BERCUHİ BERBERYAN

Bercuhi Berberyan

KAPLUMBAĞA

Dolu düşün, boş konuş

Pangaltı Lisesi’nden Yetişenler Derneği’nde, beklenmedik bir anda çıkıveren bir rüzgâra benzettiğim bir oyun izledim geçen hafta. Saçı başı dağıtan, etekleri perdeleri havalandıran, yaprak döken, çeri çöpü uçurup savuran, esip gittikten sonra “Vay canına, neydi bu yahu?” dedirten bir rüzgâra... Bu rüzgâr benzetmesinde iki mecaz var bana göre. Biri, oyunun öyle aniden patlayarak, esip geçiveren rüzgâr gibi kısa süreli olması; diğeri, konusunun, gerçekten de nice gerçeği, üzerlerindeki örtüleri havalandırmış gibi açığa çıkarması.

Oyunun adı ‘Dolu Düşün Boş Konuş’, orijinal adı ise ‘Kvetch’. Amerikan argosunda ‘mıymıntı, sürekli mızıldanan’ gibi bir anlamı varmış. Herhalde kahramanlarının, bir türlü açıkça ortaya dökülmeden kafalarının içinde mızıldanıp durarak, adeta özgüvenlerini yiyip bitiren endişeleri üzerine kurgulanmış olmasından...

Yazarı Steven Berkoff, “Bizler, yaşamın içinde yavaş yavaş hareket eden buz dağları gibiyiz, çok seyrek ya da hiçbir zaman suyun altındakini gösterip açığa vurmadan…” demiş, önde sürüp giden diyalogdan daha gerçek olup, bizi durmadan kemiren, aklımızın gerisindeki diyalogları vurgulayarak.

Hepimiz yapmaz mıyız bunu? Başka şey düşünüp başka şey söylemez miyiz? Ya da başka şey isteyip başka şey yapmaz mıyız? “Hayır” demek isterken “Evet” demez miyiz? Kibarca gülümserken, içimizden küfür ettiğimiz olmaz mı? Ölçülü bir görüntü sergilerken, üstü açılmamış fanteziler üretemez mi beynimiz? Cesur görünürken korku içinde, kendine güvenir görünürken tedirgin, nazik görünürken terbiyesiz olamaz mıyız? İnsan olarak genelde içimiz başka, dışımız başka değil midir?

Peki ya bu en gizlilerimizi, en örtbas ettiklerimizi birileri duysaydı? Ya o, yalnız kendimize itiraf edebildiklerimiz, dökülüverseydi dilimizden? Ben bunu çok sık düşünürüm. Hatırlıyorum, yazmıştım böyle bir yazı. Siz düşünmez misiniz? Karşınızdakinin düşüncelerini okuma arzusu duyduğunuz olmaz mı? Hepimizin olur. Bu arzuyu duyarken, kendi düşüncelerimizin de karşımızdaki tarafından okunabileceğini geçirsek aklımızdan bir an, dehşete kapılmaz mıyız? İşte bu oyun tam böyle bir şey.

Sıradan bir ailenin, sıradan iş arkadaşlarının, gayet sıradan olan hayatlarını yaşarken ve herkesin kendine göre bir derdi varken, her bir araya geldiklerinde, konuştuklarının genelde tam tersi olan düşündüklerini izleyiciyle paylaşmaları söz konusu. Her biri ayrı ayrı, başka şey düşünüp başka şey söylüyorlar.

Çok ilginç, çok sıradışı ve çarpıcı. Çarpıcılığı, düşüncenin sansürsüzlüğünden kaynaklanıyor. Çünkü insan sözlerini süzgeçten geçirse de düşündüklerini sansürlemek zorunda değildir. Onlar, açık, dizginsiz hatta edepsiz olabilirler. Dolayısıyla, oldukça sık ‘tu kaka’ sözler de sarfediliyor, aslında gizli olan düşünce dünyasında. E, nasılsa gizli ya...

Bu ‘tu kaka’ sözlerin çokluğu biraz rahatsız etmiş kimi izleyicileri. Hatta bu yüzden oyunun dernek sahnesine uygunluğu tartışılmış. Öyle çalındı kulağıma. Dedikodu da olabilir ama ateş olmayan yerden duman çıkmaz, demek ki az buçuk mırıldanmalar, mızıldanmalar yani ‘kvetch’ler olabilir. Ay, pek uydu, değil mi?

Bu arada, bana “Sen olsaydın bu oyunu, böylece yani hiç sansürlemeden sahneler miydin?” diye soranlar da olmadı değil. İtiraf etmeliyim ki bu kadar cesur olamayabilirdim. Çünkü yıllar önce Arto’nun gazinoda geçen bir oyununda dansöz de var diye, birileri “Karagözyan sülalesinin kemikleri titredi” demişti. En azından ‘ağzına biber sürerim haa’ neviinden sözleri biraz azaltırdım. Ne de olsa sütten dili yanan yoğurdu üfleyerek yermiş. Ama üzerinden çok yıl geçti. İnsanımız modernleşmiştir. Ayrıca bu oyunu Haluk Bilginer çevirmiş ve de Oyun Atölyesi’nde oynanmış. Bizde neden olmasın? Güzel ve zor bir oyun. Müthiş bir temposu var. Nşan Şirinyan ve Murat Sarıçoban çok iyi yönetmişler ve bizimkiler de gayet güzel oynuyorlar. Hepsi öyle başarılı ki, ayırmak mümkün değil.

Şimdi, ben tüm bunları biraz da merak edesiniz diye yazdım. Çünkü sezon sonu olduğundan yalnızca birkaç kez oynanıp kesilecek. Galası da sırf tiyatrocu dostlar ve belki de basın için olacak. Yani resmi bir galası yok ve de sonra yazsam geç olacak, belki son bir oyuna yetişirsiniz dedim. Sağ kalırsak ve sezon başında yine oynarsa, yeniden hatırlatırım; bence ne yapıp edin, izleyin. Oldukça etkileyici ve düşündürücü. Umarım rüzgâr benzetmesi oyunun süresine değil, konusuna yakışır yalnızca.