YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Sopa mesajsa, mesaj ne?

Bu konuya hiç girmeyecektim aslında. O kadar didiklendi, çiğnendi ki. ABD Başkanı Obama’nın Başbakan Erdoğan ile konuşurken elinde tuttuğu beyzbol sopasından bahsediyorum. Bildiğiniz gibi memleketteki yaygın görüşe göre hükümette kim olursa olsun Türkiye ABD’nin bir nevi uydusudur. ABD başkanları da Türkiye’ye istedikleri zaman emir ve talimatlarını iletirler. Ve –genişçe bir kesime göre– AKP tastamam ABD’nin emrinde olduğundan, Obama mesajını artık açıkça verme pervasızlığı göstermiştir. Türkiye-ABD ilişkilerindeki mevcut ve tarihi denklem hayli problemli olmakla birlikte sopa fotoğrafında ben böyle bir mesaj okumasam da, akıntıya karşı yüzmenin faydasız olacağını bildiğimden ses çıkarmadım Fakat son olarak CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce “Obama o sopa ile ‘kafanızı kırarım’ mesajı verdi” deyince bir çift laf etme ihtiyacı hissetim. Çünkü şöyle bir eksiklik var tüm bu analizlerde: Anladık, sopa bir mesaj. İyi de, mesaj ne? Ben bu soru üzerinde düşündüm ve kendimce bazı ihtimaller buldum, fakat emin de olamıyorum. En iyisi sizinle paylaşayım.

* “Suriye’ye bir an önce gir, yoksa kafanı kırarım”: Zannetmem, pek akla uygun değil. ABD’nin Türkiye’nin Suriye’ye tek başına müdahalede bulunmasına taraftar olduğu yönünde çok fazla veri yok. Hatta ABD’nin böyle bir seçeneğin karşısında olacağını bile düşünebiliriz. Türkiye’nin Ortadoğu’da Sünni bir eksenin liderliğine oynaması muhtemelen ABD’de tereddütle karşılanıyordur. Çok aklıma yatmadı.

* “Suriye muhalefetine silah ve istihbarat yardımı yap, yoksa kafanı kırarım”: Türkiye daha ne yapacak yahu? Eğitmediğimiz, kol kanat germediğimiz Suriyeli İslamcı kalmadı herhalde. Obama’nın bunlarla yetinmeyip “Daha fazlasını yap, yoksa sopa kafana iniyor” mesajı vermesi mantıklı mı?

* “Suriye’ye tek başına girme, yoksa kafanı kırarım”: Çok zorlarsak belki bu olabilir ama bunu söylemenin yolu o fotoğraf olmasa gerek. Kırk türlü temas kuruluyor. Kaldı ki, mesaj buysa CHP, MHP ve genişçe bir muhalif cephenin tezleri çökmez mi? Hani ABD savaşa girmeyecekti de bizi savaşa sokacaktı?

Sanıyorum Suriye ihtimallerini eledik. Peki başka ne olabilir? Düşünelim bakalım.

* “Kuzey Irak ile iyi geçin, yoksa kafanı kırarım”: Yok artık. Zaten AKP’nin kafasındaki Sünni ekseninin önemli aktörlerinden olması beklenen Barzani ile aramız iyi. Durup dururken bunun için beyzbol sopalı mesaj verilir mi?

* “Kendi Kürtlerine özerklik ver, hatta bölün, yoksa, biliyorsun”: Seçim geliyorken Obama’nın derdi mi allahaşkına? Üstelik bunun için bir de beyzbol sopalı mesaj verecek kadar...

Bu Kürt meselesi analizlerinde de en azından ben bir yere varamadım. Geriye bir-iki seçenek kalıyor.

* “Ergenekon-Balyoz sanıklarını bırak/bırakma yoksa, you know”: Böyle bir şey olabilir mi dersiniz? Obama konuyla böylesine yakından ilgilensin? Bir kere, neden bırakılmasını istesin? İstemez. Bırakılmasın dersen, bırakıldıkları yok zaten, durduk yere niye beyzbol sopası?

