BERCUHİ BERBERYAN

Bercuhi Berberyan

KAPLUMBAĞA

Sosyalleşmenin a-sosyal hali

‘Sosyal medya + teşhircilik’, ‘Sosyalleşme manisi’, ‘Paylaşım çılgınlığı’ gibi birkaç başlığım daha vardı bu yazıya. Ben rastgele birini seçtim ama siz hangisini yakıştırırsanız onu tercih edebilirsiniz. Bu konuya sık sık eleştirel bir yaklaşım sergilediğimden, beni sosyal medya karşıtı sanıyorlarmış. Sosyal medya dediği, en popülerleri Facebook ve Twitter olan, adlarını bellemeye yetişemediğim, biiir dolu sosyal paylaşım sitesi. Hiç de karşı değilim ama endişeliyim. Zaman içinde, iyice sindirilirse düzelir herhalde de, şimdiki hal gerçekten endişe verici. Resmen her şeyin önüne geçti. Tüm dünyayı, bir cep telefonuyla avucumuzda tutmaya başladığımızda hepten şaşırdık. Abarttıkça abartıyoruz. Büyük şehir insanları olarak, tam ‘buldumcuk’ durumundayız yani.

İstediğimiz an, istediğimiz şeyi birkaç tuşa basarak öğrenebilme kolaylığı, göz ardı edilemeyecek kadar önemli bir şey. Ona lafım yok. Ama olur olmaz her şeyi paylaşma çılgınlığına aklım ermiyor. Gerçekten manik bir durum. İnsanlar, yeni aldıkları ayakkabıdan tutun da pişirdikleri yemeğe, duydukları dedikoduya, ettikleri kavgaya, sevgilileriyle özel hallerine, hatta çocuklarının kaka yapmasına kadar, anlamlı anlamsız her şeylerini, ânında paylaşıyorlar. Acayip bir teşhircilik söz konusu. Sabahlara kadar oturup ona buna laf yetiştirmek de cabası.

Bir yerde toplanmış konuşuyorken, karşında oturan, birden, elindeki aleti yüzüne tutup pıt diye kaydediyor ve o ânı paylaşıveriyor. En sinir olduğum da, bir dolu gencin bir kafede, hatta partide falan yan yana oturmuşken, birbirleriyle hiç konuşmadan, ellerindeki aletle meşgul olmaları. Bunun neresi sosyalleşme? Valla, normal değil bu. Geçen gün, uzun zamandır görmediğim genç bir dostumla karşılaştık sokakta. Tam hasretle sarılmış öpüşürken, “Ay, bunu tweet’lemeliyim” diye telefonunu ileriye uzatıp resmimizi çekti ve “Yahu, ne yapıyorsun?” dememe kalmadan paylaşıverdi. “Pes” dedim valla, pes. Bu kadarı da olmaz artık.

Ha, bir de feylesof kesilerek “Benim şu kadar takipçim var” diye kasılanlara sinir oluyorum. Konuşurken üç kelamı arka arkaya getiremeyenler, oradan buradan arakladıkları laflarla bilge kişi havalarına giriyorlar. Bazen biriyle konuşurken bir şey söyleyiveriyorum mesela, benim de çenem boldur, bilirsiniz, “Aman, bu çok iyi laf, izninle tweet’liyorum” deyiveriyorlar. Ben söylüyorum, başkası paylaşıyor. İnanamıyorum valla. Hele, kendilerine sahte kimlik oluşturanlara ne demeli? Ne güzel, gerçek hayatta asla yapamayacağın şeyleri, sanal ortamda özgürce yapıyorsun. Bu arada birileri, sen farkına bile varmadan senin kimliğini de kullanabiliyor. Al başına belayı.

Şimdi ben, kırk yaşın üstündeki birçok insan gibi, bu teknoloji patlamasına intibak edemiyor oabilirim. Malum, biz radyodan televizyona, fakstan e-postaya, jetonlu telefondan cep telefonuna geçişi görerek bugünlere gelmiş, garip bir ara nesil olduk. Zorlanmamız normal, ki oldukça da iyi idare ediyoruz. “Bizim aklımız ermiyor” diyerek hiçbir yenilikten el etek çekmedik. Birçoğumuz birçok konuda teknolojiden yararlanıyor. Gençlerimizin durumu biraz tuhaf. O çok amaçlı telefonları olmadan, neredeyse nefes bile almıyorlar. Üstelik, ülkemiz bu konuda birçok ülkeyi iyice sollamış durumda. E, biz her türlü severiz abartmayı, “Vur” deyince öldürmeyi.

İnşallah geçer bu furya. Zira bu gidişat hiç iyi değil. Tanıdığım bir dolu genç, sanal ortamda harikalar yaratmaktayken, gerçek hayatta resmen a-sosyal. Hele sanal cinsellik, gerçekten tehlikeli boyutta. Yapmayın çocuklar, doğrusu bu değil. Ekrana değil de gerçek göze bakmanın, el ele, diz dize olmanın, sarılıp öpüşmenin, dokunmanın yerini hiçbir şey tutamaz. Sonra çok pişman olacaksınız ama yaşınız geçmiş olacak.

Ne diyeyim... Belki şimdi çocuk olanlar büyüyünce düzelir bu esas amaçtan sapma durumu. Ne de olsa onlar teknolojinin içine doğdular, daha kolay sindirirler. Biz görmeyiz herhalde de, inşallah bir nesli kurban vermeden, az zararla atlatırız bu geçiş dönemini.