Örneğin Karagözyan Yetimhanesi bünyesinde kurulan Anaokulu, özellikle çocukların anadil öğretimi ve temel eğitimi konusunda büyük başarı kazanıyor. Yıllarca özel eğitim kurumlarında deneyim kazandıktan sonra bu birikimini bir Ermeni okulu için kullanmak üzere Karagözyan’da çalışmaya başlayan Arusyak Koç Monnet, çok değerli bir hizmette bulunuyor.

Bu güzel örneğin gösterdiği yol, ilk ve ortaöğretim için de durumun aslında sanıldığı kadar vahim olmadığını, kısa, orta ve uzun vadede alınabilecek tedbirlerle, Ermeni okullarının çok daha iyi bir düzeye gelebileceğini gösteriyor.

Haftaya: Okullara devam

Farklı ritmler

Ermeniler adalet için sabırsız. Haklılar, bir asırdır, uğradıkları haksızlığın Türkiye tarafından tanınmasını bekliyorlar. 100. yıl yaklaşırken, artık mutlaka, hasretle bekledikleri o günü bir an önce görmek, yaşamak istiyorlar.

Türkler ise rahat. Haklı olduklarını, asıl haksızlığa uğrayanın kendileri olduğunu düşünüyor, Ermeni soykırımının bir yalan olduğuna inanıyorlar.

Yazgıları birbirine bağlanmış iki halkın geçmişe ve geleceği ilişkin derin uyuşmazlığı ne kadar da hazin. Bir tarafta isyan, sabırsızlık, öfke, diğer tarafta yine öfke, aşırı özgüven, hoyratlık. Bir sorunun çözümü için olmaması gereken ne varsa bir arada.

2015’e giderken gerilimin daha yükseğe çıkması kaçınılmaz. 100. yılda barış ve çözüm yerine daha fazla gerilim ve daha fazla düşmanlıkla karşılaşabiliriz. Yani her şey şimdi olduğundan daha da kötüye gidebilir.

Tabii bizler bu kötümser senaryoya karşı koymazsak. Karşı tarafın neyi, neden, nasıl düşündüğünü anlamaya çalışmazsak, sadece kendi haklılığımızı ispatlamaya gayret edersek, durduğumuz yerde siper kazmaktan fazlasını yapmış olmayacağız.

Farkına varmamız gereken şeylerden biri, Ermenilerin zamanıyla Türklerin zamanının farklı olduğu. İki tarafta ritm ve zamanın akış temposu bambaşka. Bir tarafta 97 yıldır beklenen adalet, diğer tarafta son 20-30 yıldır ve çok travmatik, tepkisel bir şekilde konuşulmaya başlanan tarih.

Bu iş kolay bir iş değil. Bugünden yarına çözülmeyecek. İğneyle kuyu kazıyoruz, kazmaya da devam edeceğiz. Sabırlı olup çalışacağız. Çünkü tek bildiğimiz yol bu. Emin olun, en iyisi de bu.