* “Laiklik ilkesinden çok fazla taviz veriyorsun. Verme. Yoksa sopa geliyor ense köküne”: Burada da çok fazla ilerleyemeyiz sanki. Evet, muhtemelen ABD yönetimi son aylardaki gidişatı sevinçle karşılamıyordur ama böylesine sert bir mesaj verecek kadar da değil... Üstelik öyle ise bilhassa Kemalist ve sol kesimin bunu şükranla karşılaması gerekmez mi?

Galiba tüm seçenekleri tükettik. Geriye tek bir seçenek kalıyor, o da Obama’nın Türkiye’ye genel olarak “Daha fazla ABD’nin emrinde ol” gibi bir mesaj vermek istemesidir, ki bunun için de beyzbol sopalı resim çektirmek mantıklı bir yöntem değilmiş gibi geliyor bana.

Muhtemelen birileri bana ‘haftanın safı’ ödülünü verecektir ama ben Obama’nın ya da ABD yönetiminin bu fotoğrafla diplomatik bir mesaj verme derdinde olmadığını düşünüyorum. Belli ki merhum Kennedy gibi (Beyaz Saray’da kendi çalışır, çocukları da masanın altında oynarken çekilen fotoğraf meşhurdur ve sempati uyandırmıştır) günlük hayattan enstanelerle, resmiyet dışı hallerini sergileyerek sıcak bir profil sergilemek istemiştir. Galiba burada mesele bizde. Belli ki ABD’nin uydusu olma fikriyle problemli bir ilişkimiz var. Mesele uzun, yerimiz de dar, ama özetlemeye çalışayım.

Elbette, ABD ile 1946’dan bu yana aynı kamptadır Türkiye, ve bu, neredeyse tüm hükümetler ve cuntalarca –inişli çıkışlı da olsa– sürdürülen bir pozisyondur. Bunun ‘eşit’ bir ilişki biçimi olmadığını da iyi biliyoruz, aynı kampta olan diğer ülkeler gibi. Öte yandan, aynı süreklilik şurada da görülür: Muhalefette kim varsa buna karşı çıkan bir söylem içinde olmaya dikkat eder. Bu söylemle toplumun ‘bağımsızlıkçılık’ duygularını okşadıklarını düşünürler. Fakat bu söylemin esasen bir manivela olduğunu düşünebiliriz. Çünkü okşanan, bir yandan da ‘milliyetçilik’tir. Emin olun, muhalefette AKP olsa onlar da aynı şeyi söyleyeceklerdi.

Bu, aslında Türkiye’nin içinde yaşadığı ve sevdiği atmosferdir. Bizi oralara buralara sürükleyen yabancı bir dış güç algısı, hem bu ülkenin içeride ve dışarıdaki yalpalamalarını, hem de başarısız oldukça sorumluluktan kaçışını gizlemeye yarar. 12 Eylül darbesini ABD yapmıştır, 28 Şubat’ı ABD yaptırmıştır, Öcalan’ı / Kürt sorununu başımıza ABD sarmıştır, AKP’yi başımıza ABD musallat etmiştir, Ortadoğu’ya bizi ABD sokmaktadır. Biz hiçbir şey yapmayız, bu mantığa göre. Dolayısıyla bu ülkedeki siyaset esnafının ABD’ye ihtiyacı vardır aslında. Yoksa toplumun neden herhangi bir iktidara destek verdiği ya da destek vermekten kaçtığı üzerine kafa yormaktan nasıl kaçılacak? Ve bir de şunun için ihtiyacı vardır: ABD olmasa nasıl milliyetçilik yapılacak,–herhangi bir– hükümetin ‘yabancılar’ın adamı olduğu nasıl öne sürülecek, iktidar nasıl ülkeden kovulacak, denize dökülecek, daha doğrusu bunun için faaliyete geçilecek?

Madalyonun öbür yüzü de olduğunu, ABD’nin sayısız günahı, operasyonu olduğunu ben de biliyorum. Ama siyaset esnafının sevdiği, aslında bir piyes, bir gölge oyunu. Yoksa memlekette bu kadar ABD aleyhtarlığı varken, yenilen haltlar herhalde çoktan açığa çıkmıştı. Dolayısıyla ABD’ye ihtiyacımız var. Durduk yere o sopanın kafamıza inmesini isteyecek kadar.