VAHAKN KEŞİŞYAN

Vahakn Keşişyan

BM’nin Suriye’deki sonu

16 Haziran Cumartesi sabahı Birleşmiş Milletler üyeleri Şam’dan Beyrut’a vardıklarında örgütün Suriye’deki işlevinin bittiğinden henüz kimsenin haberi yoktu. Örgüt üyeleri bir süre alışveriş yapıp, şehirde gezdiler. Akşamüzeri yaygın şiddet eylemlerinden ötürü BM’nin Suriye’deki faaliyetlerini durdurduğu açıklandığında ise çoğunluğu zaten Beyrut’u terk etmişti. Kalanlardan birine gidişat ile ilgili görüşü sorulduğunda “Büyük devletler karar verecek” diye cevapladı. Bir başkasının “Peki sizin rolünüz nedir?” sorusuna gelen yanıt daha da çarpıcı idi. “Bizim hiçbir rolümüz yoktu ki.”

Suriye’deki iktidarın uluslararası alanda meşruiyetinin yegâne ümidi olarak son dakikaya kadar sıkı sıkıya sarıldığı Annan planı resmen çökmüş durumda. Bu çöküşten ve askeri müdahale ihtimalinin açıkça konuşulmasından sonra BM’nin varlığına gerek mi vardı? Oysa demokrasi isteyen Suriye halkı Birleşmiş Milletler’in en çok bu işlevine bel bağlamıştı. Diğer yandan, Suriye’nin bombalanmasını isteyenler ilk günden beri BM’nin varlığını gereksiz bir zaman kaybı ya da iktidara sunulan bir fırsat olarak görmüşlerdi.

1950’lerde İran başbakanı Musaddak ülkenin petrol kaynaklarını millileştirerek Amerika’nın emperyal ve diktatöryal baskılarından kurtulmaya çalışıyordu. Amerikan gizli servisleri askeri bir darbe hazırlayarak hükümeti devirdiler ve ülkelerine petrol akışına uygun koşullar yarattılar. Oysa bugün, yaklaşık yarım yüzyıl sonra benzer bir emperyalist harekât planının ne olduğu anlaşıldı: Önce söz konusu ülkede aşırılıklar ve sonra da barışa giden çıkmaz yollar.

Tüm sorun Amerika değil şüphesiz. Suudi Arabistan’ın ve Türkiye’nin de İran’a karşı konumlarını güçlendirme anlamında çıkarları örtüşüyor. Bu bağlamda da din ve mezhep sömürüsü yapmaktalar. Duyumlara göre Lübnan’daki Suudi Arabistan elçiliği bir yıl içerisinde Lübnan’ın değişik bölgelerinde silahlı Selefi birlikleri oluşturmayı başardı ve bunları Suriye’ye gönderme gücüne de sahip. Selefilik Suudi Vahabiliğinin aşırı bir kolu, Vahabilik ise Suudi Arabistan’ın resmi dini. Mezhep, adını Muhammed Abdül Vahab’dan alıyor. Bu dini önderin fikirlerinden ötürü El Suud ailesi dünyada iktidardaki ailenin adı ile anılan yegâne devleti yaratabildi.

Suriye halkı içinde özgürlükçü taleplere her zaman rastlanmıştır.  Kırk yıl boyunca yazarlar, sanatçılar, aydınlar, sivil toplum örgütü yöneticileri ülkedeki yaygın polis devletine ve onu çevreleyen kitlelere rağmen Suriye’de asgari düzeyde olsa bile bir platform oluşturmayı başarmışlardır. 500 tirajla da olsa gazete yayınlamış, 20 izleyici ile de olsa tiyatro piyesi sahnelemişlerdir. Yasaklanmışlardır, hapsedilmiş, sürgün edilmişlerdir ama yılmadan Suriye’nin özgürlüğü için çalışmışlardır. Bu insanlar bugünkü ihtilalden en çok mağdur olanlar. BM’nin varlığını arzulayanlar onlardı. Ne kadar da sembolik olsa, o varlığın insani bir kalkan olacağını düşünüyorlardı. Şimdi BM’nin yokluğunda Suriye kendi kaderi ile baş başa kalmıştır ve her şey olabilir. Hava saldırısı mı, mümkün. İç savaş mı, zaten yol almakta. Suriye üzerinden bir Suudi-İran çatışması mı, insanlar zaten alıştılar.

Belki de mevcut hükümet gerçekten gitmeli. Ancak mevcut koşullarda kendisi istese dahi böyle bir kararı tek başına alamaz. Zira dış ülkelerin yöneticileri ile de bağımlı. Keza muhalefet de kendi başına savaşı durdurma kararı alamaz. Zira her ikisi de bağımsızlığını kaybetmiş, oyunu oynayanlar tarafından hareket ettirilen bebeklere benziyorlar. İkisi için de geri dönüş yok. İkisi de ölümcül kavgaya tutuştular. BM’nin bırakıp kaçtığı bu yaygın şiddet sarmalının içinde değişime, adalet mücadelesine ve insan haklarına inanan insanlar kaldık. O insanların devrimi silahlı kiralık mücahitler tarafında çalındı. Yoksa onların ücretini ödeyenlerle BM’nin ücretini ödeyenler aynı kişiler miydi?