YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Köprüler atılıyor mu?

Memleket yine yangın yeri, malum. Lafı dolandırmadan konuya girelim. Son iki aydır olup bitenlerden, PKK’nın yeni bir taktik içinde olduğu anlayabiliyoruz. Bunun için, haber kanallarında gün boyu boy gösteren terör uzmanlarını dinlememiz şart değil. O günlerde ne olduğunu hâlâ tam olarak bilemediğimiz Şemdinli harekâtından bu yana peş peşe saldırılar düzenleniyor, peş peşe askerler ölüyor. Bu saldırılarda PKK’nın da ciddi biçimde militan kaybettiği anlaşılıyor. Keza, milletvekili, siyasetçi kaçırma gibi girişimlerde de el artırılmış durumda. Anlayabildiğimiz, PKK belli bir alanı kontrol altında tuttuğu mesajını vermenin yanı sıra, peş peşe saldırılarla güvenlik güçlerini ve kamu görevlilerini de bölgede faaliyet yürütemez hale getirmek istiyor.

AKP cephesine bakarsak; iki ay öncesine kadar durum şöyleydi: Oslo’da, henüz gerçek nedenini bilemediğimiz bir şekilde, masa devrildiğinden beri bastırma politikalarına geri dönülmüş, İçişleri Bakanlığı’na İdris Naim Şahin atanmış, KCK tutuklamalarına hız verilmiş, “Kürt sorunu yoktur” söylemi benimsenmişti ve Öcalan’a yaklaşık bir yıldır tecrit uygulanmaktaydı. Hâlâ da uygulanıyor. AKP bugün gelinen aşamayı bize şöyle sunuyor: PKK, Beşar Esad’la işbirliği yapmakta ve Türkiye’yi zor durumda bırakmak istemektedir. Eylemler bu yüzden artmaktadır. Hatta bu denklemde İran bile yer almaktadır. Suriye’nin hamisi olan İran yönetimi de PKK’yı desteklemektedir. Dolayısıyla, ‘Kürt Sorunu’ başlığı altında aslında dramatik bir durum yoktur; bütün bunlar, Ortadoğu’daki denklem ve Türkiye’nin Suriye yönetimine cephe alması yüzünden olmaktadır. Yani AKP’ye göre PKK Türkiye’nin düşmanları ile işbirliği yapmaktadır. Tabii, fırsatını bulmuşken AKP’yi devirmeye çalışmaktadır. Erdoğan, son dönemde CHP’yi de bu cephenin içine katarak ‘milliyetçi merkez’in alanını iyice genişletmeye, MHP dışındaki muhalefetin tümünü kriminalize etmeye çalışıyor. AKP’nin ve hükümete yakın çevrelerin bize sunduğu tablo bu.

Hükümetin sunduğu tabloya ihtiyatla yaklaşsak da, Türkiye’nin gözükara Suriye macerasının bölgedeki taşları yerinden oynattığı da görülüyor. Bu kadar taş yerinden oynamışken, PKK’nın da oyunun içinde olmak istediğini düşünebiliriz. Fakat bütün bu olup bitenler, AKP’nin ‘bastırma’ politikasını uzun süredir benimsediği ve Kürt sorununu görmezden gelmeye başladığı gerçeğini değiştirmiyor. Üstelik, yollarını kesen PKK’lılara “yeterince soğuk davranmadıkları” için, dokuz BDP milletvekilinin dokunulmazlığının kaldırılması da gündemde. AKP’nin bu vesileyle siyasal Kürt hareketi üzerindeki baskıyı artıracağı görülüyor. Bu esasen, ülkedeki basıncı daha da artıracak bir adımdır.

Manzara bu. Peki, bundan sonra? ‘Adil bir çözüm’ perspektifini hiçbir şartta kaybetmeyeceksek, bundan sonrası için neler öngörebiliriz? Öncelikle bugüne kadarki denklemin geçerliliğini kaybetmeye başladığını söylemek mümkün. PKK’nın yeni bir politika içinde olduğu ayan beyan ortada; yazının başında da buna dikkat çekmiştik. Yaklaşık olarak iki ay öncesine kadar PKK saldırıları, PKK’nın AKP’yi müzakere masasına oturmaya zorlamasına yönelik hamleler olarak görülüyordu ve saldırılar –elbette onay görmese de– bu çerçevede anlaşılıyor, yorumlanıyordu. (Yeri gelmişken: Müzakerelerin başlaması elbette önemlidir, bu sorun başka türlü çözülmez. Keza Öcalan’a uygulanan tecridin de hiçbir makul açıklaması olamaz. Bunlar, AKP’nin klasik devlet politikalarına döndüğü, hatta bunların ötesine geçtiğinin işaretleridir. 1990’larda bile müzakerelerin bir biçimde sürdüğünü, 2000’lerde de Öcalan’a bu kadar sert bir tecrit uygulanmadığını hatırlatalım.) Ancak yukarıda değindiğim gibi son dönemin saldırıları pek böyle izah edilecek gibi değil. Hedefin artık devleti ve AKP’yi o bölgeden çıkarmak olduğu görüntüsü var.

AKP ise, mevcut tabloyu süzerek, müzakere meselesini –şevkle– rafa kaldırmış ve topyekûn bir savaşın hazırlıklarına başlamış gibi görünüyor. Bu savaşa muhtemelen tüm toplumu tek bir hizaya çekme çabası da eşlik edecektir. Dolayısıyla, bilhassa medyada Kürt sorununa ilişkin muhalif seslerin daha da kısılacağını, haberlerin daha hassas bir elekten geçirileceğini, devlet politikalarına her türlü muhalefetin ‘hainlik’ olarak damgalanacağını öngörebiliriz. Keza PKK da muhtemelen son eylemleriyle ve şehit cenazeleriyle AKP’yi köşeye sıkıştırdığını düşünmekte. Dolayısıyla, o cephede de el artırılacağını maalesef öngörebiliyoruz.

Özetle, aklıselim galip gelmezse çok sayıda cana mal olacak bir restleşmeye doğru gittiğimiz ortada. Böyle bir ortamda, muhtemelen, konuşulacak son şey Kürt meselesi yani Kürtlerin bu topraklarda eşit bir hukuk içinde ‘birlikte’ yaşamaları için atılacak adımlar meselesi olacaktır. Zira mevcut tablo, artık sadece silahların, stratejilerin, harekât planlarının, hâkimiyet alanlarının, zayiatın konuşulacağı bir tablodur. Böyle bir ortamda Kürtlerin –ve başka halkların– haklarını konuşmak çok zorlaşacaktır. AKP’nin devirdiği ama aslında devraldığı devletçi gelenek tam da bunu isterdi muhtemelen – bastırma ve nihai çözüm. Yani devletin aslında ne istediğini biliyoruz. Kritik soru şu: Siyasal Kürt hareketi de bunu mu istiyor? Bu soruya verilecek cevap, önümüzdeki dönem için de tayin edici önemde olacaktır.

Agos, 6 Eylül 2012