KONUK YAZAR

Bu bölümde internete özel konuk yazarlarımızdan ve okurlarımızdan gelen yazıları yayımlıyoruz. Bu köşede yer almasını istediğiniz yazıları çekinmeden yollayın. Burası sizin pencereniz...

“Her kürtaj bir Uludere’dir”: Yasaklı günlerden bir kürtaj hikâyesi

 

Münevver Eminoğlu 
munoglu@gmail.com
 
 
Kürtaj olduğumda 22 yaşındaydım. Üniversite mezunuydum, evliydim, bütün doğum kontrol
yöntemlerini biliyor ve uyguluyordum. Buna rağmen gebe kaldım. Ancak bu çocuğu doğurmaya
hazır değildim. Bakamayacağım, param olmadığı, aklım olmadığı, babasız olduğu, tecavüze
uğradığım, sakat doğacağı için filan değil; sadece fikren hazır olmadığım, hayatta çocuksuz
olarak yapmam gereken çok şey olduğunu zannettiğim, zaten kendimi pek de anne yerine
koyamadığım, yani çocuğu istemediğim için... Bu gebelik bitmeliydi. Dünyanın en kolay
kararıydı benim için, bir an bile tereddüt etmedim. Kocam da benim gibi düşünüyordu. Yani
bizim cephemizde bir sorun yoktu.
 
Sorun kürtajın yasak olmasındaydı.
 
Bu gebelikten kurtulmak için kürtaj yapan bir doktor bulmakta, o doktorun bu işi illegal
yapabilmek için uygulamak zorunda olduğu fiziki ve maddi koşullarında, bizim bu koşulları
yerine getirecek maddi ve manevi gücü bulabilmemizdeydi sorun. Ancak, elbet hepimiz
biliyoruz, kadın bir kez karar verdi mi kendi bedeni hakkında, hele kocasının da kendisiyle
hemfikir olması gibi bir lüksü de varsa, kapalı kapı yoktur, herşey yaplabilir, göze alınabilir,
denenir...
 
Denendi nitekim.
 
Kürtaj yapan bir doktor bulundu. Kod isimlerle randevu alındı. 80'lerin Ankarası'nda ,
Maltepe'nin ara sokaklarındaki köhne bir binaya küçük bir kapıdan girildi, koca ve en yakın
kadın arkadaşla. Dar, uzun, dik, karanlık bir merdiven... Merdivenin sonunda, detaylarını çıkar
çıkmaz unuttuğum üç saat... Üç saatin sonunda, çok şükür ki yürüyerek indiğim merdiven,
o küçük kapıdan çıktıktan yaşadığım ferahlama... hayır, gebelikten kurtulmanın ferahlığı
değil yaşadığım.... ben o çocuktan ne yapar ne eder kurtulurdum, “benim bedenim benim
kararım” bilinci şükür ki 30 sene önce de vardı. Bu ferahlama kendimi hırsız gibi, tecavüzcü
gibi, kamu haklarını ihlal eden, suçlu biri gibi görmek zorunda kaldığım 3 saatin bitmesinin
ferahlamasıydı.
 
22 yaşındaydım, kadın olmuştum, anne olmak istemiyordum; iki düğün bileziğ bozdurarak
ödediğimiz 'kürtaj yapan doktor' ücretinin yanında, çok daha ağır gelen bu üç saati
yaşayarak “benim bedenim, benim kararım”ın bedelini ödedim. Keşke 'parasıyla değil mi?'
kadar kolay olabiliseydi... Beni o köhne binanın karanlık merdivenlerini tırmanmak zorunda
bırakan, yetmiyormuş gibi kendimi suçlu hissettiren her şeyden hâlâ nefret ediyorum.
 
Bu üç saatin başında, ortasında, sonunda kendimi asla bir cani gibi görmedim,
vicdanımla herhangi bir derdim olmadı. Ama o üç saatin her anını, her hücremle bir Roboski
köylüsü/kaçakçısı gibi yaşadım. Tedirgin, korkak, suçlu.... “Mayından kurtuldum ama ya heron’a
yakalanırsam?”ı bekleyen; aklı ve bedeniyle var olabilmek için bu yolu katetmek zorunda olan
Roboskili oldum.
 

Her Kürtaj bir Uludere

 
Tabii ki Başbakan’ın “Her kürtaj bir Uluderedir” vecizi söyletiyor bana bunu. Erdoğan'ın
bu incisi bende maksadıını şaşırdı. Evet, yasak olduğu sürece sürece “her kürtaj bir uludere”
yaşatır... göze alırsın, yürür gidersin, ya mayına denk gelirsin ya herona.... hiç fark etmez, ikisi 
de yüreğinin en derininde patlar.
 
Beden, rahim, çocuk kadınındır, derisi lâf-ı güzâftır. Kadın kendini öldürme pahasına o yolu
yürür. Devletin burada hiç işi olmaz, ona düşen gerektiğinde ucuz ve sağlıklı kürtaj koşullarını
hazırlamaktır önce; sonra da doğum kontrolü öğretmek, yaygın eğitim vermek, enseste, tecavüze
mani olmak, gerektiği gibi cezalandırmak. O kadar. Ben, vakti gelince, bile isteye, güle oynaya
anne oldum, bütün anneler gibi en mutlu anne oldum. Ama vakitsiz anne olmamak için yaşamak
zorunda kaldığım her şey, 30 yıl sonra yeniden gündeme gelince böyle, içim acıdı. Paylaşmak
istedim.