OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

‘Yetmez ama evet’ takıntısı

AKP hükümetinin çok fena bir biçimde yalpalamaya başladığı, hatta baş aşağı gittiği, ülke idaresinde kadim devletçi, baskıcı, astığı astık kestiği kestik bir tutum takındığı, sır değil. Nitekim gerek sosyal medyada, gerek yazılı basında birçok kişi bunu yazıyor ve eleştiriyor. Zaten hükümet de halihazırdaki iç ve dış ‘performans’ıyla eleştiriyi fazlasıyla hak ediyor. Yalnız, bu profesyonel ve amatör yazarların bir bölümü, hükümeti eleştirmekle yetin(e)meyerek, çoktan kabak tadı veren bir yaklaşımla, kendilerince AKP destekçisi olarak gördükleri ‘yetmez ama evet’çilerden de hırslarını almaya çalışıyorlar. Bu sığ mantığın –daha doğrusu mantıksızlığın– çalışma şekli basit: Bugün yanlış giden, yanlış yapılan ne varsa dönüp anayasa referandumuna bağlamak ve ‘evet’ diyenlere hesabını sormak. Kimse, itiraz edilen konunun o referandumla bir ilgisi var mı diye düşünme gereği duymuyor. Örneğin, üçüncü yargı paketinden yararlanarak tahliye edilen bir katil, --burada yazamayacağım birçok başka sıfatın da sahibi) olmasının yanı sıra– anlaşılan muhakeme yeteneği hasarlı bir zat, “Referandumda evet oyu verenlere teşekkür ederim” dedi; birileri de, “Saçmalamış” deyip geçecekleri yerde, böyle bir adamın lafının üstüne atlayıp ‘yetmez ama evet’çilere ‘çakmak’ için fırsat belledi. Söz konusu yargı paketine, ‘el çabukluğu marifet’, son dakikada eklenen bir hükümle 12 Eylül referandumunun ne ilgisi var? Referanduma sunulan hangi madde buna yol açtı? O referandum olmasaydı bu paket çıkamaz mıydı?

Benzer başka bir örnek, geçen Pazar Santralistanbul’da düzenlenen müzik festivalinde, baskılar sonucu içki satışının iptal edilmesi üzerine yaşandı. Baskıların bu şekilde sonuç vermesi, yani özgürlüklerin kısıtlanması kabul edilemez, insanı isyan ettiren bir durum, buna karşı direnmeli. Gelgelelim, sosyal medyada bu durum karşısında gene kabahati ‘yetmez ama evet’çilere yüklemeye çalışanlar oldu. El insaf! İstanbul trafiğinin hesabını da ‘yetmez ama evet’çilere sormaları yakındır.

Bir kere daha anlatmaya çalışalım. AKP hükümetleri ilk dönemlerinde ülkenin özgürlük alanını genişleten söylem ve icraatlarda bulundular ve desteklendiler. Bir insan “Bu ülkede Kürt sorunu vardır” veya “Geçmişte azınlıklara karşı faşizan uygulamalara gidilmiştir” dediğinde desteklenir. Aynı insan çıkıp, “Artık Kürt sorunu kalmamıştır” veya “Her kürtaj bir Uludere’dir” gibi laflar ederse, o zaman da ona karşı çıkılır. Bu kadar basit. Burada bir çelişki varsa sözlerin sahibine aittir, başkasına değil.

Özgürlük mücadelesi bir bütündür. Bazı özgürlüklerin hayata geçmesi, yaşanması için mücadele verip başka özgürlükleri görmezden gelmek olmaz. Yani, başörtülü öğrenci başörtüsüyle üniversiteye gitmek istediğinde başörtülünün, bir diğeri müzik festivalinde içki içmek istediğinde de onun, anadilinde eğitim almak isteyen berikinin yanında yer alacaksın. Bunda hiçbir tutarsızlık yok. Kemalist zihniyetle büyümüş, yarı-okumuş orta sınıflar ise kendi şu veya bu özgürlükleri kısıtlandığında –haklı olarak– feveran ediyorlar ama sıra dindarın, Kürt’ün, Ermeni’nin hakkına geldiği zaman tık yok. Tabii, aynı kesimin simetriği, dindarlar içinde de mevcut. Onlar da başörtüsü hakkı veya imam-hatipler için mücadele ederler ama gayrimüslime ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapmakta, hatta onlara hakaret etmekte (bkz. Habervaktim, Akit vs.) bir beis görmezler (İslam’ı referans almış kitlenin içinde, kendisinden farklı olanın hakkını savumaya gayret eden bir kesim var; onları bütün kalbimle tenzih ederim). Kimse kusura bakmasın, bu manzara-ı umumiye ve gidişat içinde pozisyonu en sağlam ve tutarlı olanlar, ‘yetmez ama evet’çilerdir.

Bazılarının anlamak istemediği şu: Kimse AKP’yi, ‘demokrasi havarisi’ veya AKP yöneticileri ‘demokrasi aşığı mübarek insanlar’ olduğu için desteklemedi; söyledikleri ve yaptıkları siyaset ve söz söyleme alanını genişlettiği için destekledi. Tabii, genişleyen bu alanda ülkenin sosyolojik bir gerçeği olan muhafazakârlığın ve dindarlığın sesi ve görünürlüğünün artması da beklenen, hatta kaçınılmaz bir durumdu(r). Özgürlüklerin genişlemesiyle görünür olan bu akımların kendilerinin özgürlükçü ve demokrasiyi sindirmiş olmamaları, demokrasinin bilinen bir ikilemidir. Ama bu ikilem, demokrasiden vazgeçilmesini hiçbir zaman gerektirmez. Eskiden bu tip akımların kontrolünü, aslında kendisi de muhafazakâr olan orduya havale etmiştik; İslamcıları gerektiği zaman gerektiği kadar onlar korkutuyordu, biz de rahatça arkamıza yaslanıyorduk. Bugün yapılması gereken ise, demokrasinin kurum ve kuralları içinde herkesin inandığı fikrin mücadelesini vermesidir. Onun için, hepimizin enerjisini boşa harcatan ‘yetmez ama evet’ (veya ‘liboş’) takıntısını bir kenara bırakın, hükümeti hak ettiği biçimde etkili eleştirebilmek için, temelinde ilkokul Kemalizminin değil bütünlüklü bir özgürlük anlayışının yattığı bir muhalafet geliştirin. ‘Yetmez ama evet’çiler sizi aralarında görmekten memnun olacaklardır.