BASKIN ORAN

Baskın Oran

İÇLİ DIŞLI

Tek treni kaçırma yılı

2012, Davutoğlu’nun dış politikaya getirdiği çok olumlu değişikliklerin buharlaştığı yıl oldu. Bu açıdan AKP, iç politikasıyla gerçek bir olumsuz paralellik kurmuş bulunuyor.

7 Mayıs 2010 tarihli Agos’ta, Davutoğlu’nun politikasını övmüştüm. Çünkü övülmeyi gerçekten hak ediyordu. Başarısı üç kavramda özetlenebilirdi: 1) Özellikle Ortadoğu’ya sırt dönmeyi bırakıp, olayları çok yakından izleyen ‘proaktif politika’ uygulamak; 2) ‘Komşularla Sıfır Sorun’a ulaşmak; 3) Bunu da ‘Yumuşak Güç’ kullanarak yapmak. Sadece OD bağlamında düşünsek bile, bu sonuncusu devrim niteliğindeydi. Çünkü Türkiye’nin Ortadoğu’ya gösterdiği bütün ilgi, bir yandan Irak’a, fakat özellikle de bölgenin eşiği Suriye’ye çok sert (bazen, askeri) müdahaleler yapmaktan ibaret olmuştu. İttihatçılardan başlayan ‘Sert Güç’ (1916’da Arap aydınların idamı); 1939 Hatay şoku, 1957 tehdidi, Fırat-Dicle suları, 1998 Apo olaylarıyla devam etmişti. AKP bunu değiştirdi. Bunun da ödülü, ‘bölgenin en prestijli ülkesi’ sayılmak biçiminde, hemen geldi.

Dış yardımlara, kültür merkezlerine, burslara, TV dizilerine dayanan yeni politika özellikle Suriye’de çok olumlu sonuç verdi. Bu ülke PKK’yı kınadı, PKK’lıları geri verdi, G. Kıbrıs’la gizli petrol ve doğalgaz anlaşması yapan Lübnan’ı caydırdı. İki ülke ortak kara tatbikatı yaptı. 2009 sonunda 50’den fazla ikili anlaşma imzalandı. Türkiye, Suriye’nin İsrail ve Irak’la sürtüşmelerinde arabuluculuğa girişti. Esad ve Erdoğan aileleri birlikte tatile çıktı. Ortak bakanlar kurulu toplantıları başladı.

Tek olayla tükenen güç

2011 başından itibaren, ama özellikle de 2012’de her şey berhava oldu. Bütün model, tek bir Suriye testine dayanamadı. Arap Baharı Mart 2011’de Suriye’ye atlayınca Esad reform yapmayı reddetmiş, sözünü artık dinletemeyen Türkiye’nin gazabını üzerine çekmişti. Libya’daki durumu kendi kafasında Suriye’ye adapte eden AKP, Esad’ın hemen düşeceğine kanaat getirdi ve bunu hızlandırmak için çok tehlikeli ve zararlı bir politika uygulamaya başladı. Suriye’yle iktisadi ilişkileri kesti. Dahası, Hür Suriye Ordusu’nun (HSO) kurulmasına önayak oldu. Hatta, HSO’yu silahlandırdığı, “Adana’da askeri eğitim yapmasına izin verdiği, Hatay’dan sınırı geçen HSO’lu militanların gündüz Suriye’de çarpışarak gece geri geldiği”, Reuters dahil uluslararası medya tarafından, hatta bizzat HSO’lular tarafından açıklandı (Radikal, 24.05.2012). HSO’nun internet sitesinde ‘Esas Üs: Hatay’ yazıyordu. Verilen irtibat telefonu da Türkiye hatlı idi: 0536-9631274 (Radikal, 30.08.2012).

Fakat Esad düşmüyordu. Üstelik, Suriye Kürtleri ortaya çıkmıştı; Erdoğan konuştu: “Buna eyvallah edecek değiliz. Müdahale hakkımız var” (Radikal, 26.07.2012). Sınıra kuvvet sevkiyatı başladı. ABD en üst düzeyden iki kere uyardı. Ama E. Bağış’ın “Asker, gücümüz, Suriye’yi birkaç saat içinde yok edecek noktadadır” (Radikal, 05.10.2012) dediği bir ortamda, Türkiye, Suriye’de kimyasal silahlar bulunabileceğini ileri sürerek, NATO’dan Patriot füzeleri ve bunları kullanacak askeri personel talep etti. Şimdi, yarım milyonluk ordu sahibi Türkiye, küçük komşu Suriye’nin iki ayağı çukurda lideri eski dostuna karşı, İran ve Rusya’yı de alarma geçiren bu füzeleri bekliyor. Bu durumda, ilginçtir, bölgede aramızın iyi olduğu bir tek Iraklı Kürtler kaldı.

AKP öncesindeki ‘Sert Güç’e geri dönüşün ve arabuluculuktan kalkıp çatışmaların ABD’yi bile ürkütecek kadar keskin bir tarafı haline gelişin, sanırım iki temel sebebi var: 1) Erdoğan’ın, dediği dinlenmeyince fena sinirlenen tabiatı ve çok önemli bir pozisyonda bulunan Suriye’nin ‘Stratejik Derinlik’ kitabındaki modele ters düşüşü; 2) Suriye’de Mısır benzeri bir Müslüman Kardeşler iktidarı kurulacağı beklentisi.

Niye tehlikeli ve zararlı?

1) Kendisine hiçbir tehdit oluşturmayan bir komşu ülkedeki iktidarın düşmesi için elinden ne gelirse yapan bir Türkiye’ye komşu ülkeler bundan sonra nasıl itimat edecekler, bilmiyorum. Ama demokrasiden gitgide uzaklaşan Türkiye’nin bunu ‘insan haklarını korumak’la izaha kalkışmasının fazla çocukça olduğu ortada.

2) Silahlı Kürt ayaklanmasıyla 30 yıldır uğraşan Türkiye, hep komşu ülkelerin PKK’ya yuva olduğundan şikâyet edegeldi. Şimdi, HSO’ya kendisi yuvalık yapıyor.

3) Herhalde en kötüsü, ‘Yumuşak Güç’ yöntemine yazık oldu. Çünkü bölgesel liderlik için asıl önemli olan ‘güç’ değil, bölgenin ‘rıza’sıdır. ‘Eski Efendi’, yüz yılda bir gelmiş treni kaçırdı.