YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

‘Kadın’ üzerinden görülen hesaplar

Başbakan Erdoğan’ın Uludere’de özür dilememek adına ortaya attığı kürtaj konusu, gayet ciddiye bindi. Konuyla ilgili bir yasa hazırlanıyor, mevcut durumda 10 haftaya kadar verilen kürtaj izni dört haftaya indiriliyor. Bu, fiilen kürtajı yasaklamak demek, çünkü dört haftada hamileliğin anlaşılması bile çok zor, nerede kaldı kürtaj işlemine geçmek... AKP bu konuda hayli rahat olduğu için “gerekirse yasaklarız” aşamasına da hemen geçiverdi. Basitçe, erkeklerin toplum tasarımının kadın üzerinden görüldüğü klasik bir vaka ile karşı karşıyayız. Hiç şüphe yok , bu yeni yasaklamaya destek verecek kadınların sayısı az değildir. Ancak sonuçta kadın bedenini ilgilendiren bir durumla karşı karşıya olduğumuz muhakkak. Ve bu, üzerinde ciddi biçimde durulması gereken, büyük bir sorun. Dolayısıyla erkek/dünyevi otoritenin kadınla ilişkisine biraz daha yakından bakmak gerekiyor.

Burada iki yönelim var. İlki, dini gerekçeler. İkincisi ise dünyevi, yani kalabalık bir nüfus olma gayreti, özlemi. Bunların ikisinin de ‘erkek/dünyevi otoriteler’ tarafından tanımlandığını aklımızda tutalım. Denecektir ki, dini gerekçe nasıl dünyevi otoritenin işi oluyor? Biraz geriye gidip, kürtaj konusunu mesele eden Hıristiyan Katolik dünyanın tarihine bakmak gerekiyor. Çünkü kürtaj meselesinin telif sahibi, esasen Hıristiyan Katolik dünyasıdır. O dünya içinde oluşmuş, serpilmiş diğer dinleri de etkilemiştir. Oluşma aşaması ise kabaca Ortaçağ’a, yani Papalık otoritesi ile Avrupa’daki Hıristiyan siyasi otoritenin güç mücadelesine girdiği döneme denk gelir. Bu dönemde Katolik otoritenin, bilhassa cinsellik konusunda hayatın bütününü kapsayan, son derece mutaassıp bir baskı kurduğunu biliyoruz. Hatta ve hatta, Katolik otorite, cinsel ilişki pozisyonlarını bile kendine mesele etmiş, sadece çocuk yapma amaçlı pozisyonu meşru görerek, diğer pozisyonları mahkûm etmiştir. Meşhur ‘misyoner’ pozisyonunun ismi de buradan gelmektedir zaten; dini otorite tarafından önerilen pozisyondur. Papalık kurumu Ortaçağ’da meseleye bu kadar detaylı yaklaşıyordu yani. Konudan uzaklaşır gibi olduk ama bunlar aslında konumuzla hayli ilgili, zira sadece kadın değil insan bedeni üzerinde de dini otoritenin ne derece tahakküm kurabildiğini gösteriyor.

Ortaçağ’ın geride bırakılmasıyla Hıristiyan dini otoritenin cinsellik üzerindeki tahakkümü zayıfladıysa da, kürtaj konusu öncelikli bir mesele olarak kaldı. Mevcut durumda Katolikliğin baskın olduğu ülkelerde, bilhassa Latin Amerika ülkelerinde kürtaj üzerinde sıkı bir yasal takip var. Ancak, ABD’de ve birçok Avrupa ülkesinde, genellikle 12 haftaya kadar serbest. Tam da burada, mesela, Dünya Sağlık Örgütü’nün geçtiğimiz Ocak ayında yayımlanan bir raporuna göz atmak faydalı olabilir. Rapora göre, dünya çapında kürtaj oranı değişmese de ‘tehlikeli kürtaj’ oranında artış var. Uygun olmayan koşullarda yapılan ‘tehlikeli kürtaj’ yolunu seçen kadınlarda ciddi sağlık sorunları görülmekteymiş. İlk bakışta, bu saptama “Evet, kürtaj artıyormuş, hem de tehlikeliymiş” gibi bir algı yaratsa da, biraz detaya baktığımızda bu eğilimin asıl olarak kürtajın yasaklandığı ülkelerde görüldüğü ortaya çıkıyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün raporuna göre Afrika'daki kürtajların %97’si, Latin Amerika ülkelerindeki kürtajların da %95’i ‘tehlikeli kürtaj’ sınıfına giriyor. Aynı rapora göre, bu oran Asya’da %40’a, Okyanusya bölgesinde %15’e, Avrupa’da %9’a düşüyor. (bkz: http://www.ntvmsnbc.com/id/25315261/) Şu notu da düşelim: AİHM, 2010’da, İrlanda’daki kürtaj yasağının insan hakları ihlali olduğuna hükmetmişti.

Bu tablo bile bize şunu gösteriyor: Yasaklamak çözüm olmuyor, bilhassa da kadınların sağlığını tehlikeye atıyor. Ve Amerika’yı yeniden keşfetmiyoruz. Yıllara, yüzyıllara dayanan bir mücadele bu. Kadının kendi bedeni üzerindeki hak mücadelesi. Ve dünyevi otoritenin insan, bilhassa kadın bedeni üzerinde tahakküm kurma girişimleri. Hemen not düşmek lazım; burada tabii ki tek kıstas dini değil. Sonuçta bir canlıdan da bahsediyoruz. Bütün bu mücadele sonunda 12, hatta kimi ülkelerde 22 hafta gibi bir süre üzerinde mutabık kalındığını görüyoruz.

Bir de dünyevi otorite var tabii. Dinden, gelenekten referans alan ancak ‘kalabalık/güçlü bir nüfus’ özlemiyle bu kürtaj sularına girenler de var. Erdoğan’ınki hem ilk örneğe, hem de bu örneğe uyuyor. Burada da hedef, kalabalıklaşarak güçlü devletler ligine girmek ve orada etkin olmak olarak sunuluyor topluma. Bunun için de, her ailenin üç çocuk yapması isteniyor. Zaten sezaryen doğuma da bunun için karşı çıkıyor Erdoğan. Çünkü sezaryende en fazla iki doğum yapılabiliyormuş. Çok açık: Siyasi, üstelik de doğruluğu hayli su götürür bir siyasi hedef uğruna yine kadınları nesneleştiren bir bakış açısı var burada. Üstelik, dünyevi otorite, burada da aynı –dünyevileşmiş– dini otorite gibi tüm toplumu kapsama iddiasında, yani kimse bu hedeften kendini muaf tutamamakta. Dolayısıyla burada iki kere meselemiz var. Hem otoriter bir şef, hem bu otoriteyi seven, o gür sesten rahatsız olmayan bir toplum, hem de bütün bu siyasi hesapların ortasında sıkışıp kalan kadın.

Son olarak da ailevi otoriteye bakmak gerek. Çünkü kürtaj, aynı zamanda, kadını kocasına karşı koruyan bir kalkandır. Öyledir, çünkü kadın hareketinin ve haklarının güçlü olmadığı toplumlarda erkek, kadını bir çocuk doğurma makinesi gibi görebilmekte. İlle böyle bir toplum olması da şart değil; her türlü ikili ilişkide denge çoğu zaman kadının aleyhine işliyor. Ve böylesi durumlarda kadın hem dini, hem dünyevi, hem de evdeki otoritenin altında, üç kat eziliyor. Dolayısıyla meselemiz, herhangi bir meseleden üç kat daha ciddi.